
Sis Vadisi’nin kenarına geldiklerinde, güneş
artık tamamen kaybolmuştu. Gökyüzü morumsu bir griye bürünmüş, ay ışığı vadinin
üzerine usulca düşmüştü. Vadinin içinden yükselen sisler, dalga dalga
kıvrılarak onların ayaklarına kadar ulaşıyordu. Her adımda geçmişin yankıları,
unutulmuş sözler ve bastırılmış duygular rüzgârla birlikte fısıldıyordu.
Elena, içgüdüsel olarak durdu. Kalbindeki bir
şey onu uyarıyor gibiydi. Bu vadi, sıradan bir yer değildi. Zamanın kendisi
burada farklı akıyor, geçmiş ve gelecek birbirine karışıyordu. Ağaçlar
sessizdi, kuşlar yoktu ve rüzgâr bile neredeyse nefes almaktan çekiniyordu.
Taran gözlerini kısıp uzaktaki bir silueti
işaret etti. “Şuna bakın,” dedi fısıltıyla. Gölgeye benzeyen o şekil hareket
ediyordu. İnsan mıydı, yoksa bu yerin büyüsü mü onlara oyun oynuyordu? Grup
sessizce ilerledi.
Vadinin tam ortasında, yosunlarla kaplı
taşlardan yapılmış eski bir sunak vardı. Sunağın üzerinde parıldayan bir
sembol, ormanın kadim dilinde yazılmıştı. Lyra eğilip sembolü inceledi. “Bu...
unutulmuş zamanın mührü,” dedi. “Zaman burada hapsedilmiş.”
Ormanın yaşlı muhafızı Aeldrin’in bir zamanlar
anlattığı efsane zihnine düştü: Sis Vadisi’nde zaman bir noktada donar, geçmişe
ait anılar gerçeklik kazanır ve geleceğin gölgeleri belirmeye başlarmış. Bu
vadi, sadece cesaretlilerin geçebildiği bir sınavmış.
Birden bire sisin içinden gelen bir ses
yankılandı. Sanki farklı zamanlara ait insanlar bir anda konuşmaya başlamış
gibi. Eski bir kralın fısıltısı, ağlayan bir çocuğun sesi ve sevdasını yitirmiş
bir kadının ağıdı… Hepsi üst üste binmişti. Grup nereye bakacağını şaşırdı.
Gözleri boşluğa takılıp kalıyordu.
Ardından bir karartı, grubun etrafında
dolanmaya başladı. Bu, zamanın koruyucusu olan gölge varlıktı. Ne tamamen
karanlıktı ne de ışık. Sadece bir yankıydı; ama güçlüydü. Elena geri adım attı,
fakat varlık onun gözlerinin içine baktı. Zamanın gözleriyle. Geçmişte yaptığı
her şeyi bir anda hatırlattı. Yanlışlarını, pişmanlıklarını, sevdiklerini ve
kaybettiklerini.
Taran ve Lyra da aynı şeyi yaşıyordu. Her biri
kendi içsel geçmişleriyle yüzleşiyordu. Bu, onların büyümelerini sağlayacak
olan son sınavdı.
“Zamanı kabul edersen, geçebilirsin,” dedi bir
ses. Ne bir ağızdan ne de bir dilden gelmişti. Varlığın kendisinden doğmuştu bu
sözler. Elena gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. “Kabul ediyorum,” dedi.
Ardından Taran ve Lyra da aynı şekilde başlarını öne eğdi.
Sis bir anda dağılmaya başladı. Vadi artık
karanlık değildi. Gökyüzü açıldı, yıldızlar parladı. Ve sunağın üzerindeki
mühür çatladı. Bir ışık demeti göğe doğru yükseldi. Zaman, yeniden akmaya
başlamıştı. Ama artık farklıydı. Onlar değişmişti. Kalpleri daha güçlü, ruhları
daha bilgeydi.
Vadinin sonunda, taşlardan örülmüş eski bir
kapı belirdi. Kapının üstünde kadim dillerde yazılmış bir cümle vardı:
“Geçmişi anlayan, geleceğe yürüyebilir.”
Elena, Taran ve Lyra kapıya yaklaştı. Hiçbiri
konuşmuyordu. Artık kelimelere gerek yoktu. Hepsi içten içe aynı şeyi
biliyordu: Bu kapının ardında artık ormanın sırları değil, kendi kaderleri
vardı.
Ve adımlarını o kapıya doğru attılar.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 39: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder