Bu Blogda Ara

Translate

20 Haziran 2021 Pazar

Cang Şianliyen – Erkeğin Yarısı Kadın

 



Çin gizemli bir ülke. Anlaşılması güç; yabancılar için olduğu gibi Çinliler için de tam bir bilmece. Onu böylesine çekici yapansa, işte bu anlaşılmazlığı. Bu kitap bilmecenin yanıtı için birkaç ipucu veriyor. Umarım her okur kendi yanıtını bulur. Erkeğin Yarısı Kadın, Çin’de 1985 yılında basıldı ve büyük bir tartışma başlattı. Çalışma ıslah kampındaki bir siyasal tutuklunun yaşamını anlatan kitap, cinsellikten, cinsel iktidarsızlıktan da söz eder. Çin’de hâlâ tabu sayılan bu tür konuları irdelemekten kaçınmayan yazar, kitlesel bir ruhsal çöküntünün portresini çizmek için kendi yaşamının ayrıntılarına girmekten de çekinmez. Dilden cinselliğe kadar bütün kişisel işlevlerin denetimini bütünüyle yitiren insanı tanımlarken, totaliter yönetimin bireye indirdiği o sarsıcı darbeyi lanetler. Cang Şianliyen kendi başından geçenleri yazıyor. Yaşamının yirmi yılını ya hapiste ya da Çin’in kuzeybatısında bulunan devlet çiftliklerinde, Sibirya’dakilerin benzeri çalışma kamplarında geçirdi -Çin’in Gulag’ını yazdığı söylenebilir. Bu kitapta anlatılan 1966 ile 1976 arasındaki on yıllık dönemde Çin, yaşamın her ayrıntısını siyasallaştırmak gibi akıl almaz bir maskaralık yaşadı. Toplumun dörtte biri şiddet dolu bir kaosun içindeydi. Bu kitap, o kaosun kişisel bir düzlemdeki anlatısıdır. Sözcüklerin tam karşıtı olan başka sözcüklerle anlatma zorunda kalan insanların sonunda konuşmaktan bütün bütüne vazgeçtiği, kadınların siyasal puan kazanmak için kocalarını ihbar ettiği bir toplumu, uygarlığın kazınıp alındığı ve geride yalnızca hayvansı güdülerin en temelinin, en ilkelinin kaldığı bir dünyayı tanımlar.

Erkeğin Yarısı Kadın, düşsel bir 1984’ten söz etmez. Orwell’in karabasanı Çin’de çoktan gerçekleşmiştir. Bu kitap, çıldırmış bir dünyada sağ kalmanın öyküsüdür. Cang’ın betimlediği şey, aklını kaçırmış bir ülkedir. Bütün öteki Çinliler gibi Cang da bu çılgınlığın bir parçasıdır; bundan kaçınmanın yolu yoktur -ölüm dışında. Cang hem romanda hem de gerçek yaşamda sağ kalmayı başardı. 1960’daki kıtlık sırasında, bulunduğu çalışma kampındaki ‘ceset yığınının altından sürünerek çıktıktan’ sonra, yirmi yıl süren bir siyasal isteriye katlanmak zorunda kaldı. İnsana özgü esnekliği, sağ kalmanın bedelini anlatır, sonra sorar: Totaliter bir sistemde kişi ya da ulus Hayır demeye hangi aşamada karar verir? İnsan, Hayır deme gücünü hangi noktada yitirir? Sağ kalabilen kişinin ‘onurum’ diye koruduğu şey nedir? Sağ kalmakla neyi yitirmiştir? Bu roman yayınlandığında Çinli yazarlara henüz baskı uygulanmıyordu. Ama uygulama başlar başlamaz Cang’ın son kitabı hemen yasaklandı. Gerekçe olarak da yapıtın fazlasıyla açık saçık olduğu gösterildi. Oysa eserin konusu yalnızca insan ve politikaydı. Kitabın ana izleklerinden biri Çin’deki siyasal sistemin Çin halkını cinsellikten nasıl soyutladığıydı. Bu sistem, kendi halkına, hükümete, akrabalarına karşı önyargılı bir güvensizlik aşıladığı gibi insanların özgür iradesini, başkaldırma dürtüsünü de iğdiş etti. Halk hem ruhsal, hem de bedensel olarak iktidarsızlaştırıldı. Cang Erkeğin Yarısı Kadın’da, yoksa Çinli aydınların tamamı hadım mı edildi, diye sorar.

