Bu Blogda Ara

Translate


19 Haziran 2025 Perşembe

Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi Kitabını Oku

 




Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi

 

Bölüm 1: Kudretin Gölgesi

Alaca karanlık, Erciyes'in heybetli siluetini yutmaya başlarken, Kayseri Kalesi'nin surları üzerinde nöbet tutan akıncıların solukları, ayazın keskin bıçağına takılıyordu. Anadolu'nun geniş bozkırlarına yayılan sessizliği, uzaktan gelen kurt ulumaları bozuyor, bazen de bir atın kişnemesi yarıyordu. Ama o geceki sessizlik, her zamankinden ağırdı. Sanki tüm topraklar, yaklaşan büyük bir değişimin nefesini tutmuştu.

Sultan Alparslan... Nam-ı diğer "Arslan Alp", kılıcının gölgesinde Selçuklu İmparatorluğu'nu doruklara taşımış, Malazgirt'te Bizans'ın mağrur ordularını dize getirmiş,

Anadolu'nun kapılarını ardına kadar Türklere açmıştı. Onun adı, efsanelerle anılıyordu. Lakin şimdi, bu kudretli sultanın son nefesini verdiği haberi, bir fısıltı rüzgarı gibi sarayın dehlizlerinde dolaşıyordu.

Önce kulaktan kulağa, sonra dudaktan dudağa yayılan bu haber, tüm saray erkanını, hatta Anadolu'nun en ücra köşesindeki çobanları bile derin bir yasa boğmuştu. Kudretli çınar devrilmiş, gölgesi ansızın çekilmişti.

Aslıhan, penceresinin önünde, soğuk mermer pervaza yaslanmış, akşam namazına çağıran ezanın yankısını dinliyordu. Yüzünde tarifsiz bir keder, gözlerinde ise tuhaf bir parıltı vardı. Sultan'ın vefat haberi, onu da derinden sarsmıştı elbette.

Alparslan, onun babasının dostu, halkının yüce hükümdarıydı. Ama bu ölüm, aynı zamanda sarayda dengeleri altüst edecek, herkesin kaderini yeniden yazacak bir tufanın başlangıcıydı. Ve Aslıhan, bu tufanın ortasında kalacağını hissediyordu.


Yirmi baharı henüz geride bırakmış olan Aslıhan, Kayseri'nin en soylu ailelerinden birine mensuptu. Soylu kanı damarlarında dolaşıyor, güzelliği ise Kayseri'nin her köşesinde dilden dile dolaşıyordu. Uzun, gür, gece karası saçları beline kadar uzanır, kehribar rengi gözleri ise zekanın ve derin bir ruhun aynasıydı.

O, saraydaki diğer genç kızlar gibi işlemelerle, dantellerle ve dedikodularla vakit geçirmek yerine, kütüphanesinde saatler geçirir, eski el yazmalarını inceler, Farsça şiirler okurdu. Babasının vefatından sonra geriye kalan o büyük kütüphane,

 Aslıhan'ın en büyük sığınağı olmuştu. Geleneksel Selçuklu kadınının aksine, onun zihni, kafese kapatılamayacak kadar özgürdü.

"Aslıhan Hanım," ince, titrek bir ses yankılandı kapıdan. Fatma Ana'ydı. Yıllardır Aslıhan'ın babaannesi, sırdaşı, yeri geldiğinde annesi olmuştu. Saçları kar beyazına dönmüş, yüzü nice hayat tecrübelerinin izleriyle doluydu. "Hava soğudu. İçeri gelin, üşüteceksiniz."

Aslıhan yavaşça pencereden ayrıldı. "İçimdeki yangın, dışarıdaki ayazdan daha şiddetli, Fatma Ana." Sesi fısıltı gibiydi. "Sultan'ın vefatı... Ne olacak şimdi? Saraydaki fısıltıları duydunuz mu?"

Fatma Ana, titreyen elleriyle Aslıhan'ın omzuna dokundu. "Duymaz mıyım kızım? Tahtın varisi genç Melikşah. Ama Şehzade Ayaz da boş durmaz. O gözleri hep tahtta olmuştur."

Şehzade Ayaz. Bu isim, Aslıhan'ın zihninde bir gölge gibi belirdi. Sultan Alparslan'ın yeğeniydi. Yakışıklı, karizmatik ama aynı zamanda hırslı ve acımasız olduğu söylenen bir adamdı.

Ayaz, Aslıhan'a olan ilgisini hiç gizlememişti. Birkaç kez sarayda düzenlenen şölenlerde gözlerini Aslıhan'dan ayırmamış, ona özel iltifatlarda bulunmuştu. Aslıhan, bu iltifatlardan rahatsızlık duyardı. Ayaz'ın bakışlarında sadece bir iltifat değil, aynı zamanda bir sahiplenme arzusu vardı.

