✦✦✦ Dijital Yazıların ve Romanların Yeni Sayfası www.ebooksun.blogspot.com 'un Katkılarıyla Hazırlanmıştır ✦✦✦ Aşk Romanları, Tarihi Romanlar, Kitap Önerileri, PDF Kitaplar, 2025 Kitapları, Roman İncelemeleri, Ücretsiz Kitaplar, En Çok OkunanlarEn Çok Okunan Romanlar, Yeni Çıkan Kitaplar 2025, PDF Kitap Siteleri, Kitap Tavsiyeleri, 2025 Roman Önerileri, Kitap Blogları, Kitap Özetleri, Yazar Biyografileri, Kitap Yorumları, PDF Kitap İndir, ePub Kitap İndir, Kitap Serileri, Yerli Romanlar, Yabancı Romanlar, Polisiye Romanlar, Bilim Kurgu Romanlar, Dram Romanları, Fantastik Kitaplar, E-Kitap Romanlar, Ücretsiz Roman Oku

Translate

📚 Zeki Güneş Romanları – Destansı Anlatılar, Derin Karakterler, Unutulmaz Hikâyeler Türk edebiyatına gönül vermiş bir yazar olarak dijital ortamda yazdığım romanlar; tarih, aşk, ihanet, kahramanlık ve insanın iç yolculuğu gibi evrensel temaları işler. Her satırda okuru geçmişe götüren bir iz, her paragrafta geleceğe seslenen bir umut gizlidir.

Romanlarımda işlediğim temel konular:

🏹 Tarihi Türk Destanları

💔 Aşk, Sadakat ve İhanet

⚔️ Savaş ve Barış Arasında Kalmak

🧠 İçsel Yolculuk ve Bilgelik

🌌 Mistik Anlatılar ve Evrensel Kodlar

📜 Töre, Kut, Yemin ve Göçebe Kültürü
Kutlu Yeminler, Sadakat ve İhanet, Gölgelerin Fısıltısı, Güneşin Sırlı Çağrısı, Formülün Ardındaki Evren gibi özgün romanlarımda; okuyucuyu sadece bir olay örgüsüne değil, derin düşünsel ve duygusal katmanlara da davet ediyorum.
Her bölüm, özenle işlenmiş bir yapboz parçası gibi kurgulanmıştır. Sade ama etkileyici bir dil kullanarak herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği anlatılar sunmayı hedefliyorum.

📖 Dijital Ortamda Yazdığım romanlar hakkında daha fazla bilgi edinmek ve tüm bölümlere ulaşmak için blog menüsünü kullanabilirsiniz.

✍️ Yazar: Zeki Güneş – Kelimelerle Kurulan Dünyaların Yolcusu Ben Zeki Güneş. Dijital ortamda yalnızca hikâyeler değil, zamanın ruhunu da yakalamaya çalışan bir yolcuyum. Yazarlık benim için bir meslek değil; bir mücadele, bir dua, bir kutlu yürüyüştür.

📍 Türkiye’nin köklü kültüründen beslenen bir yazar olarak, eserlerimde hem tarihi temalara hem de çağdaş insanın ruhsal bunalımlarına yer veriyorum. Her romanım, insana dair temel sorulara cevap arayan bir keşif yolculuğudur.

🎯 Yazar Olarak Hedefim: Türk edebiyatında özgün ve kalıcı eserler bırakmakOkuyucunun sadece gözünü değil, kalbini de doyurmakTarihi, matematiği, bilimi ve aşkı bir potada eriterek anlamlı hikâyeler kurmak

📚 Öne Çıkan Romanlarım: Kutlu Yeminler – Son Çağrılar: Oğuz ruhunu yeniden dirilten destansı anlatı Sadakat ve İhanet: Aşk ile ihaneti aynı çizgide buluşturan dramatik roman Güneşin Sırlı Çağrısı: Antik Mısır’dan yıldızlar arası yolculuğa uzanan bir keşif Formülün Ardındaki Evren: Matematiğin insan ruhuna açılan kapısı Gölgelerin Fısıltısı: Sessiz kalmışların ve unutulmuşların iç sesi

🖋️ Yazmak benim için; geçmişe saygı, bugüne tanıklık, geleceğe mirastır. Her kelimede inanç, her cümlede emek vardır. Bu yolda bana eşlik ettiğiniz için minnettarım.Romanları Reklamsız PDF olarak Satın Almak İsteyen Arkadaşlar guneszeki53@gmail.com adresinden bana ulaşabilirler

 



 





150 Bölümlük 312 Sayfalık Ormanın Sırlarına Yolculuk PDF Olarak 220 tl 16 Bölümlük 127 Sayfalık Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 200 tl 19 Bölüm 112 Sayfalık Aşk ve Tehlike 200 tl 42 Bölüm 158 Sayfalık Aşkın Son Perdesi 210 tl ***guneszeki53@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz***

8 Eylül 2025 Pazartesi

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 48 – Kayıp Haritanın Gözü

Yıldızların gökyüzünde titrek ışıklarla dans ettiği o sessiz gecede, Arel, Elara ve Tılsım, Kadim Göl’ün kıyısında kurdukları küçük kampta, yanan ateşin etrafında derin düşüncelere dalmışlardı. Her biri zihninde farklı sorularla boğuşurken, göl yüzeyine yansıyan ay ışığı, sanki geçmişin hayaletlerini suyun altından yüzeye çağırıyordu.

Elara, omzundaki eski deri çantasını yavaşça açarak, içinden parçalanmış, köşeleri yanık bir harita çıkardı. “Bu, babamın güncesinden kalan tek şey,” dedi fısıltıyla. Arel haritaya dikkatle baktı. Gözle görülemeyecek kadar ince bir sembol, haritanın sağ alt köşesinde parlıyordu. Sembol, yıllardır unutulmuş bir dilde yazılmıştı: Aranethçe. Bu dil, ormanın en eski sırlarını taşıyan halkın diliydi.

Tılsım, ateşin gölgesinde kıvrılan bir yılana benzeyen sembolü görünce yerinden kalktı. “Bu sembol, ‘Gözcü’nün Gözünü’ temsil eder,” dedi. “Efsaneye göre, Gözcü’nün Gözü yalnızca içsel pusulası doğru olanlara yol gösterirmiş.” O an sessizlik çöktü. Herkes aynı şeyi hissediyordu: Bu harita artık sadece bir kağıt parçası değil, onları ormanın kalbine götürecek bir anahtardı.

Sabah olduğunda, üçlü, haritadaki sembole uygun bir yön tayin ederek gölün kuzeyine doğru yürümeye başladı. Gittikleri yol, ormanın en az bilinen bölgelerinden geçiyordu. Ağaçlar daha gür, gölgeler daha yoğundu. Havanın dokusu bile değişmişti sanki; nefes almak bile mistik bir deneyim haline gelmişti.

İkinci günün sonunda, yoğun sisle kaplı bir vadinin kenarına vardılar. Vadinin içi görünmüyordu, fakat haritada burası “Kayıp Dalgıçlar Vadisi” olarak işaretlenmişti. Elara, içindeki sesi dinleyerek aşağı inmeleri gerektiğini söyledi. Arel kararsızdı, fakat Tılsım’ın gözlerindeki kararlılığı görünce geri adım atmadı.

Vadinin derinliklerine indiklerinde, gözlerini yakan mor renkte bir ışık yayılıyordu. Bu ışık, haritadaki sembolü andıran şekillerle vadi duvarlarına işlenmişti. Arel parmaklarını duvardaki bir işarete sürdüğünde, yer hafifçe titredi ve önlerinde saklı bir kapı açıldı. Kapının ardında, yosunlarla kaplı eski bir tapınak vardı.

