Bu Blogda Ara

Translate

20 Mayıs 2025 Salı

Budin'de Sonbahar PDF Fiyatı: 240 tl

 




Budin'de Sonbahar

 

 

Bölüm 1 – Tuna'nın Sessizliği

Sonbaharın ilk rüzgarları Budin’in taş sokaklarında usulca esiyordu. Tuna Nehri, sabah güneşiyle gümüş gibi parlıyor; sararan yapraklar, suyun akışıyla dans edercesine savruluyordu. Şehir, Osmanlı’nın Batı’ya açılan en önemli kapılarından biri olmuş, şimdi ise barışın ve huzurun gölgesinde geçmişin izlerini taşıyordu.

Yusuf Bey, kalenin surlarından nehre bakarken elindeki demir miğferi yavaşça çıkardı. Gözlerinde, yalnızca bir askerin değil, içi dolu bir adamın yorgunluğu vardı. Budin’e tayini çıktığından beri aylar geçmişti; fakat hâlâ yabancı hissediyordu kendini bu topraklarda. Toprak Osmanlı’nındı ama sokaklarında hâlâ Macarca fısıldanıyordu. Her taşında bir direnişin, her duvarında geçmişin yankısı…

O sabah, kale divanında olağan toplantı vardı. Fakat Yusuf, birkaç günlüğüne izin almış, şehri tanımak ve nehir kenarındaki eski kitapçıları gezmek istemişti. Gençliğinden beri harp sanatına olduğu kadar kitaplara da düşkündü. Budin’deki meşhur Arslanzade Kitap Hanesi’ni duymuştu. Söylentiye göre, buranın sahibi olan yaşlı bir adamın torunu, birçok dilde şiirler yazan bir kadındı. Klara…


Klara, saray gibi eski taş bir konakta yaşıyor, dedesiyle birlikte kitapların arasında zaman geçiriyordu. Şehirde onun güzelliği kadar zekâsı da dilden dile dolaşırdı. Osmanlı paşalarının bile göz koyduğu, ama kimseye gönül vermeyen bir ruhtu o. Babası bir zamanlar Macar soylularındandı; savaşta kaybolmuş, annesi ise bir Osmanlı tüccarına âşık olup bu topraklarda kalmayı seçmişti. Klara, bu iki dünyanın kesiştiği bir noktada büyümüş, hiçbirine tam ait olamamıştı.

Yusuf ve Klara'nın yolları, Arslanzade Kitap Hanesi'nin gül kokulu avlusunda kesişti. Klara, elinde Farsça bir şiir kitabı tutarken, Yusuf dikkatlice raflara bakıyor, içinden bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi. Kadının sesiyle irkildi:

“Şairin dediği gibi… ‘Aşk, sessizlikle başlar; sonra fırtınaya döner.’”

Yusuf başını çevirdi. Göz göze geldiklerinde zaman, birkaç saniyeliğine durdu sanki. Ne Tuna aktı, ne yapraklar düştü. O an, iki ruh birbirine değdi; farklı dünyalardan gelen iki yalnızlık, aynı anda tanıdı birbirini.

Yusuf hafifçe eğilerek, “Ve bazen fırtına, yıkıcı olsa da temizleyicidir,” dedi. Klara gülümsedi.

İşte böyle başladı her şey. Ne bir harp ne de bir komployla… Sadece bir şiirle.

Fakat Budin’de sonbahar, her zaman güzellik taşımazdı. Rüzgârın altında bekleyen başka bir yüz vardı. Ve bu aşkın önünde, yalnızca dil ve din değil, bir ihanetin gölgesi de vardı.

Klara, Yusuf’un yüzüne dikkatle baktı. Onda alışık olmadığı bir şeyler vardı. Ne sadece bir askerdi, ne de şehirde sıkça karşılaştığı buyurgan adamlardan biri. Yusuf’un duruşunda bir vakar, konuşmasında bir ölçü, gözlerinde ise geçmişten taşan sessiz bir acı vardı.