"Ayaz, tahtı kolay kolay bırakmaz," dedi Aslıhan, sesindeki endişeyi gizleyemeyerek. "Kılıç Arslan nerede bu karmaşanın ortasında?"

Emir Kılıç Arslan. Bu isim, Aslıhan'ın kalbinde farklı bir tını uyandırdı. Çocukluk arkadaşı, gençliğinin ilk aşkı. Yiğit, dürüst ve gözü pek bir komutandı. Sultan Alparslan'ın en güvendiği akıncılardandı. Babası da Kılıç Arslan'ın babasıyla çok iyi dosttu.

Savaş meydanlarındaki cesareti dillere destandı. Ama Kılıç Arslan, yıllardır saraydan uzakta, uç beyliklerinde görev yapıyordu. En son duyduğuna göre Doğu'da, Bizans sınırlarında önemli bir kaleyi fethetmişti.

Fatma Ana iç geçirdi. "O yiğit delikanlı şimdi Kayseri'ye dönüyordur herhalde. Sultan'ın ona son bir emri olduğunu duydum. Melikşah'ın tahta geçişinde ona yardımcı olmasını istemiş."

Bu haber, Aslıhan'ın yüreğine hem bir umut hem de bir korku saldı. Kılıç Arslan'ın dönmesi demek, onunla yüzleşmesi demekti. Aralarındaki o derin, bastırılmış duygu, yıllardır bir sır gibi saklı kalmıştı. Onların aşkı, masum çocukluk oyunlarından filizlenmiş, gençlik yıllarında gizli bakışlarla, kaçamak gülüşlerle büyümüştü.

Ama soyluluk ve saray kuralları, onların bir araya gelmesini engellemişti. Kılıç Arslan'ın asker kişiliği, Aslıhan'ın özgür ruhuyla ne kadar örtüşürdü ki?

O gece, Kayseri'nin üzerinde sadece ay değil, bir belirsizlik bulutu da asılıydı. Sultan'ın vefatı, imparatorluğun dört bir yanına yayılan bir dalgalanma yaratmıştı. Melikşah'ın tahta çıkması, Nizamülmülk'ün siyasi dehasıyla gerçekleşecek gibi görünse de, Ayaz gibi hırslı şehzadeler ve iç karışıklıklar, Selçuklu'nun kudretli kalesini sarsmaya hazırdı.

Ertesi sabah, Kayseri'nin büyük kapıları, Sultan Alparslan'ın cenazesine katılmak için başkente akın eden beyleri, emirlikleri ve tüccarları ağırlıyordu. Sarayın avlusu, siyah giysili insanlar ve acılı yüzlerle doluydu. Hava, ağıt sesleriyle doluydu. Ama bu ağıtların arasında, yeni bir düzenin ilk tohumları da ekiliyordu.

Aslıhan, babaannesiyle birlikte cenaze törenine katılmıştı. Uzaktan, genç Melikşah'ın kederli yüzünü gördü. Henüz çok gençti ve omuzlarına yüklenen yük, gözlerinde okunuyordu. Nizamülmülk ise Melikşah'ın hemen yanında, tüm heybetiyle duruyordu. Vezirin yüzünde, acının yanı sıra, ülkenin geleceğine dair derin düşünceler okunuyordu.

Törenin ardından, saraydaki atmosfer daha da gerginleşti. Herkes, taht kavgasının nasıl sonuçlanacağını, yeni sultanın kim olacağını merak ediyordu. Fısıltılar, komplolar, dedikodular... Saray, bir anda entrikaların ağına dönüşmüştü.

Tam o sırada, avlunun girişinde bir hareketlenme oldu. Zırhları topraklı, yüzü yorgun ama gözleri keskin bir grup akıncı belirmişti. Grubun en önündeki adam, uzun boylu, geniş omuzlu ve adeta çelikten oyulmuş gibiydi. Saçları dağınık, yüzünde birkaç günlük sakal vardı ama bakışları kararlı ve mağrurdu. Üzerindeki Selçuklu zırhı, ona ayrı bir ağırlık katıyordu.

Bu, Emir Kılıç Arslan'dan başkası değildi.

Sultan Alparslan'ın son emrini yerine getirmek için, dinlenmeden, soluklanmadan yedi gündür at sırtındaydı. Gözleri avludaki kalabalığın üzerinde gezindi, ta ki o kehribar rengi gözlere takılana dek. Aslıhan da onu fark etmişti.