Cang Şianliyen 1936’da Nancing’de doğdu. 1940’da Çin Halk Cumhuriyeti kurulunca Cang, lise eğitimini komünist bir ülkede tamamlamış oldu. 1955’de, henüz on dokuz yaşındayken kuzeybatıdaki Ningşa eyaletinde, bir devlet okulunda öğretmenliğe atandı. 1956’da Mao Zedong ‘Yüz Çiçek Hareketini’ başlattı; bu hareket şimdilerde ‘yılanları (aydınları) deliklerinden çıkarmak için sahnelenen bir oyun’ olarak değerlendiriliyor. Hareketi izleyen acımasız kampanya sırasında Mao’nun politikasını eleştirmeyi göze alanlar ‘sağcılıkla’ suçlanarak ya öldürüldü, ya hapsedildi ya da toplumdan dışlandı. Şiir yazma gibi bir gerekçeyle tutuklandığında Cang, yirmi bir yaşındaydı. Bundan sonraki yirmi yılı hapishaneyle Çin’in Gulag’ı olan çalışma ıslah kampları arasında geçirdi. Çin’in yönlendirilmiş toplumundan bir kez dışlanan kişi, bütün ülkeyi kaçınılmaz bir biçimde kasıp kavuracak olan bir sonraki hareketin doğal hedefi olur. Mao’nun sürekli devrim politikası her başarılı ‘savaşım’ için bir saldırı noktasına gereksiniyordu. Çalışma kamplarındaki öteki Çinliler gibi Cang da pek çok kez bu saldırıların odak noktası oldu. 1965 yılının başlarında Mao Zedong Komünist Partinin pek çok eyalet ve kentteki, özellikle Beijing’deki denetimini yitirdi ve 1966’da Kültür Devrimini başlattı. Asıl amacı Partinin önde gelenlerini, önderleri alaşağı etmek olan bu iktidar savaşımı, yani Kültür Devrimi giderek Çin’i bir iç savaşın eşiğine kadar getiren, kendine özgü bir ivme kazandı. Cang Şianliyen, Kültür Devriminin on yılını sırayla hapiste, Ningşa’daki bir çalışma ıslah kampında ve bir Devlet Çiftliğinde geçirdi. İşte bu kitabında o kampı ve o çiftliği anlatır. Roman 1966’da başlar, 1976’da, Çu Enlay’ın ocaktaki ölümünden sonra, ancak Mao’nun eylüldeki ölümünden önce biter.

Mao öldüğünde çeşitli hizipler, gücü ele geçirmek için çatışmaktadır: Dörtlü Çete, Mao’nun ölümünden bir ay sonra tutuklanır, 1978’de ise Deng Siyaoping yanlısı reformcu ekip yönetimi ele geçirir. Ülke, yıllardır süren kendi kendini yok etme politikasından yavaş yavaş sıyrılır; aydınların ve toplumdan dışlanan pek çok kişinin ‘saygınlığı geri verilir’. Cang da 1979’da eski haklarına kavuşur. Yaşamının neredeyse yarısını mahveden bu ‘yanlış uygulama’ için Cang’dan resmen özür dilenir. Cang, Ningşa’da kalır, yeniden yazmaya başlar; başından geçenleri anlatır. Bu kitapta politikayla şiirin böylesine iç içe geçişi, birlikte dokunuşu Çinli olmayan bir okura yapmacık gelebilir, ama kişisel yaşamların ve kararların politikaya kaçınılmaz bir biçimde bağlandığı Çin’deki çağdaş okur için bu oldukça doğal bir üsluptur. Çinliler, aynı işlemden geçmiş birinin, zihinlerin çarpıtılma işleminden söz ederken ne kadar zorlandığını bilirler: İşte Cang’ın yapıtının Çin’de bunca ses getirmesinin nedeni. Kitap bugünkü Çin’in bamteline basmıştır. Cang’ın okurları arasında Çinli gençlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok. Bu gençler için Cang, salt yaşadıklarını yazan birini değil, aynı zamanda kendi kuşağının çoğundan farklı olarak bu deneyimler karşısında yıkılmayan birini simgeliyor. Erkeğin Yarısı Kadın’ın başkişisi, dünyayı değiştirmek isteyen insanın elinden hiçbir şey gelmese bile ‘en azından haykırabileceğini’ söylüyor: ‘Bu, kalın bir battaniyenin boğduğu bir çığlık da olsa zararı yok.’ Bu kitap böyle bir çığlık. Cang çığlığını duyanların olduğunu umuyor.