“Bu şehir sizi içine çeker,” dedi Klara yavaşça. “Ama bir gün uyanırsınız ve aslında hiç ait olmadığınızı fark edersiniz.”

Yusuf, raflardan bir kitap çekti. Cildi yıpranmış, sayfaları sararmıştı. “Belki de ait olmak istemeyiz,” diye karşılık verdi. “Ama bazı şehirler, bazı insanlar gibi… iz bırakır.”

Kitapçıdan birlikte çıktılar. Klara onu kale yakınındaki dar sokaklardan geçirdi. Her köşe başında tarih fısıldıyordu; bazen bir taşın oyuntusunda, bazen bir duvar yazısında... Yusuf yürürken sessizliğini koruyor, Klara'nın anlattıklarını dikkatle dinliyordu.

Klara anlatmaya devam etti: “Budin eskiden Macar krallarının gururuydu. Şimdi Osmanlı’nın göz bebeği. Ama bazen bir gül, hangi bahçede açarsa açsın, köklerini unutmaz.”

“Peki sen hangi bahçedensin?” diye sordu Yusuf.

Klara bir an duraksadı. Gözlerini Tuna Nehri’ne çevirdi. “Ben bir duvarın tam ortasında büyüdüm. Bir tarafım Macar, bir tarafım Osmanlı. Ama en çok, nehrin sesi gibi; kime ait olduğu belli olmayan bir sessizlikte…”

Tam o anda, sokakta bir çocuk koşarak yanlarından geçti. Ardından, uzaklardan bir at nalı sesi duyuldu. Yusuf, sezgileriyle gelenin sıradan biri olmadığını hissetti. Klara’nın gözlerinde beliren bir gölge, içindeki huzuru aniden sarsmıştı.

“Kimdi o çocuk?” diye sordu Yusuf, ama Klara’nın yüzü solmuştu.

“Dedem... Arslanzade… Onu tehdit eden biri var. Eski bir düşman. Son zamanlarda dükkânı gözetliyorlardı. Sizi bugün orada görmeleri iyi olmadı.”

Yusuf’un bakışları keskinleşti. “O zaman bu sadece bir karşılaşma değilmiş,” dedi. “Kader bizi seçmiş olabilir.”

Klara elini Yusuf’un koluna koydu. “Eğer kalırsan, artık sadece bir yeniçeri olmayacaksın. Bu şehir, seni içine çeker ama kolay bırakmaz.”

Güneş, Budin’in üzerinde alçalmaya başlamıştı. Nehir, akarken geçmişin sırlarını fısıldıyor; iki yabancıyı birbirine bağlıyordu. Bir yanda doğmakta olan bir aşk, diğer yanda karanlıkta pusuda bekleyen bir tehlike vardı.

Yusuf, gözlerini Klara’ya çevirdi. “O zaman kalacağım. Ama sadece aşk için değil… Adalet için.”

Ve böylece, Tuna’nın sessizliğinde atılan bu ilk adım, hem bir sevdanın hem de bir savaşın başlangıcı oldu.

Gece, Budin’in dar sokaklarına usulca çökmüştü. Taş döşeli yollar, eski lambaların titrek ışığı altında sarımsı bir parıltıyla parlıyor; uzaklarda nöbet değişimi yapan askerlerin ayak sesleri yankılanıyordu. Yusuf, Klara’nın gösterdiği hanın küçük odasında, pencerenin kenarında oturuyordu. Elinde tuttuğu sararmış kitap, bir kenara bırakılmış; gözleri uzaklara, nehrin üzerinden sızan gece sisine takılmıştı.

Kapı hafifçe tıklatıldı.

Klara içeri girdi, elinde bir kandil ve küçük bir örtüye sarılmış sıcak çöreklerle. “Bunlar sabaha kalmazsa daha iyi,” dedi, gülümseyerek.

Yusuf gülümsedi. “Ne zamandır böyle bir gece yaşamadım. Sessiz ama huzurlu.”