Tapınağın içi, geçmiş zamanların yankılarıyla doluydu. Duvardaki kabartmalarda, ormanın doğuşu, ilk gözcüler ve zamanla unutturulmuş bir yemin anlatılıyordu. Bu yemin, sadece gerçek kalple yapılan yolculuklara ormanın sırlarını açıyordu. Elara’nın elleri titredi. “Babam bu yeminle yaşıyordu,” dedi. “Şimdi sıra bizde.”

Tapınağın en alt odasında, sarkıt ve dikitlerin arasında, yere gömülmüş bir daire şeklinde taş gömülüydü. Haritadaki sembol buraya oturuyordu. Arel haritanın yırtık parçasını taşın üzerine yerleştirdiğinde, taş birden dönmeye başladı ve içinden altın renkli bir ışık yükseldi. Bu ışık, tapınağın tavanına yansıyarak gökyüzü haritası oluşturdu.

Ama asıl sürpriz ışıklar sönünce ortaya çıktı: Tapınağın arka duvarında bir geçit belirmişti. Geçidin üzerinde şu kelimeler yazılıydı: “Ancak kim olduğunu unutursan, kim olman gerektiğine ulaşabilirsin.”üçlü geçide adım atmak üzere birbirlerine bakıyordu. Geçitten gelen esinti, geçmişin tozunu savurmuş, onları sıradaki büyük sırrın eşiğine getirmişti. Artık geri dönüş yoktu. Orman, onları en derin köklerine çağırıyordu.

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 47 Gölge Yolcuları


Ormanın koynunda geçen her saat, doğanın diliyle konuşan bir sır daha fısıldıyordu kulaklara. Gökyüzü, yaprakların arasından sızan soluk ışıklarla geceye hazırlanırken, Lina'nın yüreği, karşılaştıkları büyülü varlıkların etkisiyle hâlâ çarpıyordu. Kimi zaman sesini bastırmaya çalışıyor, kimi zaman içindeki sezgilere kulak veriyordu. Çünkü artık bildiği bir şey vardı: Bu orman, sadece ağaçlardan, kuşlardan ve rüzgârdan ibaret değildi. Burası, geçmişin yankılarının geleceğe doğru yürüdüğü yaşayan bir varlıktı.

Tarihin unutulmuş harfleri gibi yerde yatan taşlar, sembollerle kaplıydı. Her biri, farklı bir zaman diliminden izler taşıyordu. Yüzyıllardır kimsenin geçmediği patikalardan yürürken, Ayverdi’nin gözleri hep uyanıktı. Elindeki eski haritayı defalarca kontrol etse de içinden bir ses, artık pusulaların değil, kalbin yön göstereceğini söylüyordu.

Onların ardından yürüyen sessiz gölgeler de vardı. Kim oldukları belli değildi ama ayak sesleri bile çıkmıyordu. Sadece çalılıkların hafif titreyişiyle fark ediliyordu varlıkları. Belki de ormanın ruhuydu bu, belki de çok daha eski bir lanetin bekçileri.

Lina, birden olduğu yerde durdu. Karşısında, gövdesi tamamen yosunlarla kaplı, dalları gökyüzüne dua eder gibi uzanan devasa bir ağaç vardı. Gözleri büyüdü. Bu ağacı eski tabletlerde okumuştu; “Görülmeyenler Ağacı” olarak adlandırılıyordu. Efsaneye göre bu ağaç, bir zamanlar ormana ayak basan ilk bilgenin gözyaşlarıyla büyümüştü ve yalnızca kalbinde gerçek niyeti taşıyanlar tarafından görülebilirdi.

Ayverdi yaklaştı, dikkatle baktı. “Görüyor musun?” diye sordu Lina’ya. Cevap sessizlikti. Çünkü Ayverdi, ağacı görmüyordu. Bu durum, Lina’nın içine tuhaf bir gölge düşürdü. Her şeyin merkezinde artık yalnızca kendisinin olduğunu hissetti. Belki de bu yolculuğun nihai anahtarıydı o.

Ağacın gövdesine yaklaştığında bir fısıltı duydu:

“Her adım, bir sır… Her sır, bir bedel…”

Bu ses dışarıdan değil, doğrudan zihnine akıyordu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ruhunda bir titreşim oluştu. Bir zamanlar dedesi tarafından anlatılan efsanelerin sadece masal olmadığını anlamıştı.

O sırada arkalarında bir hışırtı yükseldi. Gölge Yolcuları ortaya çıktı. Yüzleri yoktu, gözleri yoktu ama siluetleri vardı. Ne canlı ne de ölüydüler. Var oluşları, ormanın denge yasasının bir parçasıydı. Ne konuşurlar, ne dokunurlardı ama ormandaki düzenin bozulduğunu hissettiklerinde ortaya çıkarlardı.

Ayverdi hemen Lina’nın önüne geçti. “Sakın konuşma,” dedi fısıltıyla. “Bunlar sözcüklere değil, niyetlere karşılık verir.”

Gölge Yolcuları bir süre sessizce bekledi. Ardından biri Lina’ya yaklaştı. Elinde parlayan, taş işlemeli bir küre vardı. Küre, Lina’nın kalbine doğru süzüldü ve orada asılı kaldı. Lina’nın zihni aniden geçmişe sürüklendi. Rüyalarında gördüğü ormanlar, dedesinin anlattığı sırlar, eski yazıtlar… Hepsi bir bütün olarak anlam kazanmaya başladı.

Gözlerini yeniden açtığında Gölge Yolcuları yok olmuştu. Elinde parlayan küre vardı artık. Ayverdi’nin gözleri büyüdü.

“Bu… Bu, Ormanın Kalbi!” dedi şaşkınlıkla. “Bunu yalnızca seçilen biri taşıyabilir…”

Lina, başını yavaşça eğdi. Şimdi artık dönüş yolunun olmadığını biliyordu. Bu ormanın sırrı onun kaderiyle iç içeydi. Her adımda geçmişin gölgeleriyle, geleceğin bilinmezliğiyle yüzleşecekti. Ve bu, sadece başlangıçtı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 48 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 48 – Kayıp Haritanın Gözü

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 46: Kayıp Zamanın Haritası


Gökyüzü, puslu bir sessizlikle örtülmüş, yıldızlar geceyi terk ederken ormanın üzerini gri bir perde kaplamıştı. Elara ve Kael, Zaman Kuyusu'nun etrafında diz çökmüş, eski haritanın kadim desenlerini çözmeye çalışıyorlardı.

Harita, zamanın farklı katmanlarına açılan geçitlerin sembollerini taşıyor, ama hangisinin nereye çıktığını kestirmek imkânsız görünüyordu. Elara’nın gözleri bir noktaya takıldı: sonsuzluk işaretinin çevresinde kıvrılan bir yılan figürü. Bu sembol, zamanın kendi kuyruğunu yutan yapısını mı anlatıyordu?

Kael’in parmakları haritanın kenarındaki yazılarda gezindi. Yazılar, Antari halkının kadim dilindeydi ama büyüyle oyulmuşlardı. “Geçmişin izini sürmek, geleceğe saplanan bıçağı görmek gibidir,” diye fısıldadı Kael. Elara, bu sözlerin anlamını düşünürken, haritanın merkezindeki kristal damarın ışıldadığını fark etti. Işık yayılıyor, yavaşça havaya yükseliyordu. Aniden haritanın üstüne çöken karanlık, bir gölge gibi yükseldi ve etraflarını saran alan titremeye başladı.

Zaman kayması başlamıştı.

Birden orman kayboldu. Yerine sisli bir ova ve kıvrımlı bir nehir çıktı. Elara’nın gözleri önünde değişen manzara, bir zaman çarkı gibi dönüyordu. Kael’le birlikte ayakta durmaya çalışırken, zemin ayaklarının altından çekiliyor gibiydi. Sonunda sabit bir ana vardılar. Gözlerini açtıklarında karşılarında yaşlı bir adam duruyordu: gözleri yıldız tozu gibi parlayan, pelerinine yapraklar işlemiş bir varlık.