Bir an için, aralarındaki tüm kalabalık silindi, zaman durdu. Yılların ayrılığı, anlık bir bakışla eridi gitti. Kılıç Arslan'ın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi, Aslıhan'ın gözlerinde ise hem şaşkınlık hem de bastırılamayan bir özlem parladı.

Ama bu an, uzun sürmedi. Kılıç Arslan, başını çevirerek Nizamülmülk'e doğru ilerlemeye başladı. Bakışları artık tamamen görevine odaklanmıştı. Onun gelişi, saraydaki fısıltıları durdurdu, herkesin dikkatini üzerine çekti. O, sadece bir komutan değil, aynı zamanda Sultan'ın son vasiyetinin taşıyıcısıydı.

Biraz sonra, Şehzade Ayaz da Kılıç Arslan'ı fark etti. Yüzündeki kibirli gülümseme dondu, yerini keskin bir ifadeye bıraktı. Gözlerinde yanan hırs ateşi, Kılıç Arslan'a yönelmişti. Ayaz, Kılıç Arslan'ın Melikşah'ın en büyük destekçisi olacağını biliyordu ve bu, onun taht hayallerini suya düşürebilirdi.

Aslıhan, bu iki adamın bakışmalarını izlerken, buz gibi bir ürperti hissetti. Saraydaki fısıltılar, şimdi daha da şiddetli bir hal almıştı. Bu iki yiğit Selçuklu'nun arasındaki gerilim, adeta havada asılı kalmıştı.

Ve Aslıhan biliyordu ki, kendisi de bu büyük mücadelenin, bu "Efsane ve Yıkım" destanının bir parçası olacaktı. Gönlünün bir tarafında Kılıç Arslan'ın aşkı, diğer tarafında ise Ayaz'ın tehditkar gölgesi. Kaderi, bu iki adamın ve taht kavgasının ortasında şekillenecekti.

Kılıç Arslan, avlunun buz kesen havasında adımlarını Nizamülmülk'e doğru yöneltirken, bakışları bir an olsun Aslıhan'dan ayrılmıyordu. O kehribar rengi gözler, yıllardır zihninin en kuytu köşesinde sakladığı bir efsane gibiydi. Aslıhan da ona bakıyordu; merak, özlem ve gizli bir korkuyla harmanlanmış bu bakışlar, kalbinin atışını hızlandırıyordu.

Etraflarındaki saray erkanının ve kederli halkın fısıltıları, bu anlık büyünün içinde kaybolmuştu. Sadece onlar vardı, bir de aralarındaki görünmez, kadim bağ.

Ama zaman, bu tür kişisel anlara izin vermeyecek kadar acımasızdı. Kılıç Arslan, duty'sinin ağırlığı altında ezildiğini hissederek, başını çevirdi ve Nizamülmülk'e doğru kararlı adımlarını sürdürdü.

Nizamülmülk, Selçuklu'nun bu kudretli veziri, Kılıç Arslan'ı görmekten memnuniyet duyan bir ifadeyle, ancak yüzündeki endişe ve yorgunluğu gizleyemeyerek karşıladı. "Emir Kılıç Arslan," dedi sesi tok ve buyurgandı, "Hoş geldin. Tam da sana ihtiyacımız vardı."

Kılıç Arslan, vezirin önünde saygıyla eğildi. "Sultan Alparslan'ın son emrini yerine getirmek için geldim, Vezirim. Genç Melikşah'ın tahta geçişini sağlamak boynumuzun borcudur."

Ayaz'ın keskin bakışları, bu sözlerin üzerine Kılıç Arslan'ın sırtına saplandı. Şehzade, Nizamülmülk'ün yanında duran genç Melikşah'ın ürkek ama kararlı duruşuna baktı.

Gözlerinde yanan hırs ateşi, Kılıç Arslan'ın varlığıyla daha da alevlenmişti. Melikşah'ın tahta geçişi, Ayaz'ın tüm planlarını bozabilirdi. Oysa Ayaz, Sultan'ın vefat haberini alır almaz, tahtı ele geçirmek için gizlice Kayseri'ye gelmiş, saraydaki kendine bağlı beyleri ve komutanları etrafında toplamaya başlamıştı.

Kılıç Arslan, Nizamülmülk ve Melikşah ile birlikte özel bir odaya çekildi. İçeride, loş ışıkta haritalar serilmiş, devlet meseleleri konuşuluyordu. Kılıç Arslan, Sultan Alparslan'ın son nefesinde bile Melikşah'ın tahta geçmesini vasiyet ettiğini anlattı.