“Burası öyledir. Sessizliği sever ama içinde binlerce hikâye saklar. Her köşe başında bir sır, her taşın altında bir fısıltı vardır Budin’de.”

Yusuf, çöreği alırken bir an duraksadı. “Dedenin düşmanı... Bahsettiğin kişi kim?”

Klara'nın gözlerindeki ışık söndü. Bir anlığına genç bir kadından çok, yıllarca yük taşımış biri gibi görünüyordu. “Adı Ivan. Eskiden Macar sarayına çalışan bir casustu. Dede, Budin Osmanlı’ya geçtiğinde taraf değiştirdiğini söylemişti ama Ivan hiçbir şeyi unutmamış. Onun için dedem bir hain... Şimdi hem dükkâna hem bana göz dikmiş olabilir.”

Yusuf’un yüzü sertleşti. “Eğer bir tehdit varsa, önüne geçeriz.”

Klara gözlerini kaçırdı. “Sana yük olmak istemem.”

Yusuf başını salladı. “Klara, ben bir yeniçeriyim. Görevim yalnızca düşmanla savaşmak değil; korumak da... Bu şehir artık bana emanet gibi. Sen de öyle.”

Bir süre sessizlik oldu. Yalnızca dışarıdaki rüzgârın camda çıkardığı ince ses duyuluyordu.

Klara, pencereye yaklaşıp dışarı baktı. “Bir gün bu şehir barış içinde olacak mı dersin? Ne krallar, ne paşalar... sadece insanlar... birlikte, huzurla yaşasa?”

Yusuf usulca yanına geldi. “Bazen savaş, yalnızca toprak için verilmez. Kalpler için de verilir. Eğer bir gün gerçekten barış olacaksa, belki biz o yolu açanlardan oluruz.”

Göz göze geldiler. O an, ne Osmanlı vardı ne Macar; ne düşman ne dost. Sadece iki insan… kalbinin sığınağını arayan iki yalnız ruh.

Gecenin koyuluğu arttıkça, içeride yanan kandilin ışığı daha belirginleşti. Sessizlik, artık korkutucu değil; sığınacak bir liman gibiydi.

Ve o gece, Yusuf’un kalbinde Budin’e dair yeni bir yemin doğdu: Bu şehirde barışı koruyacak, Klara’yı asla yalnız bırakmayacak, ve geçmişin gölgelerine teslim olmayacaktı.

Sabah, Budin’in üstüne ince bir sis gibi çökerken, sokaklar yeni bir günün hazırlığını yapıyordu. Tuna kıyısındaki tekneler, soğuk sabah rüzgarında hafifçe sallanıyor; uzaktan çan sesleriyle ezan sesleri birbirine karışıyor, şehir adeta iki farklı dünyanın arasına sıkışmış gibi nefes alıyordu.

Yusuf, hanın avlusunda sabah talimi yapıyordu. Kılıcını yavaşça savuruyor, her vuruşta geçmişin yükünü hafifletmeye çalışıyordu. Klara, hanın penceresinden onu sessizce izliyordu. Her hareketinde disiplin, her adımında kararlılık vardı. Ama gözlerinde… hâlâ bir yalnızlık saklıydı.

Tam o sırada, uzak sokaktan gelen ayak sesleri ve metalin birbirine çarpan tiz sesi duyuldu. Üç adam beliriverdi avlunun kapısında. Üzerlerinde kaba paltolar, gözlerinde kurnaz bir dikkat vardı. Ortadaki adam, sivri sakalı ve sol kulağındaki yara iziyle dikkat çekiyordu. Klara’nın soluğu kesildi.

“Ivan…” diye fısıldadı.

Yusuf durdu, adamları fark ettiğinde kılıcını indirmedi. Sessizlik gerildi, rüzgâr bir anlığına durdu sanki.

Ivan konuştu. “Budin’e yeni gelen misafirler dikkat çekici… Hele ki Klara gibi eski bir dostun çevresindeyse, daha da merak uyandırır.”