“Ben, Zaman Bekçisi Varnor,” dedi adam, sesi derinlerden gelen bir yankı gibiydi. “Beni çağıran harita sizdeyse, artık geçmişe gidebilir ama bedelini ödemeden dönemezsiniz.”

Elara öne çıktı. “Bize Nirelia’nın doğumunu gösterebilir misiniz? O zamanın kökenlerini, bu savaşın nedenlerini bilmek istiyoruz.”

Varnor başını salladı. Asasını yere vurduğunda etraflarında parlayan bir küre oluştu. Küre onları içine çektiğinde Elara, kendisini yüzlerce yıl öncesinde buldu. Henüz orman bile doğmamıştı. Sadece boşluk, rüzgâr ve ilk ışığın titreşimi vardı. Birden gökyüzünden bir kıvılcım düştü toprağa. Bu kıvılcım, Nirelia’nın özünü taşıyordu: ışıkla karanlığın ilk karşılaşmasından doğan bir canlı.

Elara’nın kalbi hızla çarpıyordu. Gördüğü şey, Nirelia’nın yalnızca bir yer olmadığını, yaşayan bir bilinç olduğunu anlatıyordu. Kökler zamanla toprağa yayıldı, rüzgâr ağaçlara dönüştü ve gölgeler canlılara hayat verdi. Ama her doğumun içinde bir çöküş tohumu da vardı. Işıkla birlikte düşen başka bir parça daha vardı: karanlık bir öz. Nirelia’nın içine sızmış, bekleyen bir felaketti bu.

Kael’in sesi Elara’nın kulağında çınladı: “Gördün mü? Nirelia’nın kalbinde ikilik var. O karanlık, şimdi geri dönüyor.”

Görüntü bir anda dağıldı. Elara ve Kael yeniden Zaman Kuyusu’nun başında buldular kendilerini. Ama bu kez yalnız değildiler. Harita hâlâ ışıldarken, ormanın derinliklerinden gelen ayak sesleri büyüyordu. Varnor’un sesi rüzgarla birlikte tekrar duyuldu: “Siz artık zamanı kırdınız. Artık peşinizde olanlar sadece insanlar değil.”

Gökyüzü aniden karardı. Ağaçlar titredi. Ve Zaman Kapısı aralandı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 47 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 47 Gölge Yolcuları

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 45 – Sonsuz Gölgelerin Ardındaki Gerçek


Güneşin ilk ışıkları ormanın en yüksek ağaçlarının arasından süzülürken, Lina’nın yüzüne hafifçe değdi. Toprağın nemli kokusu ve yaprakların üzerindeki çiğ damlalarının parıltısı, geceden kalan büyüyü hâlâ canlı tutuyordu. Uyandığında yanındaki taşın üstünde bir tüy buldu; bembeyaz, ipeksi ve neredeyse ışık saçan bir tüy. Bunun, Ruh Kuşu’na ait olduğuna emindi. Kalbinin derinliklerinde bir yerlerde, artık her şeyin sona yaklaştığını hissediyordu.

Zaros ve Mirna çoktan uyanmış, kampın çevresinde nöbet tutmuşlardı. Ancak bu sabah, her zamankinden daha sessiz ve gergindiler. Çünkü o gün, Ebedi Gölge’ye varacaklardı. Ormanın en karanlık, en kadim ve en korunaksız bölgesine... Yüzyıllar boyunca hiçbir canlının çıkamadığı derin vadilere, sisli yarıklara ve konuşan taşlara.

Yola koyulduklarında, ormanın tonu değişti. Kuşlar artık ötmez oldu, rüzgar ise yönünü şaşırmış gibiydi. Ağaçların kabukları üzerindeki eski simgeler, parlamaya başladı. Lina, bunların Kehanet Yazıtları olduğunu fark etti. Mirna, bu yazıtları yüksek sesle okurken ormanın kendisi bile kulak kesilmişti. Her kelime, çevrelerindeki taşlara yankılanıyor, zamanın dokusuna işleniyordu.

Ebedi Gölge Vadisi’ne vardıklarında her şey durmuş gibiydi. Rüzgar esmez, nehir akmaz, yapraklar düşmez olmuştu. Zaros yere diz çöktü. "Burası zamanın kıvrıldığı yer," dedi. "Burası, kaderin kendisiyle yüzleştiği sınırdır."

Vadiye girdiklerinde, gölgeler kendi içlerinde kıpırdamaya başladı. Her biri, içlerinden birinin geçmişinden gelen bir hatırayı temsil ediyordu. Lina’nın karşısına annesi çıktı. Ama canlı değil; hayal gibi bir suret. Gözleri boş, sesi yankıdan ibaretti: "Gerçeği görmeye hazır mısın, Lina?"

Lina’nın adımları ağırlaştı. Her adımda, geçmişiyle yüzleşiyor, kendisini yıllar boyunca koruyan maskelerin yavaş yavaş kırıldığını hissediyordu. Mirna da aynı şekilde, kaybettiği ikiz kardeşini görmeye başladı. Onu sonsuzlukta kaybetmişti ama şimdi burada, gölgenin içinde onunla yeniden konuşabiliyordu. Gözyaşları içinde, yıllardır bastırdığı suçluluk duygusunu serbest bıraktı.

Zaros’un ise gölgesi bile farklıydı. Çünkü onun geçmişi, bin yıllık bir sırrın parçasıydı. O, sadece bir rehber değil; Ormanın ilk muhafızlarının son varisiydi. Gölgeler ona karşı düşmanca yaklaştı, çünkü o, bir zamanlar ormanın dengesi bozulduğunda sırtını dönmüştü. Ancak bu kez kaçmayacaktı. Kılıcını toprağa sapladı ve gölgelerle yüzleşti.

Vadi’nin merkezine geldiklerinde bir taş sunak yükseliyordu. Bu sunağın etrafı, binlerce küçük tılsımla çevriliydi. Ortasında, Ruh Kuşu’nun altın tüylerinden yapılmış bir miğfer vardı. Bu, efsaneye göre Ormanın Hafızası’nı taşıyandı. Lina, titreyen elleriyle miğferi başına geçirdiğinde, gözleri bir anda beyazlaştı ve tüm geçmiş, şimdi ve gelecek tek bir çizgiye dönüştü.

Lina artık yalnızca bir arayıcı değildi. O, Ormanın Sözcüsü olmuştu. Ağaçların ruhları, taşların sesleri, yıldızların yankısı onun içinde konuşmaya başladı. Gözlerini açtığında, vadideki gölgeler bir bir dağılmaya başlamış, karanlık yerini ışığa bırakmıştı.

Ancak bir tehlike hâlâ sürüyordu. Vadi aydınlandıkça, alt katmanlardan bir şeyler kıpırdamaya başladı. Binlerce yıldır zincirlenmiş olan İlk Gölgeler, uyanıyordu. Onlar, ormanı yok eden ilk lanetin taşıyıcılarıydı. Ruh Kuşu’nun tüyleriyle Lina’nın elde ettiği güç, sadece gölgeleri temizlemekle kalmamış, aynı zamanda zincirleri de zayıflatmıştı.

Zaros kılıcını eline aldı. “Henüz bitmedi,” dedi. “Gerçek savaş, şimdi başlıyor.”

Mirna, büyülü asasını ışıkla doldurdu. “Kendi geçmişimize meydan okuduk. Şimdi, ormanın geleceği için savaşacağız.”

Lina başını göğe kaldırdı. Gökyüzü, ilk kez tamamen açıktı. Ve yıldızlar, konuşuyordu. Çünkü ormanın kaderi artık onların elindeydi — ve gölgeler, son bir kez daha yükselecekti.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 45 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 46: Kayıp Zamanın Haritası

2 Eylül 2025 Salı

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Gölge Tahtının Ardında



Ormanın kalbinde yankılanan uğultular, yalnızca rüzgarın ağaç yapraklarına fısıldadığı sıradan bir ses değildi. Bu kez doğanın kendi diliyle konuştuğu, varlığını unutulmuş bir kudretin yeryüzüne inişi gibiydi.