18 Haziran 2021 Cuma

Neval el Seddavi – Sıfır Noktasındaki Kadın Pdf İndir

 



Bu kitabı Kanatır Cezaevi’nde karşılaştığım bir kadım etkisiyle yazdım. Birkaç ay önce Mısırlı kadınlarda nevroz konusunu araştırmaya başlamış, o sıralar işsiz olduğum için de, zamanımın çoğunu bu çalışmaya ayırabilmiştim. 1972’nin sonunda Sağlık Bakanı, beni Sağlık Eğitimi Başkanlığı ve Sağlık dergisinin Baş editörlüğü görevinden almıştı. Görüşleri yetkililer tarafından pek hoş karşılanmayan feminist bir araştırmacı ve romancı olmayı seçtiğim içindi bütün bunlar. Fakat bu durum bana, daha çok düşünme, yazma, araştırma yapma ve bana danışmaya gelen kadınlarla daha fazla ilgilenme olanağı verdi. 1973 yılında yaşamımda yeni bir dönem başladı; kitabım Firdevs, ya da Sıfır Noktasındaki Kadın o yıl doğdu. Araştırma fikri aslında, şiddetli ya da hafif “zihinsel sorunlar”a yol açan durumlar konusunda yardım ve tavsiyelerimi isteyen kadınlarla yaptığım çalışmalar sonucunda ortaya çıktı. 

Nevrozlu hastalar arasından belli sayıda vakayı seçip, çeşitli hastanelerle klinikleri düzenli olarak ziyaret etmeye karar verdim. “Cezaevi” düşüncesi bana hep çekici gelmişti. Cezaevi yaşamının, özellikle kadınlar için nasıl bir şey olduğunu merak ediyordum. Belki de bunun nedeni, birçok ünlü aydının çeşitli dönemlerde “siyasi suç” yüzünden hapse atıldığı bir ülkede yaşıyor olmamdı. Kocam “siyasi suçlu” olarak on üç yıl hapis yatmıştı. Böylece bir gün, Kanatır Kadın Cezaevi’nin doktorlarından biriyle tanıştığımda, onun görüşlerini öğrenmek için dayanılmaz bir istek duydum; ne zaman karşılaşsak durup konuşuyorduk. 

Doktor, değişik suçlardan tutuklu kadınlar, özellikle de Kanatır Cezaevi Hastanesi, akıl hastalıkları kliniğini haftada bir ziyaret eden nevrozlu kadınlar hakkında çok şey anlattı bana. Bu konu bana giderek daha ilginç gelmeye başladı; oradaki kadınlan görmek için bizzat cezaevine gitmeyi kafama koydum.