Yusuf ileri adım attı, kılıcını hafifçe omzuna yasladı. “Dostlukla gelmeyenleri uğurlamayı iyi bilirim.”

Ivan gülümsedi ama gözleri soğuktu. “Bu şehir çok şey görür, yeniçeri. Ve bazen, en büyük ihanet en sessiz gecede yapılır.”

Ardından döndü, adamlarıyla birlikte yavaşça uzaklaştı.

Klara, Yusuf’un yanına geldi. “Başladı…”

Yusuf, kılıcını kınına yerleştirirken gözlerini Tuna’nın kıyısında kaybolan adamlardan ayırmadı. “O zaman bitene kadar savaşacağız.”

Güneş, Budin surlarının arkasından doğarken, şehir yeni bir hikâyeye hazırlanıyordu. Aşk, ihanet ve özgürlüğün iç içe geçtiği bu hikâyede ilk adım atılmıştı.

Bölüm 2 – Eski Yaralar

Budin Kalesi'nin taş duvarları sabah güneşinde parıldarken, şehir yeni bir günün telaşına kapılmıştı. Sokaklarda yankılanan ayak sesleri, pazar yerindeki bağırışlar, atlıların geçişini haber veren nal tıkırtıları… Hepsi bir bütünün parçası gibiydi. Ancak Yusuf için her şey bulanıktı. Düşünceleri, Klara'nın geçmişiyle ve az önce karşılaştığı Ivan adlı adamla karmakarışıktı.

Klara, Yusuf’u hanın alt katındaki küçük bir odaya davet etti. Oda sade ama zarifti. Eski Budin aristokrasisinden kalma birkaç süs eşyası, köşedeki piyano ve duvarda asılı bir harita… Harita, Macar topraklarını gösteriyor, Budin’in stratejik konumunu açıkça ortaya koyuyordu.

Klara sessizce pencerenin önüne geçti. Gözleri, Tuna’nın öte yakasına, Peste bakıyordu.

“Yusuf,” dedi yavaşça, “Ivan, benim geçmişimin en karanlık parçası. Yıllar önce, Osmanlı Budin’e girmeden önce… onunla nişanlıydım. Fakat savaş başladığında, ailesi Avusturya tarafına kaçtı. Ben kalmayı seçtim. Şimdi geri döndü ve hem seni hem beni yok etmek istiyor.”

Yusuf, kadının gözlerinde derin bir suçluluk ve pişmanlık gördü. Ama aynı zamanda güçlü bir irade de vardı. “Sana bir zarar gelmesine izin vermem,” dedi kararlı bir sesle. “Kim olursa olsun, geçmişin karanlıkları bugünün ışığını yok edemez.”

Tam bu sırada kapı çaldı. Hanın yaşlı sahibi içeri girdi, yüzünde endişeli bir ifade vardı.

“Yusuf Bey… Bir haberci geldi. Paşa sizi kaleye çağırıyor. Hemen.”

Yusuf başını salladı. Klara’ya döndü. “Ne olursa olsun yanında olacağım. Ama şimdi gitmeliyim.”

Klara, onun kolunu tuttu. “Dikkatli ol. Budin, artık sadece bir şehir değil. Bir satranç tahtası. Ve herkes taşların yerini değiştirmeye çalışıyor.”

 

 

Yusuf, kaleye vardığında Rüstem Paşa onu bekliyordu. Yüzü gergindi, masasının üstü haritalarla ve haber notlarıyla doluydu.

“Yusuf,” dedi paşa, “İçimizde hainler var. Bilgiler dışarı sızıyor. Ivan adındaki bir casusun geri döndüğünü duyduk. Bu şehirde bir şeyler dönüyor… Ve senin bu işi çözmeni istiyorum.”

Yusuf, başını eğdi. “Emredersiniz.”