 Elara, Arel ve Niva, Gölge Tahtı'nın izini süren eski yoldan ilerlerken, her bir adımda toprağın altından gelen titreşimleri hissediyorlardı. Kayıp varislerin soyundan gelenlerin yalnızca kaderi değil, geçmişin kefareti de bu yolculuğun üzerindeydi.

Ağaçların arasından beliren eski mermer sütunlar, zamanla yosunla kaplanmış olsa da üzerlerindeki oymalar hâlâ canlıydı. Bu oyma şekilleri, ormanın en eski efsanesini anlatan bir mitin parçalarıydı. Sütunların arasında ilerlerken, Niva fısıltıyla konuştu: “Burası... İlk kurbanların sunulduğu alan olabilir.” Sesi hem korku hem de merakla titriyordu.

Arel, elindeki pusulaya benzeyen ama sihirle çalışan aleti inceledi. Gölge Tahtı’nın enerjisiyle rezonansa giren bu antik aygıt, pusulanın ibresi gibi değil; ruhun nabzı gibi hareket ediyordu. İbre, sola doğru kıvrıldığında, içlerinden birinin geçmişindeki karanlık bir anı yeniden yaşadığı hissediliyordu. Elara durdu. Solgun bir ışık gözlerinde parladı. “Bu taht sadece gücü değil, gölgeleri de hükmedene bağlar.”

Derin vadinin ucunda göğe uzanan kadim taş yapı görünmeye başladığında, ormanın sesi değişti. Kuşlar susmuş, yapraklar hareketsizleşmişti. Sanki doğa, onların gelişini izliyor, yaklaşan yüzleşmeye sessiz tanıklık ediyordu. Zemin, eski büyülerle işlenmiş izlerle kaplıydı. Bazı semboller tanıdıktı; bazıları ise hâlâ çözülememiş bir dilin yankısıydı.

Gölge Tahtı’nın bulunduğu yapı, bir tapınaktan çok bir mahzen gibiydi. Girişinde diz çökmüş halde taşlaşmış bir figür duruyordu. Niva gözlerini kısmış baktı. “Bu... Elayna’nın son muhafızı olabilir. Efsaneye göre, son uyarıyı yapan bekçi, ruhunu taşla mühürlemişti.” Arel, figürün yüzüne eğildiğinde, gözlerinde hâlâ korkunun izini görebiliyordu. Taşın yüzeyine dokunduğunda ise içeriye çağrıldılar. Görünmeyen bir kapı, derin bir yankıyla açıldı.

İçeri adım attıklarında karanlık bir sessizlik onlara eşlik ediyordu. Sanki her nefes, taş duvarlara çarpıyor ve yankısıyla kendi geçmişlerini haykırıyordu. Gölge Tahtı, salonun tam ortasında yükseliyordu. Taht, taştan değil, kadim bir enerjiden yapılmış gibiydi.

Yüzeyinde gerçeklik dalgalanıyor, zaman kırılıyordu. Elara yaklaşırken içindeki bir parça kırıldı. Onun geçmişine ait bir sahne, tahtın etrafındaki havada belirdi: bir ihanet, bir yemin ve kopmuş bağlar…

Arel ise tahtın etrafındaki sembollere dikkat kesildi. “Bu bir mühür... Ama aynı zamanda bir davet. Gölge, ancak bir ruh tamamıyla kendi karanlığıyla yüzleştiğinde kontrol altına alınabilir.” dedi. Niva, titreye titreye geri çekildi. “Yani... Tahta oturacak kişi, gölgeleri de kendi ruhuyla barındırmak zorunda kalacak.”

Elara, tereddüt etmeden öne çıktı. Kalbindeki acılar, pişmanlıklar, kayıplar ve öfke bir bir gözlerinde belirdi. Gölge Tahtı onu tanımıştı. Tahtın enerjisi, Elara’nın etrafında dalgalar gibi dönmeye başladı.

 Sanki bir tür hesaplaşma başlamıştı. Ruhunun en karanlık parçaları gün yüzüne çıkıyor, bastırılmış anılar hayalet gibi çevresinde dönüyordu.

Bir an için, her şey durdu. Işık ve gölge birleşti. Elara gözlerini açtığında yalnız değildi. İçinde kaybolmuş tüm benlikleri, farklı zamandaki yüzleri ve kararları karşısında duruyordu.

“Beni yargılayacak olan yalnızca kendimim,” dedi kararlı bir sesle. Gölge Tahtı, Elara'nın sözlerine karşılık verir gibi titredi. Parlayan halkalar tahtın etrafında dönerken, Niva ve Arel hayranlıkla izledi.

Sonunda Elara tahtın üzerine oturdu. Gözleri artık geçmişteki gibi değildi. Derin, karanlık ama aynı zamanda aydınlıkla dolu bir bakış... Ruhundaki ikilik çözülmüş, gölgeyle barış yapılmıştı.

Tahtın tepesindeki sembol yandı. Gölge Tahtı artık yeni sahibini kabul etmişti. Ama bu sadece başlangıçtı. Çünkü her karanlığın ardında daha derin bir sır yatıyordu…


📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 45 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 45 – Sonsuz Gölgelerin Ardındaki Gerçek

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 43 – Kayıp Zamanın Peşinde

  


Ormanın derinliklerinde geçen onlarca günün ardından, artık ne zamanın ne de mekânın anlamı kalmıştı. Rüzgar, yaprakların arasından geçerken geçmişin fısıltılarını taşıyor, ayaklarının altındaki toprak ise sanki başka bir çağın izlerini saklıyordu. Elara ve Kael, karşılarında açılan yeni patikada ilerlerken, ormanın büyüsü artık onların tenine işlemiş gibiydi.

Gökyüzü puslu bir grilikle örtülüyken, sis aralarından görünen taş bir yapı belirdi. Burası eski çağlardan kalma bir zaman tapınağıydı. Sadece ruhunu zamana adamış olanların girebileceği söylenirdi. Elara’nın kalbi tuhaf bir şekilde hızlandı. Çünkü ellerindeki harita, tam olarak burayı işaret ediyordu.

Kael, elini kılıcının kabzasına götürerek sessizce yaklaştı. “Burada bir şey var, hissediyorum,” dedi. “Sadece taşlardan ibaret değil. Burası yaşayan bir yapı.”

Tapınağın ön kapısında, dönen zaman çarklarının sembolleri vardı. Her biri farklı bir dönemi temsil ediyor, gözle bakıldığında bile insanın başını döndürecek kadar karmaşık bir sistem oluşturuyordu. Elara, yıllardır çözülemeyen bu sembolleri tek tek inceledi. Derken, sırt çantasından çıkardığı eski bir kitapla sembolleri eşleştirmeye başladı.

“Bu... Bu bir zaman mührü,” dedi heyecanla. “Her bir sembol bir kapıyı açıyor. Ama sırayla yapılmazsa, zamanı çarpıtabiliriz.”

Kael, temkinli bir adımla tapınağa yaklaştı. İçeri adım attıklarında, duvarlara yansıyan gölgeler harekete geçti. Sanki zamanda sıkışmış anılar canlanıyor, yaşanmış hayatlar bir film şeridi gibi önlerinden geçiyordu. Bir köylü çocuğu, zamanla savaşan bir bilge, aşkı uğruna her şeyi terk eden bir kraliçe... Hepsi burada bir iz bırakmıştı.

Birden, tapınağın merkezine ulaştılar. Burada yer alan devasa taş küre, zamanın özüydü. Yüzeyinde akan semboller, geçmişin ve geleceğin sınırlarını belirsizleştiriyordu. Elara, küreye yaklaşırken içinde yankılanan sesle irkildi:

“Zaman sana sadık kalmaz, ama sen ona sadakatle yaklaşabilirsen, seni ödüllendirir…”

Bu sözlerin ardından, Elara’nın elleri sembollere dokundu. Her bir dokunuş, duvarları titretiyor, zemindeki çarkları harekete geçiriyordu. Kael ise çevreyi korumaya devam ediyordu çünkü tapınak sadece zamana değil, dışarıdan gelen tehditlere de karşı kendini savunacak kadar bilinçliydi.

