Emir Kılıç Arslan, güneşin ilk ışıklarıyla
birlikte kendini Nizamülmülk'ün çalışma odasında buldu. Odadaki hava, kağıt
parşömenlerin, mürekkebin ve eski kitapların kendine has kokusuyla karışıktı.
Nizamülmülk, masasının başında, yüzünde derin çizgilerle, yorgun ama kararlı
bir ifadeyle oturuyordu. Haritalar ve devlet belgeleri masanın her yanına
yayılmıştı.
"Nizamülmülk," dedi Kılıç Arslan,
"dün akşamki Şehzade Ayaz'ın cüretkar çıkışı, saraydaki dengelerin ne
kadar hassas olduğunu gösterdi. Melikşah'ın tahta geçişi için acilen sağlam
adımlar atmalıyız."
Nizamülmülk başını salladı. "Haklısın,
Emir. Ayaz boş durmayacak. Onun sarayda ve ordu içinde güçlü bağlantıları var.
Bu yüzden Melikşah'ın biatını sağlamlaştırmalıyız. Tüm beylikler ve emirlikler,
yeni Sultan'ı tanımalı." Vezir, elindeki parşömeni Kılıç Arslan'a uzattı.
"Bu, en güvendiğimiz beylere gönderilecek bir mektup taslağı.
Sultan'ın vasiyetini ve Melikşah'ın tahta
geçişini resmen ilan ediyor. Senin görevin, bu mektupları bizzat ulaştırmak ve
o beylerin biatını sağlamak. Özellikle de batıdaki uç beylikleri önemli.
Ayaz'ın oradaki bazı beylerle yakınlığı olduğu biliniyor."
Kılıç Arslan parşömeni aldı. Görev bilinci,
içindeki tüm kişisel duyguları bastırıyordu. "Başım gözüm üstüne Vezirim.
Ne zaman yola çıkmalıyım?"
"Mümkün olan en kısa sürede. Her geçen
gün, Ayaz'ın lehine işliyor. O bu fırsatı kaçırmaz." Nizamülmülk'ün sesi
ciddiyetle doluydu. "Unutma, Emir. Bu sadece bir görev değil, devletin
bekası için bir mücadele. Bir yandan düşmanlarımıza karşı sınırlarımızı
korurken, diğer yandan içimizdeki fitneyi temizlemeliyiz."
Kılıç Arslan, odadan ayrılırken omuzlarındaki
yükün ağırlığını hissediyordu. Uzun ve zorlu bir yolculuk onu bekliyordu. Hem
bedensel hem de zihinsel olarak yıpratıcı olacaktı.
Ama bir yandan da, Aslıhan'dan uzaklaşmak
zorunda kalmak, içinde tarifsiz bir hüzne neden oluyordu. Dün akşamki
karşılaşma, yılların tortusunu bir anda silip süpürmüştü.
Aynı saatlerde Aslıhan, konağının bahçesinde,
soğuk havaya rağmen dolaşıyordu. Zihni, Kılıç Arslan ile dün akşamki kısa
konuşmalarına takılıp kalmıştı. "Konuşmalıyız. Her şeyi." Bu sözler,
kalbinde hem bir umut hem de bir korku fırtınası yaratıyordu. Yıllar süren
sessizlik, şimdi bir anda bozulacak mıydı?
Fatma Ana, Aslıhan'ın yanına geldi. Yüzünde
endişeli bir ifade vardı. "Kızım, saraydan haberler geliyor. Kılıç Arslan,
Nizamülmülk tarafından önemli bir görev için gönderilecekmiş. Batıdaki
beyliklere gidecekmiş."
Aslıhan'ın kalbi buz gibi oldu. "Yine mi
gidecek? Ne zaman dönecekmiş?"
"Bilinmez kızım. Bu tür görevler, bazen
aylar, bazen yıllar sürer. Hatta bazen hiç dönülmez." Fatma Ana'nın son
sözleri, Aslıhan'ın içini titretti. "Bu yüzden dünkü konuşmanız... Eğer
konuşmak istediği önemli şeyler varsa, gitmeden önce konuşmalıydın."
Aslıhan, kararlı bir şekilde başını kaldırdı.
"O zaman gitmeden önce onunla konuşmalıyım. Nerede kalıyor Fatma Ana?
Sarayın misafirhane bölümünde mi?"
Fatma Ana onayladı. "Evet, ancak Şehzade
Ayaz'ın gözleri her yerde. Dikkatli olmalısın."
Aslıhan, Şehzade Ayaz'ın tehdidini biliyordu.
Ayaz'ın ona olan ilgisi, sarayda herkesin dilindeydi. Aslıhan, Ayaz'ın
kendisine sunduğu güç ve zenginlik vaatlerini reddediyordu. Ayaz'ın ihtiraslı
doğası, onu korkutuyordu. Ama şimdi Kılıç Arslan'ın gidişi, Ayaz'a daha fazla
fırsat verebilirdi.