Rüstem Paşa bir an duraksadı, sonra gözlerini Yusuf’a dikti. “Ve dikkat et evlat… Aşk, savaş kadar tehlikelidir. Hele ki içinde ihanet saklıysa.”

Yusuf, kaleden ayrılırken, Klara'nın sözleri ve Rüstem Paşa'nın uyarıları zihninde çarpışıyordu.

Budin’in taş sokakları artık daha sessiz, gölgeleri daha derin geliyordu.

Yusuf, kaleden ayrıldıktan sonra doğruca Tuna kıyısına indi. Nehir kenarında yürürken, Peste doğru baktı. O kıyı artık düşman toprağıydı. Gökyüzü gri bulutlarla örtülmüş, suyun yüzeyi kasvetli bir aynaya dönmüştü. Yusuf’un aklında hâlâ Klara’nın itirafı vardı: Bir zamanlar Ivan’a ait olan bir kalp, şimdi onun mu olmuştu?

Ama bir yeniçeri için aşk, savaşa benzerdi. Her an saldırıya uğrayabilirdi. Bu yüzden gardını düşürmemeliydi.

Yusuf geceyi hanın üst katındaki odasında geçirdi. Klara ile fazla konuşmamıştı. Her ikisi de sessizliği tercih etmişti. Ancak Yusuf’un uykuya dalması zordu. Dışarıdan gelen at nalı sesleri, rüzgarla sallanan panjurlar, geçmişin hayaletlerini çağırır gibiydi.

Sabah olmadan birkaç saat önce, pencereye küçük bir taş çarptı. Yusuf hızla ayağa kalktı ve pencereye yaklaştı. Aşağıda, bir çocuk elinde kâğıt parçasıyla bekliyordu.

Yusuf hemen aşağı indi. Çocuk ona küçük bir mektup uzattı, sonra tek kelime etmeden karanlığa karıştı.

Mektubu açtı:

“Ivan, bu gece şehir dışında bir handa buluşma ayarladı. Yalnız gelmeni istedi. Aksi hâlde... Klara’nın geçmişi Budin’in geleceğini karartacak.”
—İsimsiz

Bu bir tuzaktı. Yusuf bunu biliyordu. Ama bu tuzağın içine girmeden düşmanı tanıyamazdı.

Kılıcını kuşanıp, hanın arka kapısından çıktı. Şehir surlarının dışında kalan o eski handa, bu gece kader yeniden yazılacaktı.

 

Gece olduğunda Yusuf, söz konusu hana ulaştı. İçeri girdiğinde, tek tük birkaç yolcu dışında kimse yoktu. Ortalık sessizdi. Sadece şöminenin çıtırtısı duyuluyordu.

Arka masada oturan uzun boylu bir adam, ayağa kalktı. Yüzü gölgede kalmıştı ama bakışları sertti.

“Hoş geldin, Osmanlı,” dedi Ivan.

Yusuf yaklaşmadan önce durdu. “Klara’yı tehdit etmek şerefsizceydi.”

Ivan alayla güldü. “Aşk, zaaf yaratır. Ve zaaf, düşmanı yener.”

Yusuf yavaşça elini kılıcına götürdü. “Ben yeniçeriyim. Ne aşka ne ihanete teslim olurum.”

Ivan bir adım attı. “Ama Klara oldu. Bir zamanlar benimdi. Şimdi seni seçti. Ama bil ki o kalbinin derinliklerinde hâlâ bana ait.”

Bu söz Yusuf’un sabrını taşırdı. Bir anda kılıcını çekti. Ivan da belinden hançerini çıkardı. Handa bir anlık sessizlik oldu, sonra metalin sesi yankılandı.

Çatışma kısa sürdü ama şiddetliydi. Sonunda Yusuf, Ivan’ın kolundan hançeri düşürttü. Kılıcını boğazına dayadı.

“Budin’in kaderi senin gibi adamlara teslim edilemez,” dedi Yusuf.

Ama Ivan sadece güldü. “Geç kaldınız… oyun daha yeni başlıyor.”