Birden duvarlardan biri açıldı ve içeride spiral şeklinde inen bir merdiven belirdi.

Elara tereddüt etmeden aşağı inmeye başladı. Merdivenin sonuna geldiklerinde, gözlerinin önüne eski bir zaman havuzu çıktı. Su değil, ışıkla dolu bir göldü bu. Yüzeyine bakan herkes, geçmişini görüyordu.

 Elara, göle baktığında babasının gençliğini, annesinin gözyaşlarını, kendisinin çocukluğunu gördü. Kael ise, görmemeyi umduğu karanlık bir geçmişe tanık oldu. Bu göl, sadece zamanı değil, insanın kendi iç yüzünü de yansıtıyordu.

Ama daha derinlerde, gölün merkezinde bir anahtar parlıyordu. Bu, kayıp zamanın anahtarıydı. Onu almak isteyenin geçmişle yüzleşmesi gerekiyordu. Elara gözünü kırpmadan ilerledi. Gölün ışıkları onu yutarken Kael arkasından “Dikkatli ol!” diye bağırdı. Fakat Elara çoktan içine adım atmıştı.

Bir anda başka bir zamana ışınlandı. Burası, ormanın doğmadan önceki haliydi. Sonsuz bir boşluk, sadece ışık ve rüzgarın olduğu bir evren. Elara burada, ormanın ilk tohumunun nasıl ekildiğine tanık oldu. Zamanın ilk doğduğu ana… Bu görüntüyle birlikte, gölden çıkan anahtarı eline aldı.

O an geri döndüğünde, gözleri parlıyordu. Artık yalnızca bir yolcu değil, zamanın bir taşıyıcısıydı. Kael ona uzanarak elini tuttu. “Ne gördün?” diye sordu.

“Elimizdeki her saniye bir mucize,” dedi Elara. “Ve biz, bu mucizeyi korumakla yükümlüyüz.”

O sırada gölde beliren yeni bir figür, onların hâlâ takip edildiğini hatırlattı. Çünkü zamanın efendileri, böyle bir sırrın açığa çıkmasını istemezdi. Ama Elara ve Kael artık geri dönmeye değil, daha da derine inmeye kararlıydılar. Çünkü her adımda daha büyük sırlar, daha tehlikeli seçimler ve daha büyük kaderler onları bekliyordu.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 44: Gölge Tahtının Ardında

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 42: Gölgedeki Hakikatler

 


Ormanın sabah sisi, yaprakların arasında ağır ağır yükselirken, grubun ilerleyişi yavaşlamıştı. Yorgunluk, sadece bedenlerini değil, düşüncelerini de kemiriyordu. Her biri, artık bu yolculuğun bir arayıştan fazlası olduğunu seziyordu—kendi içlerindeki hakikatleri buldukları bir yolculuk…

Dalia, önden ilerlerken etrafı dikkatle süzüyor, her çıtırtıda elini hançerine götürüyordu. Ama bu defa düşmandan çok bir cevap arıyordu. Kaç gündür takip ettikleri kadim izler, onları “Gölgeler Havuzu” denilen yere getirmişti—efsanelerde adı geçen, gerçeklik ile hayal arasındaki sınırda salınan o gizemli göle.

Göl, sabah sisinde neredeyse görünmezdi. Ama yaklaştıklarında suyun üzerinde dans eden kıvrımlar, bir tür enerjiyle parlıyordu. Gruptan ilk konuşan Lysas oldu.

"Bu... bu bir göl değil. Bu bir ayna."

Suyun üzerine eğildiklerinde, her biri yalnızca yüzünü değil; geçmişteki acılarını, hatalarını ve seçimlerini de görüyordu. Alaric, bir an için gözlerini kaçırdı. Orada, babasının ihanetini, annesinin son bakışını ve kendi sessiz kaçışını görmüştü.

Dalia, göle eğildiğinde kendi içinde kayboldu. Yüzeyde bir çocuk belirdi—ağaçların arasında gülümseyen, hiçbir kötülük görmemiş bir kız çocuğu. Ama bir anda yüzündeki tebessüm soldu, arkasında alevler yükseldi, çığlıklar duyuldu. Dalia geri çekildi, nefesi daraldı.

"Bu yer... bizi içimizle yüzleştiriyor," dedi kısık bir sesle.

Ancak göl sadece yüzleştirmiyordu. Bir şey daha yapıyordu: Seçileni çağırıyordu. Lysas’ın avuç içi yanmaya başladı. Onun taşıdığı taş, hiç olmadığı kadar parlak bir ışıkla göle yöneldi. Taş, gölün yüzeyine yaklaştığında su dalgalandı, sonra çekilmeye başladı. Su geriye çekilirken altında spiral şeklinde dönen taş yollar, eski yazıtlarla kaplı bir zemin ortaya çıktı.

Dalia fısıldadı: "Burası... Gölge Mabedi'nin giriş yolu olmalı."

Hep birlikte merdivenlerden aşağı indiler. Spiral yolun sonunda büyük bir taş kapı vardı. Üzerinde şu yazılıydı:

“Kendini bilmeyen, bu kapıdan geçemez. Çünkü karanlık, kendi gölgesinden korkanı yutar.”

Kapı açılmadan önce her biri sırayla elini taşlara koydu. Kapı, kim olduklarını kabul ettiklerinde, geçmişleriyle barıştıklarında aralandı.

İçerisi serindi, ama huzurluydu. Tapınak salonunda çok eski bir masa, taş sütunlar ve bir zamanlar burada yaşayan kadim bir halkın izleri vardı. Duvarlardaki resimler, ormanın sırlarını koruyan bir topluluğun, zamanla gölgeye karıştığını anlatıyordu. Bu, Ormanın Ruhları'nın gerçek kökeniydi.

Birden tavanın orta kısmı açıldı ve ormanın ışığı, doğrudan salonun merkezine düştü. Işık, Lysas’ın taşıdığı sembolün üzerine odaklandı. Sembol, eski bir düzenin mührüydü.

Lysas yere çömeldi. “Bu bizim değil… Bu, bizden önce gelenlerin mirası. Ve biz… sadece taşıyıcılarıyız.”

Dalia başını salladı. “Ama artık miras da sorumluluk da bize ait.”

O sırada, karanlık bir fısıltı salonu doldurdu. Gölgenin içinden bir figür belirdi. Siyah pelerinli, yüzü maskeyle örtülü bir varlık. Düşman değildi; zamanın bir yankısıydı.

"Gerçeği aradınız. Şimdi hakikatin yükünü taşıyacak mısınız?" diye sordu.

Grup birbirine baktı. Kaçmak için çok geç, vazgeçmek için çok derindeydiler.

Alaric adım attı. “Gölgenin hakikati, ışığın sorumluluğudur. Ve biz artık kaçmayacağız.”

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 43: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 43 – Kayıp Zamanın Peşinde

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 41 – Kehanetin Gölgesinde

 


Gökyüzü, ormanın üzerinde gergin bir sessizliği andıran gri bulutlarla örtülmüştü. Yaprakların hışırtısı bile artık geçmişin yankısı gibi geliyordu kulaklara. Yüzyıllık ağaçlar, sanki gizli bir sırra şahit olmuşlar gibi daha da karanlık ve heybetli duruyordu. Elara, Azmar, Talen ve küçük Lios, bu sessizliğin içinde ilerlerken, adımlarının altında çıtırdayan dallar, ormanın nabzını duyurur gibiydi.