Bir cezaevinin içini yalnızca “siyasi” filmlerde görmüştüm; şimdiyse gerçek bir cezaevini görme fırsatı çıkmıştı. Cezaevi doktoru olan dostum bana, adam öldürdüğü için idam edilecek bir kadını uzun uzadıya anlatınca, ziyaret düşüncesi büsbütün önem kazandı. Daha önce hiç katil bir kadın görmemiştim. Cezaevi doktoru beni ona götüreceğini, akli dengeleri bozuk diğer kadın mahkûmları da göstereceğini söyledi. Onun aracılığıyla Kanatır Cezaevi’ne psikiyatrist olarak girmek ve kadınlan incelemek üzere izin alabildim. Doktor arkadaşım planımdan öylesine etkilenmişti ki, bana cezaevine kadar eşlik edip, çevreyi gezdirdi. Cezaevi kapısından içeri adım attığım anda karşıma çıkan asık yüzlü binaların, demir parmaklıkların, çevredeki tüm kalabalığın kasvetli görüntüsü beni allak bullak etti; bütün bedenimi bir ürperti sardı. Aynı kapıdan bir gün, psikiyatrist olarak değil, Sedat’ın 5 Eylül 1981 günü yayınladığı bildiriyle tutuklanan 1035 kişiden biri olarak gireceğimi henüz bilmiyordum. 1974’ün o sonbahar gününde, bu yüksek, çıplak, kirli sarı duvarların ardına hapsolacağım hiç aklıma gelmemişti. İç avludan geçerken, demir parmaklıkların ardında hayvanlar gibi gizlenen kadınların yüzlerini, kararmış demirlere yapışmış beyaz ya da esmer parmaklarım görebiliyordum. Firdevs önce hücresine gitmemi kabul etmedi; ama sonra benimle görüşmeye razı oldu.

 Yavaş yavaş bana öyküsünü, bütün yaşamını anlattı. Korkunç, gene de harikulade bir öyküydü bu. Yaşamım önüme sererken, onun hakkında gittikçe daha çok şey öğrenirken, alışkın olduğum kadınlar dünyasında bir istisna olarak gördüğüm bu kadına karşı içimde bir hayranlık duygusu gelişti. Böylece Sıfır Noktasındaki Kadın ya da Firdevs adını verdiğim bu kitabı yazmayı düşünmeye başladım.


Ne var ki o sıralar ben, doktor dostumun hücrelerde ya da klinikte bana gösterdiği ve araştırmama kattığım yirmi vakanın bir kısmını oluşturan kadınlarla ilgileniyordum. Bu araştırmalım sonuçlan Mısırlı Kadınlar ve Nevroz adıyla 1976’da yayımlandı.

23 Mayıs 2021 Pazar

Dünya Dışı Uygarlıklar (Isaac Asimov) PDF, E-Kitap Indir

 



Isaac Asimov, Dünya Dışı Uygarlıklar, pdf, oku, indir, e-kitap, batı edebiyatın en büyük bilim ve bilimkurgu yazarları arasında olan Asimov Boston Üniversitesi’nde biyokimya profesörlüğü yapmıştır. Biyokimyager olan Isaac Asimov popüler bilim ve kurgu bilim dalında yazdığı kitaplarla bütün dünyaca tanınmaktadır.


Dünyanın en üretken yazarlarından biri olan Asimov bu kitabında ‘uzaydaki zeki yaratıklar’ konusunu tamamen sistemli bir biçimde incelemekte, olasılıkları teker teker ele alarak, bugünkü bilgimizin ışığında mantıklı görünenleri mantıksız görünenlerden ayırmaktadır.

“Yer’den biraz daha büyük bir gezegen -ama çok fazla değil- eğer diğer faktörler uygunsa, yaşanabilir bir dünya olabilir. Büyük bir kütlenin kaçınılmaz bir sonucu, daha şiddetli bir yerçekimi alanı olacaktır. Ama yaşamın kendisini daha güçlü bir yerçekimine uyarlayamayacağını düşünmek için hiçbir neden yok.”