Yusuf gözlerini kısmıştı. Ivan’ın sözleri, daha büyük bir komplonun habercisiydi. Bu iş, sadece eski bir aşk meselesi değil, Budin’in geleceğini tehdit eden bir ihanetti.

Ve Yusuf artık bu oyunun tam ortasındaydı.

Ivan’ın sözleri Yusuf’un aklını kurcalıyordu. “Oyun daha yeni başlıyor...” demişti. Bu, tek bir adamın kininden ibaret bir mesele değildi. Budin’in sokaklarında karanlık bir plan sinsice ilerliyordu ve Klara bu oyunun merkezindeydi.

Yusuf, Ivan’ı yetkililere teslim etmek istemişti. Fakat adam ani bir hareketle yerden aldığı kül dolu maşayı Yusuf’un yüzüne savurdu. Yusuf refleksle geri çekildi, gözlerini koruyarak düşmanı gözetlemeye çalıştı. Ancak Ivan, duman ve panik anında pencereden dışarı atlayarak geceye karıştı.

Yusuf pencereye koştu, ancak dışarısı karanlıktı. Adam çoktan kaybolmuştu. Yüreğinde karışık bir his vardı: Hem öfke hem de endişe. Ivan’ın kaçışı, başlarına daha büyük felaketler getirebilirdi.

Ertesi sabah Yusuf, doğruca Budin Beyi Halil Paşa’nın konağına gitti. Durumu anlattı. Halil Paşa kaşlarını çatarak dinledi.

“Demek ki sadece bir aşk yarası değil bu mesele,” dedi. “Budin’de daha derin bir ihanet yatıyor olabilir. Klara da bu işin kilidini tutuyor gibi.”

Yusuf sessiz kaldı. Klara’nın masum olduğuna inanmak istiyordu. Fakat geçmiş, insanı bazen istemediği karanlıklara sürükleyebilirdi. Klara, Ivan’ı neden tam anlamıyla terk etmemişti? Ivan hâlâ ondan bir şey bekliyorduysa, bu beklenti nedendi?

O gece, Klara ile yeniden buluştu. Tuna kıyısında, eski bir çınarın gölgesinde. Ay ışığı, suya düşen yaprakların arasında parlıyordu.

“Yusuf,” dedi Klara, sesi titrekti. “Ivan’ı senin yanında görmekten korktum. Onun ne yapabileceğini bilmezsin.”

“Artık biliyorum,” dedi Yusuf. “Ama asıl bilmem gereken şu: Sen ne saklıyorsun benden?”

Klara gözlerini kaçırdı. Sonra cebinden küçük bir mühür çıkardı. Osmanlı arması değil, Macar soylularına ait bir mühürdü bu. Altında Ivan’ın ailesinin damgası vardı.

“Bu mühür... Macarların Budin’deki eski direniş örgütünün parçası,” dedi. “Ivan, bunu kullanarak bazı Osmanlı subaylarını tehdit ediyor. Beni de... çünkü ben, onun geçmişini ve belgeleri biliyorum.”

Yusuf’un bakışları keskinleşti. “Yani bu sadece bir aşk meselesi değil. Bu... bir casusluk.”

Klara gözleri dolarak başını salladı. “Eğer beni dinlemezlerse, Budin yanar. Ve seni de bu yangının içine çekmek istiyorlar.”

Yusuf derin bir nefes aldı. Artık sadece bir aşık değil, bir koruyucuydu. Hem Budin’in hem de Klara’nın.

Sonbahar daha yeni başlamıştı… ve bu kentin rüzgârı sadece yaprak değil, kan ve sır da taşıyordu.

 

Bölüm 3 – Gölgelerin Ardındaki Harita


Romanın Tamamını Okumak İçin  guneszeki53@gmail.com  a mail adresınden talep edbilirsiniz 

Roman Dijital ortamda PDF olarak Hazırlanmıştır Fiyatı: 240 tl


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)