Elara’nın gözleri, Kehanet Mağarası’nın derinliklerinden gelen soluk ışığı yakaladığında kalbi aniden hızlandı. Bu mağara, antik kitaplarda “Varlıkla Hiçliğin Kapısı” olarak geçiyordu. İçinde geçmişin bilgeleri tarafından mühürlenmiş kehanetler, bilinmeyen dillerde fısıldanan sırlar ve zamanın ötesinden gelen uyarılar yer alıyordu.

Azmar, içeri girmeden önce durdu. Gözleri Elara’ya döndü. “Bu kapıdan geçtiğimizde, artık geri dönüş olmayacak,” dedi. “Kehanet yalnızca doğru kişiye açılır. Yanlış kişinin dokunuşu, ormanı sonsuza dek uyandırabilir.”

Talen bir adım öne çıktı. “Yolumuz buraya kadardı,” dedi kararlı bir sesle. “Eğer bu kehanet tüm evrenin dengesini etkiliyorsa, Elara’nın içindeki güce güvenmeliyiz.”

Mağaranın girişi yosunlarla kaplıydı ama ortasında spiral şekilde işlenmiş bir sembol, Elara’nın kolundaki doğum lekesiyle birebir aynıydı. Elara, titreyen parmaklarıyla bu sembole dokunduğunda mağara derin bir iniltiyle cevap verdi. Yer titredi, taşlar aralandı ve içeride gizlenmiş bir ışık huzmesi dışarı taştı.

İçeri girdiklerinde, duvarlar antik yazıtlarla doluydu. Fısıltılar yankılanıyordu. Lios, sanki bu sesleri duyabiliyormuş gibi başını kaldırdı. “Onlar… konuşuyorlar,” dedi korkuyla. “Bize geçmişi anlatıyorlar.”

Duvarlarda, Elara’ya benzeyen bir kadının çizimi vardı. Yanında ise kara gözlü, uzun saçlı bir adam… “Bu senin annen olabilir,” dedi Azmar. “Ve yanındaki… belki de baban.”

Elara’nın gözleri doldu. Kim olduğunu, nereden geldiğini, neden seçildiğini artık anlamaya başlamıştı. Bu mağara onun doğduğu yerin bilgeliğini taşıyordu. Ve burada yazan kehanete göre, “Doğan ışık, karanlığın içinden geçip, yeni dengeyi kuracak.”

Ancak bir uyarı da vardı: “Işık, gölgeyle birleşmeden önce sınanacaktır. İhanet, en yakın elden gelecek.”

Bu sözler karşısında herkes suskunlaştı. Elara'nın aklına, yıllar önce onu terk eden biri geldi: Elvar… Karanlık tarafla birleştiğini duyduğu kardeşi. Eğer bu ihanet ondan gelecekse, kaderleri zorluklarla doluydu.

Mağaranın en sonunda, bir taş kürsü üzerine konmuş parşömen duruyordu. Parşömene dokunduklarında, görüntüler zihne işlenmeye başladı. Ormanın geçmişi, yıldızlardan gelen ilk varlıklar, evrenin doğumu ve dengenin kaybı… Hepsi birer sinema sahnesi gibi gözlerinin önünden geçti.

Elara orada, bir savaş alanında duruyordu. Karşısında ise Elvar. Gözleri siyahlaşmış, sesi fısıltıdan ibaret. “Sen hâlâ ışığın peşindesin, Elara. Ama ışık da yakar…”

Bu vizyon sona erdiğinde Elara dizlerinin üzerine çöktü. Talen onu tuttu, gözleri doluydu. “Bu savaş senin kaderin ama yalnız değilsin,” dedi.

Azmar, sessizce parşömene baktı. “Bütün işaretler doğru yolda olduğumuzu söylüyor. Ama zaman daralıyor.”

Mağaradan dışarı çıktıklarında hava değişmişti. Rüzgar fısıldıyordu. Doğa artık beklemiyordu. Ve Elara'nın içinde ilk defa karanlıkla barışık bir ışık yanıyordu. Artık sadece kehaneti yerine getirmek değil, geçmişin hayaletleriyle yüzleşmek zorundaydı.

Bu yolculuk, sıradan bir kurtuluş hikâyesi değil, evrenin yeniden yazılacak kaderinin başlangıcıydı.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 42: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 42: Gölgedeki Hakikatler

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 40: Sessizliğin Kalbindeki Yankı

 


Ormanın en derin, en ıssız noktasında yaprakların bile nefesini tuttuğu bir sessizlik vardı. Ay, yukarıda neredeyse hareketsiz asılı duruyordu; gökyüzü, yıldızların göz kırptığı sonsuz bir örtü gibi uzanıyordu.

Nil, Aras ve Deren bu kadim sessizliğin içinde, bir zamanlar sadece söylencelerde var olduğuna inandıkları “Ayna Dibi”ne yaklaşırken, yüreklerinde hem huzur hem de açıklanamaz bir endişe hissediyorlardı.

Ayna Dibi, ormanın kalbi denilecek kadar merkezde, her adımın yankılandığı ve zamanın başka türlü aktığı bir yerdi. Efsanelere göre bu gölet, ormanın bütün bilgeliğini içinde saklıyor, gökyüzünün yıldızlarıyla konuşabiliyordu. Aras’ın bile her zaman şüpheyle yaklaştığı bu efsane, şimdi çıplak gerçeğiyle karşılarında duruyordu.

Gölet, ayın ışığını cam gibi yüzeyinde tutuyor, en ufak bir rüzgârda bile titremiyordu.

 Nil, bir adım öne çıkıp suyun kıyısına çömeldi ve yansımasına baktı. Ancak gördüğü şey sadece kendi silueti değil, geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı bir görüntüydü.

“Burada zaman yokmuş gibi,” dedi Deren fısıltıyla. “Ya da belki zaman sadece bizi dışarıda bırakıyor.”

Aras, sırtındaki çantasını çıkarıp yere koydu. “Bu suya dokunmadan önce düşünmeliyiz,” dedi. “Burası sadece bir yer değil. Burası bir eşik.”

Nil başını çevirdi. “Ya eşiği geçersek? Ya bütün sırlar burada çözülürse?”

Bu sırada göletin üzerindeki hava hafifçe titremeye başladı. Sanki görünmeyen bir enerji, suyun üzerinden yükselerek onları sarmalıyordu. Gözle görülemeyen ama kalple hissedilen bu titreşim, içlerine işliyor, bilinçlerinin derinliklerinde bir kapı aralıyordu.

“Sanırım başladı,” dedi Deren, gözleriyle göğü tarayarak. Gökyüzündeki yıldızlar bir anlığına yer değiştirmiş gibi oldu. Aras, Nil’i yanına çekerek birlikte gölete doğru eğildi. Suya yansıyan görüntü değişti; ormanın ilk zamanlarına, efsanenin doğuşuna, atalarının bu toprağa ilk adım attığı ana götüren imgeler beliriyordu.

Her biri sırayla gölete baktı. Nil geçmişte kaybettiği annesinin gülümsemesini gördü. Aras, yıllar önce terk etmek zorunda kaldığı kardeşinin siluetini. Deren ise kendi çocukluğunu, korkularını ve özgürlüğe olan özlemini gördü.

“Bu sadece bir gölet değil,” dedi Nil, gözyaşlarını silerek. “Burası bir hatırlama yeri. Unutulan ne varsa burada ortaya çıkıyor.”

Tam o sırada göletin tam ortasında bir halka oluştu. Suyun içinden yükselen bu dairesel ışık, göğe doğru uzandı ve çevreyi aydınlattı. Ormanın ağaçları, sanki bu ışıkla birlikte canlandı. Dallar hışırdadı, yapraklar hafifçe dans etti. Doğa, kadim bir bilgeliği fısıldar gibiydi.

“Hazır mıyız?” diye sordu Aras, bir adım geri çekilerek.

“Hiçbir zaman tam anlamıyla hazır olmayacağız,” dedi Deren. “Ama buraya kadar geldiysek, devam etmeliyiz.”