O öğleden sonra, Aslıhan, en sadık
cariyelerinden biriyle birlikte saraya gitti. Kılıç Arslan'ın misafirhane
bölümünde olduğunu öğrenmişti. Koridorlarda ilerlerken, her köşede bir
gölgenin, her fısıltıda bir tehdidin varlığını hissediyordu. Saray, gerçekten
de bir yılan yuvasına dönmüştü.
Kılıç Arslan'ın odasının kapısını çaldığında,
kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kapıyı, Kılıç Arslan'ın yaveri olan genç
bir asker açtı. Aslıhan'ı görünce şaşırdı ama saygıyla eğildi.
"Aslıhan Hanım," dedi yaver.
"Emir Kılıç Arslan içeride. Size haber vereyim."
Kılıç Arslan, odasında, yolculuk için
hazırlıklarını yapıyordu. Zırhlarını kontrol ediyor, kılıcını yağlıyordu.
Yaverinin sesini duyduğunda, aniden döndü. Aslıhan'ı kapıda görünce, yüzünde
bir şaşkınlık ve ardından tarifsiz bir sevinç belirdi.
"Aslıhan..." dedi, sesi derin ve
sıcaktı. "Geleceğini hiç tahmin etmemiştim."
Aslıhan, odaya girdi ve yaverlerine dışarıda
beklemeleri için işaret etti. Kapı kapandığında, odadaki atmosfer bir anda
değişti. Yılların birikmişliği, iki genç kalbin arasında görünmez bir duvar
gibi duruyordu.
"Geleceğini öğrendim," dedi Aslıhan,
sesi titriyordu. "Gitmeden önce konuşmak istedim. Dün akşamki sözlerin...
'Konuşmalıyız. Her şeyi.'"
Kılıç Arslan, elindeki kılıcı bir kenara
bıraktı ve Aslıhan'a yaklaştı. "Evet, Aslıhan. Her şeyi. Ama nereden
başlayacağımı bilemiyorum." Gözleri, Aslıhan'ın kehribar rengi gözlerinin
içine daldı.
"Yıllardır sen aklımdan çıkmadın. Savaş
meydanlarında, en zor anlarda bile senin hayalin güç verdi bana. Ama biliyorum
ki soyluluk kuralları, benim gibi bir askerin senin gibi bir Hanımefendiye
layık olmadığını söylerdi."
Aslıhan, gözleri yaşlarla doldu. "Ben de
seni unutmadım, Kılıç Arslan. Hiçbir zaman. Ama sarayda her şeyin bir bedeli
var. Benim babam öldüğünde, konaklamamız, yaşantımız, her şeyimiz Sultan'a
bağlı hale geldi. Kendi başıma karar verme lüksüm kalmadı. Ve Şehzade
Ayaz..."
Kılıç Arslan'ın yüzü gerildi. "Ayaz mı? O
seni mi rahatsız ediyor?"
"Bana karşı ilgisi olduğunu
biliyorsun," dedi Aslıhan, sesi alçaldı. "Bana evlilik teklifinde
bulundu. Sultanlık vaatleriyle birlikte."
Kılıç Arslan'ın yumrukları sıkıldı. "O
namert! Demek hırsına seni de katmak istiyor."
"Ben reddettim," dedi Aslıhan.
"Ama o kolay vazgeçmez. Seni rakip olarak görüyor, Kılıç Arslan. Hem taht
için, hem de... benim için."
Kılıç Arslan, Aslıhan'a daha da yaklaştı,
aralarındaki mesafe azaldı. Yıllarca bastırılan tutku, şimdi alevleniyordu.
"Ona izin vermem, Aslıhan. Ne tahtı, ne de seni almasına izin vermem. Ama
ben gidiyorum. Ne kadar sürecek, ne zaman dönerim, belli değil."
Aslıhan'ın gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
"Gideceksin... Ben burada, Ayaz'ın gölgesi altında ne yapacağım? Fatma Ana
bile saraydaki casuslardan bahsediyor."
Kılıç Arslan, uzanıp Aslıhan'ın elini tuttu.
Elinin sıcaklığı, Aslıhan'ın içini ısıttı. "Kendini koru, Aslıhan. Ne
olursa olsun, umudunu kaybetme. Döneceğim. Ve o zaman, hiçbir şey bizi
ayıramayacak. Ne saray kuralları, ne Ayaz'ın ihtirası. Hiçbir şey."
Bu sözler, Aslıhan'ın yüreğine su serpti. Kılıç
Arslan'ın kararlı bakışları, ona güç veriyordu. Ama aynı zamanda, bu belirsiz
ayrılık, içini derin bir hüzünle dolduruyordu.
Kapı dışarıdan çalındı. Kılıç Arslan ve Aslıhan
hızla ayrıldı. Yaver, "Emir'im, Nizamülmülk sizi bekliyor. Melikşah ile
birlikte yola çıkışınız için son hazırlıklar tamamlanacak."