"Sultanım, Malazgirt'in yiğit komutanı, son anlarında bile devletin bekasını düşündü. Melikşah'ın gençliğini ve tecrübesizliğini biliyordu. Bu yüzden benim gibi sadık kullarına, onun yanında durmamızı emretti."

Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın sözlerini onayladı. "Doğrudur, Emir. Melikşah gençtir, ama zekası ve adalete olan inancıyla babasına layık bir veliahttır. Lakin şu anki durum hassastır. Şehzade Ayaz boş durmayacak. Onun sarayda ve ordu içinde destekçileri var."

Melikşah, yüzündeki kederli ifadeyle Kılıç Arslan'a baktı. "Emir Kılıç Arslan, babam sana çok güvenir, ben de öyle. Senin gibi yiğit bir komutanın yanımda olması, gücüme güç katar."

Kılıç Arslan, genç Sultan'ın bu samimi sözlerinden etkilendi. "Başım gözüm üstüne Sultanım. Canım pahasına da olsa, tahtınızı ve devletinizi koruyacağım."

Bu sırada, Aslıhan ve Fatma Ana da törenden sonra konaklarına dönmüştü. Aslıhan'ın zihni, Kılıç Arslan'ın beklenmedik gelişiyle çalkalanıyordu. O anki bakışma... Sanki yıllar hiç geçmemişti. İçindeki çocuksu aşk, şimdi genç bir kadının yüreğinde yeniden filizlenmeye başlamıştı.

"Fatma Ana," dedi Aslıhan, mermer zeminde volta atarak. "Kılıç Arslan değişmiş. Yorgun ama daha kararlı bir hali vardı. Bir komutan olmuş..."

Fatma Ana, tezgâhta iplik sararken gülümsedi. "Yıllar geçer kızım. İnsanlar da değişir. Ama özlerindeki cevher aynı kalır. Kılıç Arslan, Sultan Alparslan'ın gözde komutanıydı. Şimdi de genç Sultan'ın yanında duracak. Bu, Ayaz'ın hiç hoşuna gitmez."

Aslıhan derin bir nefes aldı. "Ayaz... Onun gözlerindeki ihtirası görmemek mümkün değil. Bana olan ilgisini de biliyorum. Sanki bu saray, bir anda bir tuzak halini aldı."

Fatma Ana, başını salladı. "Bu saray her zaman böyle olmuştur kızım. Tahtın gölgesi, bazen sevginin, bazen dostluğun, bazen de hayatın üzerine düşer ve her şeyi karartır. Dikkatli olmalısın."

Fatma Ana'nın sözleri, Aslıhan'ın aklına Kılıç Arslan'ı getirdi. Onunla konuşması gerekiyordu. Yıllardır birikenleri, sarayın bu çalkantılı atmosferinde bile olsa, bir nebze de olsa dindirmesi gerekiyordu.

Akşam yemeği için sarayın büyük yemek salonu hazırlanırken, saray erkanı, beyler ve ileri gelenler bir araya geldi. Bu, Melikşah'ın yeni sultan olarak ilk resmi görünüşlerinden biriydi. Ancak atmosfer, kutlamadan çok, gerginlikle doluydu. Şehzade Ayaz, masanın bir ucunda, etrafındaki yandaşlarıyla kısık sesle konuşuyordu. Gözleri sürekli Melikşah'ın ve Nizamülmülk'ün üzerinde geziniyordu.

Kılıç Arslan, Melikşah'ın hemen yanında oturuyordu. Aslıhan, karşı masada babaannesiyle birlikte yerini almıştı. Bakışları yine kesişti. Bu seferki bakışmada, geçmişin hatıraları daha belirgindi. Çocukken oynadıkları oyunlar, bahçedeki gizli buluşmaları, birbirlerine fısıldadıkları hayaller... Tüm bunlar, şimdi sarayın acımasız gerçekliğiyle çarpışıyordu.

Yemek devam ederken, Ayaz'ın sesi birden yükseldi. "Sayın Vezirim, Sultan Alparslan'ın ani vefatı hepimizi yasa boğdu. Ancak devletin bekası için acilen bir karara varılması gerekmektedir. Melikşah gençtir. Bu kadar büyük bir imparatorluğun yükünü omuzlaması için tecrübesi yetersiz olabilir."

Sözleri, yemek salonunda bir uğultuya neden oldu. Herkes, nefesini tutmuş, olacakları bekliyordu. Ayaz, meydan okuyordu.

Nizamülmülk, Ayaz'a döndü, yüzündeki ifade çelik gibi sertti. "Şehzade Ayaz, Sultan'ın vasiyeti bellidir. Melikşah, babasının izinden gidecektir ve bu devletin yeni sultanıdır. Onun gençliği, bizim gibi tecrübeli devlet adamlarının ve yiğit komutanların rehberliğiyle aşılacaktır."