Üçü, aynı anda göletin kenarına diz çöktü. Ellerini suya doğru uzattılar. Parmak uçları suya değdiği anda gökyüzü bir kez daha ışıkla doldu. Yüzeyde oluşan dalgalar onları içine çekmeye başladı. Her biri gözlerini kapattı. Bu, fiziksel bir yolculuk değildi; bu, bilincin derinliklerine, ormanın hafızasına yapılan bir geçişti.

Bilinçleri yavaş yavaş bulanıklaştı. Fısıltılar duyulmaya başlandı. Başta belli belirsiz olan sesler giderek netleşti: “Hatırla… Hatırla kim olduğunu… Hatırla neden burada olduğunu…”

Gözlerini açtıklarında farklı bir ormanda, zamanın ötesinde bir yerdeydiler. Gökyüzü mora çalıyordu, ağaçlar daha yüksek, yapraklar altın rengindeydi. Burada her şey daha gerçek, daha canlıydı. Ormanın özüyle bir olmuşlardı.

Ve işte oradaydı: “Kadim Bilge”. Yarı ağaç, yarı insan bir varlık; gözleri yüzyılların bilgeliğini taşıyor, sesi bir ormanın bütün uğultusunu içinde barındırıyordu. Bilge onlara doğru yürüdü ve konuştu:

“Son eşiğe hoş geldiniz. Şimdi karar verme zamanınız geldi. Geçmişi, geleceği ve kendinizi tam olarak hatırlayacak mısınız?”

Nil, Aras ve Deren birbirlerine baktılar. Gözlerinde artık korku yoktu. Sadece kararlılık ve kabulleniş vardı.

“Evet,” dediler üçü birden. “Hatırlamak istiyoruz.”

Kadim Bilge başını eğdi ve kolunu kaldırdı. Ormanın içinden yükselen ışıklar onları sardı ve her şey bir anda ışığa dönüştü…

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 41: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 41 – Kehanetin Gölgesinde

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 39: Zamanın Kırıldığı Yer


Ormanın kalbinde, sisin içinden zar zor seçilebilen antik bir taş yapı belirdi. Kayalar yosun tutmuş, rüzgârın ve zamanın aşındırdığı sütunlar arasından sızan ışık, binlerce yılın sırlarını fısıldar gibiydi. Elara, Ayra ve Kael adımlarını yavaşlattı. Sanki bir eşikten geçmek üzerelerdi; yalnızca mekânsal değil, zamansal bir eşik.

Ayra’nın parmakları bir taş levhaya dokundu. “Bu yazıtlar... bizim alfabemiz değil,” dedi fısıltıyla. Elara eğilip daha yakından baktı. Harfler, neredeyse titreşiyor gibiydi. Onlara bakan her göz, farklı anlamlar görüyordu. Kael, başını iki yana sallayarak geri çekildi. “Bu, bilinen hiçbir dile ait değil. Burası... zamanın kırıldığı yer olmalı.”

Bir an için her şey sustu. Orman rüzgârı durdu, yapraklar kımıldamadı, kuşlar ötmedi. Zaman durmuş gibiydi. Elara gözlerini kapadı. İçinde, o tanıdık çağrıyı duydu. Bir melodinin yankısı gibi, uzak ama belirgin. “Bizi buraya getiren ses,” dedi. “O burada. Bu yapının içinde bir yerde.”

İçeri girdiklerinde karanlık onları yuttu. Ancak taş duvarlardan yayılan soluk bir mavi parıltı yollarını aydınlatıyordu. Duvarlarda işlenmiş kabartmalar, geçmişin görüntülerini sunuyordu onlara: İlk koruyucular, zaman yolcuları, kehanetler... ve bir çocuğun doğumu. O çocuk Elara’ya çok benziyordu.

Ayra, titreyen sesiyle, “Bu sen misin?” diye sordu.

Elara cevap veremedi. Gözleri yaşlarla dolmuştu. Görüntü birden değişti: Ormanın yanışı, ağaçların çığlıkları, gökyüzünün yırtılması. Ve ardından üç figürün, yani onların, ormanın kalbine yürüyüşü.

“Biz bu döngünün parçasıyız,” dedi Kael. “Bu yolculuk sadece bizim kaderimiz değil. Bu, ormanın kaderi.”

Yol onları yapının merkezine götürdü. Yuvarlak bir salonda, ortasında dönen bir kristal küre vardı. İçinde zamanın akışı görünüyordu: geçmiş, şimdi ve gelecek aynı anda hareket ediyordu. Elara yaklaştı. Parmaklarını küreye uzattığında, bir anlığına her şey durdu. Gözleri kapandı ve ruhu başka bir yere sürüklendi.

Kendini bir vadide gördü. Vadi çiçeklerle kaplıydı. Ağaçlar fısıldıyor, gökyüzü gülümsüyordu. Ve orada, taşlar üzerine çizilmiş kehaneti okudu:

“Bir kalp üç bedene bölünür, orman uyanır, zaman kırılır. Sona ulaşan, başlangıcı bulur.”

Geri döndüğünde gözleri parlıyordu. “Anladım,” dedi. “Bu yolculuk bizi bir sona değil, bir başlangıca götürüyor. Zamanın başlangıcına. Orman’ı korumanın yolu, onun doğduğu yere dönmek.”

Kael ve Ayra sessizdi. Hepsi içsel olarak bunun son adıma yaklaştığını hissediyordu. Ama asıl soru hâlâ yanıtsızdı: Orman doğarken ne olmuştu? Ve Elara gerçekten kimdi?

O an kristal küre çatladı. Sarsıntılar salonu doldurdu. Tavan çatladı, ışık sütunları gökten indi. Bir ses, kulaklarının içinden değil, zihinlerinin derinliklerinden yankılandı:

“Zaman çözüldü. Seçim yapılmalı.”

Üçü birbirine baktı. Korku, kararlılık ve sevgiyle. Çünkü artık dönüş yoktu. Ve belki de ilk kez, kader ellerindeydi.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 40: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 40: Sessizliğin Kalbindeki Yankı

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 38: Sis Vadisinde Unutulmuş Zaman



Sis Vadisi’nin kenarına geldiklerinde, güneş artık tamamen kaybolmuştu. Gökyüzü morumsu bir griye bürünmüş, ay ışığı vadinin üzerine usulca düşmüştü. Vadinin içinden yükselen sisler, dalga dalga kıvrılarak onların ayaklarına kadar ulaşıyordu. Her adımda geçmişin yankıları, unutulmuş sözler ve bastırılmış duygular rüzgârla birlikte fısıldıyordu.

Elena, içgüdüsel olarak durdu. Kalbindeki bir şey onu uyarıyor gibiydi. Bu vadi, sıradan bir yer değildi. Zamanın kendisi burada farklı akıyor, geçmiş ve gelecek birbirine karışıyordu. Ağaçlar sessizdi, kuşlar yoktu ve rüzgâr bile neredeyse nefes almaktan çekiniyordu.

Taran gözlerini kısıp uzaktaki bir silueti işaret etti. “Şuna bakın,” dedi fısıltıyla. Gölgeye benzeyen o şekil hareket ediyordu. İnsan mıydı, yoksa bu yerin büyüsü mü onlara oyun oynuyordu? Grup sessizce ilerledi.

Vadinin tam ortasında, yosunlarla kaplı taşlardan yapılmış eski bir sunak vardı. Sunağın üzerinde parıldayan bir sembol, ormanın kadim dilinde yazılmıştı. Lyra eğilip sembolü inceledi. “Bu... unutulmuş zamanın mührü,” dedi. “Zaman burada hapsedilmiş.”

Ormanın yaşlı muhafızı Aeldrin’in bir zamanlar anlattığı efsane zihnine düştü: Sis Vadisi’nde zaman bir noktada donar, geçmişe ait anılar gerçeklik kazanır ve geleceğin gölgeleri belirmeye başlarmış. Bu vadi, sadece cesaretlilerin geçebildiği bir sınavmış.