10 Mart 2021 Çarşamba

Borges’in Evinde / Alberto Manguel

 


Borges’in Evinde


Calle Florida’daki insan kalabalığının arasından omuz darbeleriyle ilerliyor, yeni yapılmış Galerıa del Este’ye giriyor, öbür taraftan çıkıyor, Calle Maipû’yu geçiyor ve 994 numaralı kızıl mermer binaya yaslanıp, 6B yazan zile basıyorum. Binanın serin holüne girip merdivenlerden altıncı kata çıkıyorum. Kapıyı çalınca hizmetçi açıyor, ama o daha beni içeri alamadan Borges kalın bir perdenin ardından beliriyor, çok dik duruyor, gri takımının önü ilikli, beyaz yakası ve sarı çizgili kravatı biraz eğri; bana doğru yürürken ayaklarını hafifçe sürüyor. Ellili yaşlarının sonlarından beri kör olan Borges, bu kadar iyi bildiği bir yerde bile duraksayarak hareket ediyor. Sağ elini uzatıp, aklı başka yerdeymiş gibi gevşek bir tutuşla elinıi sıkıp buyur ediyor. Başka formalite yok. Dönüp oturma odasına giriyor ve kapıya bakan kanepeye dik bir şekilde oturuyor. Onun sağındaki koltuğa da ben oturuyorum; “Ee, bu akşam Kip-ling okuyalım mı?” diye soruyor (ama soruları hemen hep sözde sorular).

Birkaç yıl boyunca, 1964’ten 1968’e kadar, Jorge Luis Bor-ges’e okuyan pek çok insandan biri olma şansına erişmiştim. Okuldan sonra Buenos Aires’in Anglo-Alman kitapçısı Pygmalion’da çalışıyordum, Borges de buranın devamlı müşterilerinden biriydi. Edebiyatseverlerin buluşma noktalarından biriydi Pygmalion. Sahibi Bayan Lili Lebach, Nazi vahşetinden kaçmış bir Almandı ve müşterilerine Avrupa ve Kuzey Amerika’da çıkan son kitapları sunma konusunda titizdi.

Yalnızca yayıncı kataloglarının değil, kitap eklerinin de sıkı bir okuyucusuydu ve bulduğu kitapları müşterilerinin zevkleriyle bağdaştırma gibi bir yeteneği vardı. Bir kitapçının sattığı malı bilmesi gerektiğini öğretmişti bana, dükkana gelen yeni kitapların pek çoğunu okumam konusunda ısrar ederdi. İkna olmam çok uzun sürmedi.

Borges Pygmalion’a akşamüstleri geç saatte, Ulusal Kütüphanedeki yöneticilik işinden eve dönerken uğrardı. Bir gün, birkaç kitap aldıktan sonra bana, başka bir işim yoksa akşamları onun evine gelip kitap okumayı isteyip istemeyeceğimi sordu, çünkü çoktan doksanını geçmiş olan annesi artık kolayca yoruluyordu. Borges bunu hemen herkese sorardı: öğrencilere, onunla söyleşi yapmaya gelen gazetecilere, başka yazarlara. Bir

Sarı Siyah Bursa/ Ahmet Nacar, Ahmet Şerif İzgören


 

Sarı Siyah Bursa

Bursa da ülkemiz sınırları içinde olup, her ne kadar kışları soğuk ve yağışlı olsa da, Karagöz’le Hacivat’ı idam etse de, okul konusunda İzmir’le aynı kurallara tabiymiş. Babam bu konuda ayak yapmaya daha Bursa’ya gelirken otobüste başlamıştı. Yol uzun, inene kadar unutur diye düşünmüştüm ama işin rengi iki günde belli oldu; hafta sonu evdeki ilk şok: “Yerleşme ve evi sevmeme işleri iyi kötü hallolunca yarın yeni okuluna gidiyoruz” dedi babam. He! İyi halt ediyoruz, manasında susup sevincimi belli etmedim. Duyan da eskisini sevmedim diye yeni okul ayarlanıyor sanır. Yeni okulummuş! Gerçi yeni geldiğimiz bu muhitte ve evde bulunmaktansa okula giderim daha iyi durumuna da gelmek üzereydim ya neyse. Okulun adı I. Murat. Yani, “Şerif’le sizi en birincisine yazdırdık, daha ne!” gibi bir okul adı.

Okulun adı I. Murat İlkokulu dedim, ilgilenenler için; tarihi yıllar öncesine dayanıyor, hatta Bursa’nın en eski ilkokullarından. Yani biz bulduğumuzda eskiydi, ayrıca Şerif ve ben yıpratmadık, dala yaprağa dokunmadık, okulun bahçesinde yeşil bir şey yoktu zaten.