Ayaz alaycı bir şekilde gülümsedi. "Elbette Vezirim. Ancak biliyoruz ki, Sultan Alparslan'ın başka oğulları da vardı. Neden sadece Melikşah? Adil olmak gerekmez mi?"

Bu sözler, Kılıç Arslan'ın sabrını taşırdı. Sandalyesinden kalktı. "Şehzade Ayaz," dedi sesi tok ve gürdü, salonun dört bir yanına yayıldı. "Sultan Alparslan'ın vasiyetini yerine getirmek, hepimizin boynunun borcudur. Benim görevim, Melikşah'ın tahta geçişini sağlamaktır. Bu konuda yapılacak her türlü girişim, devlete karşı gelmek demektir!"

Ayaz'ın gözleri öfkeyle parladı. "Emir Kılıç Arslan! Sen kim oluyorsun da bana ahkam kesiyorsun? Ben bir şehzadeyim! Sen ise sadece bir emirsiz!"

Kılıç Arslan, bir adım ileri attı. "Ben, Sultan Alparslan'ın kılıcıyım, Şehzade! Onun son emrini yerine getirmek için buradayım. Ve o emir, Melikşah'ın tahta geçmesidir. Bu devlette tek bir sultan olur, o da Melikşah'tır!"

Gerilim tavan yapmıştı. Salondaki beyler ve komutanlar, kimi Ayaz'a, kimi Kılıç Arslan'a bakıyordu. Aslıhan, yerinden kalkmaya yeltendi ama Fatma Ana kolundan tuttu. "Dur kızım, karışma!" diye fısıldadı.

Melikşah, oturduğu yerden ayağa kalktı. Yüzünde gençliğin verdiği toyluk gitmiş, yerine bir sultanın kararlılığı gelmişti. "Yeter!" diye gürledi sesi, beklenmedik bir tonda.

"Bu sarayda, benim huzurumda bu tür tartışmalara yer yoktur! Sultan Alparslan'ın vasiyeti yerine getirilecektir! Ben, Melikşah, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yeni sultanıyım!"

Melikşah'ın bu kararlı çıkışı, Ayaz'ı bir an için şaşırttı. Ayaz'ın yüzündeki öfke, yerini soğuk bir intikam arzusuna bıraktı. Kılıç Arslan'a kinle baktı, ardından yavaşça yerine oturdu. Ama salondaki herkes biliyordu ki bu, sadece bir başlangıçtı.

Yemek dağıldığında, Kılıç Arslan, Aslıhan'ın masasının yanından geçerken duraksadı. Aslıhan, gözlerini ondan kaçıramadı.

"Aslıhan," dedi Kılıç Arslan, sesi alçaktı ama kararlıydı. "Kayseri'ye döndüğümü duyduğuna sevindim. Seni tekrar görmek..."

Aslıhan, sözünü tamamlamasına fırsat vermeden konuştu. "Sen de öyle, Kılıç Arslan. Ama sarayın durumu ortada. Dikkatli olmalısın."

Kılıç Arslan, hafifçe gülümsedi. "Ben her zaman dikkatli olmuşumdur, Aslıhan. Sen de öyle ol. Bu sarayda fırtınalar kopacak. Kendini koru." Bakışları bir an için Ayaz'ın oturduğu yere kaydı, sonra yeniden Aslıhan'ın gözlerine döndü. "Konuşmalıyız. Her şeyi."

Aslıhan başını salladı. "Evet. Konuşmalıyız."

Bu kısa konuşma, saraydaki diğer gözlerden kaçmadı. Özellikle Ayaz'ın casuslarının gözünden. Aslıhan ve Kılıç Arslan arasındaki bu açık bağ, Ayaz'ın hırs ve kıskançlık ateşini daha da körüklemişti.

Gece çöktüğünde, Kayseri Kalesi'nin surları yine sessizliğe büründü. Ancak bu sessizlik, fırtına öncesi bir sessizlikti. Sarayın içinde, aşkın, ihanetin, ihtirasın ve savaşın tohumları atılmış, büyümeye başlamıştı. Ve Aslıhan, Kılıç Arslan ve Ayaz, bu fırtınanın en merkezinde yer alacaklarını, henüz tam olarak farkında değillerdi. Kaderin rüzgarları, Selçuklu topraklarında yeni bir destanı yazmaya başlamıştı bile.

 

 

 

 

 

 

Bölüm 2: Gölgelerin Dansı

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)