Birden bire sisin içinden gelen bir ses yankılandı. Sanki farklı zamanlara ait insanlar bir anda konuşmaya başlamış gibi. Eski bir kralın fısıltısı, ağlayan bir çocuğun sesi ve sevdasını yitirmiş bir kadının ağıdı… Hepsi üst üste binmişti. Grup nereye bakacağını şaşırdı. Gözleri boşluğa takılıp kalıyordu.

Ardından bir karartı, grubun etrafında dolanmaya başladı. Bu, zamanın koruyucusu olan gölge varlıktı. Ne tamamen karanlıktı ne de ışık. Sadece bir yankıydı; ama güçlüydü. Elena geri adım attı, fakat varlık onun gözlerinin içine baktı. Zamanın gözleriyle. Geçmişte yaptığı her şeyi bir anda hatırlattı. Yanlışlarını, pişmanlıklarını, sevdiklerini ve kaybettiklerini.

Taran ve Lyra da aynı şeyi yaşıyordu. Her biri kendi içsel geçmişleriyle yüzleşiyordu. Bu, onların büyümelerini sağlayacak olan son sınavdı.

“Zamanı kabul edersen, geçebilirsin,” dedi bir ses. Ne bir ağızdan ne de bir dilden gelmişti. Varlığın kendisinden doğmuştu bu sözler. Elena gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. “Kabul ediyorum,” dedi. Ardından Taran ve Lyra da aynı şekilde başlarını öne eğdi.

Sis bir anda dağılmaya başladı. Vadi artık karanlık değildi. Gökyüzü açıldı, yıldızlar parladı. Ve sunağın üzerindeki mühür çatladı. Bir ışık demeti göğe doğru yükseldi. Zaman, yeniden akmaya başlamıştı. Ama artık farklıydı. Onlar değişmişti. Kalpleri daha güçlü, ruhları daha bilgeydi.

Vadinin sonunda, taşlardan örülmüş eski bir kapı belirdi. Kapının üstünde kadim dillerde yazılmış bir cümle vardı:

“Geçmişi anlayan, geleceğe yürüyebilir.”

Elena, Taran ve Lyra kapıya yaklaştı. Hiçbiri konuşmuyordu. Artık kelimelere gerek yoktu. Hepsi içten içe aynı şeyi biliyordu: Bu kapının ardında artık ormanın sırları değil, kendi kaderleri vardı.

Ve adımlarını o kapıya doğru attılar.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 39: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. 

 Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 39: Zamanın Kırıldığı Yer

Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 37 – Köklerin Ardındaki Gerçek

 

 


Gün doğarken ormanın en derin bölgesinde yoğun bir sis yavaşça ağaçların arasından çekiliyordu. Hava hâlâ nemliydi, toprak sanki nefes alıyormuş gibi usulca kabarıp iniyordu. Ağaç kökleri artık sıradan birer bitki parçası olmaktan çıkmış, sanki canlı bir organizmanın damarlarına dönüşmüştü. Ayça, bu garip hissi ilk fark eden oldu. Yere bastığında, sanki toprak altındaki bir şey hareket ediyor, adımlarını izliyordu.

Arel, sırtındaki eski pusulayı çıkardı. Daha önce kuzeyi gösteren ibre şimdi kendi etrafında dönüp duruyordu. “Manyetik alan değişmiş olabilir,” dedi fısıltıyla, ama bu sözde bile bir kesinlik yoktu. Bu yer fizik kurallarını tanımıyordu.

Ormanın derinlerinden yankılanan bir ses duyuldu: sanki taşlar birbirine çarpıyor, eski bir kapı aralanıyordu. Ayça ve Arel göz göze geldi. Zamanın geldiğini biliyorlardı. Bu, rüyalarında gördükleri o büyük kökün – ‘Köklerin Kalbi’ dedikleri yerin – kapılarıydı. Bu kök, sadece bir ağaç parçası değil, tüm ormanın belleğiydi. Geçmişin, geleceğin ve şimdi’nin birleştiği noktadaydılar.

Işık huzmeleri, köklerin arasından sızarak yere semboller çiziyor gibiydi. Arel dikkatle eğildi ve toprağa kazınmış olan dairesel şekilleri inceledi. Her biri, bir elementin simgesiydi: ateş, su, hava, toprak ve beşincisi… bilinmeyen. Ayça, eski efsanelerde geçen beşinci elementten bahsetmişti bir zamanlar. ‘Ruh’ ya da ‘Zihin’ olarak anılıyordu. Belki de bu ormanın özü, tam da buydu: bir bilinç, bir ruh hali.

Tam bu sırada, toprağın derinliklerinden gelen bir titreşim tüm bedeni sarstı. Kökler geri çekildi, aralarında geniş bir geçit açıldı. İçerisi karanlıktı, ama karanlığın içinde tanıdık bir parıltı vardı. Ayça tereddüt etmeden içeri adım attı. Arel ardından geldi. Aralarındaki bağ artık sözlere ihtiyaç duymuyordu.

Geçidin içi devasa bir salondu. Tavandan sarkan fosforlu sarmaşıklar mekânı yeşilimsi bir ışıkla aydınlatıyordu. Salonun tam ortasında, kristalden yapılmış gibi görünen bir kürsü vardı. Üzerinde ise spiral şeklinde dizilmiş eski taş tabletler. Her biri bir hikâye anlatıyordu: bir uygarlığın yükselişi, doğayla kurduğu bağ ve zamanla onu nasıl unuttuğu.

Ayça tabletlere yaklaştığında, parmak uçlarıyla birine dokundu. Aniden gözleri karardı ve bir vizyon gördü. Binlerce yıl önce, ormanın bu kalbinde yaşamış bir topluluğun ritüelleri gözlerinin önüne geldi. Onlar doğayı bir tanrı gibi görmüş, her adımı doğaya danışarak atmışlardı. Ama zamanla bu bağ bozulmuş, teknolojiye ve kibire yenik düşmüşlerdi.

Ayça gözlerini açtığında, Arel de kürsünün diğer tarafında bir tabletin üzerinden elini çekiyordu. “Aynı şeyi mi gördün?” diye sordu Ayça.

Arel başını salladı. “Bu orman bizi sadece izlemiyor… bizi eğitiyor,” dedi. “Geçmişin hatalarını tekrar etmememiz için bizi hazırlıyor.”

Tam o anda salonun duvarları titredi. Dışarıdan bir şey yaklaşıyordu. Kökler tekrar hareketlenmeye başladı. Bu defa orman, onları dışarı atmıyor, aksine içeride tutmak istiyordu. Arel ve Ayça birbirlerine sarılarak yere çöktüler. Sanki ormanın kalbi onları sarıp sarmalıyor, yeni bir göreve hazırlıyordu.

Karanlığın içinde beliren yeni bir figür dikkatlerini çekti. Yaşlı, yıpranmış kıyafetler içinde bir adamdı. Cildi ağaç kabuğu gibi sert, gözleri yosun yeşilindeydi. “Siz seçildiniz,” dedi derin bir sesle. “Köklerin sesi artık size emanet. Doğanın kalbini duyabilenler nadirdir. Artık sadece gözlemci değil, koruyucusunuz.”

Ayça ve Arel’in kalpleri hem korkuyla hem de umutla çarpıyordu. Ne anlama geldiğini tam bilmiyorlardı, ama yolları bir kez daha değişmişti. Artık sadece ormanı anlamakla yetinmeyeceklerdi; ormanı korumak zorundaydılar.

Bölüm, o eski adamın parmaklarını iki gencin alınlarına dokundurmasıyla sona erdi. Ormanın sesi artık onların içindeydi. Ve ormanın sırrı, daha yeni başlıyordu.

📖 Hikayeye Devam Et

Ormanın Sırlarına Yolculuk 38: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt

➡️ Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 38: Sis Vadisinde Unutulmuş Zaman

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yeni Yazdığım Romanlar (107) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)