Şerif de aynı okuldaymış, babam hafifletici sebep olarak söylüyor. O, Doburca; ben Çekirge Meydanı tarafından gelip gideceğiz. Neyse, siyah önlük, beyaz yaka, bari kaderimiz güzel olsun, Allah kurtarsın duygusuyla çıkıyorum evden.

Babam bu okulda öğlenci olarak yazdırmış beni. İzmir gibi değil, burada sabah ve öğlen iki vardiya yapılıyor. “Sabah ben okulu çok sevdim, öğlen de geleceğim” diyen bir Allah’ın kuluna rastlamadım öğrenim hayatım boyunca. Gece yatmaz, gündüz kalkmaz ekibinden olduğumdan öğlenci olmam daha iyi olur diye düşünmüş babam belli ki.

Okula vardık. Kıbrıs Savaşı sırasında Çiğli Hava Lojmanları’nda neredeyse cephenin ön saflarında oturuyorduk. Savaşa katılanlar dinlenip kendilerine gelsinler amacıyla bir yıl okula ara verirler diye bir umut içinde olmadım desem yalan olur.

Başım dik, alnım ak, yarı savaş gazisi kıvamında merdivenlerden okula doğru çıktım. Bilen bilir; yeşil Bursa’nın bozkır okullarındandır, sağ olsunlar, bir dal maydanoz

9 Mart 2021 Salı

Atatürk’ün Not Defterleri / Ali Mithat İnan

 


Atatürk’ün Not Defterleri

Atatürk’ün Not Defterleri’nden…

Avrupa kültür ve uygarlığına temel oluşturmuş ve dünyanın kurumsallaşmış en uzun ömürlü imparatorluğu sayılan Roma’nın, cumhuriyet döneminde en yetkili devlet adamı sayılan çift konsülleri, görev sürelerinin bitiminde, uygulamalarından dolayı görevden çekildikten sonra, görevsel sorumluluk nedeniyle, bir bakıma hesap vermek zorundaydılar.

Türk kültür ve uygarlığına temel oluşturmuş ve Türklük tarihinde kurumsallaşmaya olanak hazırlayan Göktürk Kağanları, hatta daha öncekiler de bir yerde Kurultay’a hesap vermek zorundaydılar.

O günlerden bu yana, gerçek devlet adamları, resmen olmasa bile uygulamalarının hesabını meclislere değil de kendi halklarının yararına, dönemiyle ilgili yazılı eser bırakarak, bu geleneği dolaylı biçimde sürdüregelmişlerdir.

Sezar’ın “Galya Savaşları”; Bilge ve Kültigin Kağanların, çağlara kafa tutan taşlara kazıttırarak, gelecek kuşaklara bıraktıkları “Orhun Abideleri”nden; Hitler’in “Kavgam”ına ve büyük Önder Atatürk’ün “Nutuk” adlı büyük eserine kadar uzanan tarihi süreçlemeden de anlaşılacağı gibi; bu tutum bir bakıma ulusa hesap verme, yol gösterme, ışık tutma ve ulusunun devamlılığına katkıyla, inanç vermedir.

Bu eserlerde nerelerden nerelere gelindiği, nelerin yapıldığı veya bir başka deyişle nelerin yapılamadığı ve nelerin yapılması gerektiği anlatılmaktadır. Önderler bu eserleriyle, karizmalarının onlara verdiği yetenekleri sergilemekten, onlarla övünmekten çok, eserlerinin devamlılığını sağlamanın, onları ölümsüzleştirmenin yol ve yöntemlerini açıklayarak böylece gelecek kuşaklara birer belge bırakmayı amaçlamışlardır.

Elbetteki bir lider sadece bu tür eserle değerlendirilip yaşatılamaz. Bu baş eserlerinin yanında, bu eserlerin oluşumunu sağlayan; baş eserlerin birikimlerine temel oluşturmuş, ayrıca lider veya önderlerin bir başka yüzünü; yaşamını ve davranışlarını yansıtan, özel defter, not, hatırat, broşür ve benzeri eserleri vardır.

Çoğunlukla bu eserler kişinin yaşadığı dönemde değerlendirilmemiş, ancak çok uzun bir süre sonra raslantı veya bilinçli olarak ele alınıp işlenmiştir. Yani lider veya o kişinin çağına ve çağlar sonrasına ışık tutacak bu eserler çoğunlukla daha sonraları tanıtılıp aktarılmıştır.

Çünkü tarihi bir olayın gerçekleşmesinde ve tarihte en büyük neden ve malzeme, elbetteki insandır. İşte bu tarihi olayları yaşayan, oluşturan insanlar arasında çeşitli zamanlarda sivrilmiş, lider

Otobüsten İndim BMW’ye Bindim / Baybars Altuntaş

 


Otobüsten İndim BMW’ye Bindim

Otobüsten İndim BMW’ye Bindim’den…

Ünal Bey, bizi kapıda karşıladı ve tam saat 10.00’da Diyanet İşleri Başkanı’nı telefonla aradı.

“Efendim, Manisa Belediye Başkanı Bülent Kar ve beraberinde Baybars Altuntaş geldiler. Dünyayı Kurtaracak Adam. Alıyorum müsaadenizle.” Ardından gazeteyi bana gösterdi.

“Büyük başarı, tebrikler.Başkanımızın da çok hoşuna gitti. Buyurun ben sizleri içeri alayım.”

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu çok mütevazı bir şekilde bizleri karşıladı. Masasının üstünde de benim haber. “Nedir bu Obama meselesi” dedi. Aslında benim randevu talebim bambaşka bir konuyla ilgiliydi ancak toplantımızın önemli bir kısmı Obama’nın zirvesi ve girişimcilik hakkında sohbetle geçti. Oğlunun da girişimci olmasını isteyen Başkan, benimle tanıştırmak istediğini söyledi.Bizi çok iyi ağırladı ve yaklaşık yarım saat sonra odasından iyi niyet dileklerimizle ayrıldık. Toplantıda benim için çok önemli olan asıl konu ikinci planda kalmış, Obama’nın zirvesi birinci konu olmuştu. Sanki Obama’ya gitmeden evvel, Diyanet İşleri Başkanımızın hayır duasını almaya gelmişim gibi bir durum ortaya çıkmıştı.

Diyanet İşleri Başkanı’nın Özel Kalem Müdürü Ünal Bey, Bülent Kar’a dönerek, “Başkan, siz Ankara’ya pek gelmediğiniz için bilmezsiniz.

Ankara bürokrasisinde pek çok Manisalı vardır. Örneğin Çalışma Bakanı’nın Özel Kalem Müdürü Mehmet Kasapoğlu, KOSGEB Başkanı Mustafa Kaplan, Kalkınma Bankası Genel Müdürü Abdullah Çelik, daha niceleri çok etkin görevdeler. Ben de sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 30 yılımı dolduruyorum ve ayrıca Türkiye Özel Kalem Müdürleri Derneği’nin de başkanlığını yürütüyorum. Ankara’ya gelmişken isterseniz bu arkadaşlardan da randevu alayım, kendilerini ziyaret edin. Çok memnun olurlar” dedi.

“Valla Ünal Bey, bizim Ankara’daki işimiz bitti. Yarın sabahki uçakla dönüyoruz. Vaktimiz bol. Siz randevuları alırsanız biz de gider ziyaret ederiz, hem de Dünyayı Kurtaracak Adam’la tanıştırırız kendilerini.”

Bir de programımızda olmayan Manisalı üst düzey bürokratları ziyaret çizelgesi çıkartmıştı Ünal Bey. Dışarı çıktık, güneş parlıyor.

Ankara’da Planlanmamış Bir Bürokrasi Turu

Saat 11.30.Diyanet İşleri Başkanlığıyla aynı yol üzerinde olduğu için önce Çalışma Bakanı’nın Özel Kalem Müdürü Mehmet Kasapoğlu’nu ziyaret ettik. Daha

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)