Kılıç Arslan, son bir kez Aslıhan'a baktı.
Gözlerinde söz verilemez bir ifade vardı. "Gidiyorum, Aslıhan. Kendine iyi
bak. Ve bekle beni."
Aslıhan başını salladı, boğazında bir yumru
vardı. Söyleyebildiği tek şey, "Kendine iyi bak, Kılıç Arslan. Ve
dön." oldu.
Kılıç Arslan, odadan çıktı ve hızlı adımlarla
Nizamülmülk'ün yanına yöneldi. Aslıhan ise odada tek başına kaldı. Pencereden
dışarı baktığında, Kılıç Arslan'ın atlı birliğinin sarayın avlusundan
ayrıldığını gördü. Tozlu yollarda uzaklaşan siluetler, Aslıhan'ın içindeki
boşluğu daha da büyütüyordu.
Akşam olduğunda, saraydaki dedikodular daha da
yoğunlaştı. Aslıhan'ın Kılıç Arslan'ın odasında görüldüğü haberi, Ayaz'ın
kulağına kadar gelmişti. Şehzade, duyduğu bu haberle öfkeden deliye dönmüştü.
"Demek öyle," diye hırladı Ayaz, en
güvendiği adamı olan Vezir Bey'e. "O alçak, giderayak bile bana meydan
okuyor. Ve Aslıhan... O da mı onu seçti?"
Vezir Bey, "Şehzadem, Aslıhan Hanım'ın
Emir Kılıç Arslan'a karşı bir zafiyeti olduğu biliniyor. Ama asıl tehlike Kılıç
Arslan'ın kendisidir. O, Nizamülmülk'ün gözdesidir ve Melikşah'ın en büyük
destekçisi."
Ayaz'ın gözlerinde soğuk bir parıltı belirdi.
"Onun bu görevden sağ salim dönmemesi gerekiyor o zaman, değil mi?
Batıdaki beylikler arasında bazı dostlarımız var.
Kılıç Arslan'ın yolculuğunu zorlaştırabilirler.
Belki de bir kaza süsü verilebilir." Ayaz'ın yüzünde şeytani bir gülümseme
yayıldı. "Evet, bir kaza... Sultan'ın gözünden düşmüş, hain bir komutanın
yaşadığı talihsiz bir kaza."
Vezir Bey, Ayaz'ın bu tehlikeli planını
onaylarcasına başını salladı. "Emrinizdir, Şehzadem. Haberleri en kısa
sürede iletirim."
Aslıhan ise konağında, Kılıç Arslan ile
vedalaşmalarının acısını yaşıyordu. Onun gidişiyle saraydaki yalnızlığı daha da
belirginleşmişti. Fatma Ana, Aslıhan'ı teselli etmeye çalışıyordu ama
Aslıhan'ın kalbindeki endişe dinmiyordu. Kılıç Arslan'ın tehlikeli yolculuğu,
Ayaz'ın karanlık planları... Tüm bunlar, Aslıhan'ın ruhunu bir ağırlık gibi
sarmıştı.
O gece, Kayseri'nin üzerinde yine ay yükseldi.
Ama bu sefer, ay ışığı altında sadece keder değil, aynı zamanda büyüyen bir
ihanetin ve başlamak üzere olan kanlı bir mücadelenin gölgeleri de dans
ediyordu.
"Efsane ve Yıkım" destanının ilk
adımları atılmış, kaderin ağı örülmeye başlamıştı. Aslıhan, bu ağın içinde
savrulurken, sadece Kılıç Arslan'ın geri döneceği umuduyla hayatta kalmaya
çalışacaktı.
Kayseri'nin üzerinde yükselen ay, o gece her
zamankinden daha soluktu. Aslıhan'ın penceresinden görünen yıldızlar bile,
kalbindeki ağırlığı hafifletmeye yetmiyordu. Kılıç Arslan gitmişti. Onunla
geçirdiği kısacık anlar, yıllardır süren sessizliğin ardından bir rüya gibi
gelmiş, sonra da bir anda dağılmıştı.
Konağın
içi boş geliyordu. Fatma Ana'nın teselli dolu sözleri bile, Aslıhan'ın
ruhundaki sızıyı dindiremiyordu. Bir yandan Kılıç Arslan'ın döneceğine dair
inancı, diğer yandan Ayaz'ın tehditkar gölgesi ve sarayın kasvetli atmosferi
arasında sıkışıp kalmıştı.
Aslıhan, kütüphanesine sığındı. Tozlu
raflardan, Farsça yazılmış bir aşk şiirleri divanı aldı. Dizeleri okurken, her
kelime Kılıç Arslan'a olan özlemini daha da körüklüyordu.
Ama bu
kez okuduğu dizelerde, sadece aşkın güzelliği değil, aynı zamanda ayrılığın ve
belirsizliğin acısı da vardı. Saraydaki entrikalar, dışarıdaki düşmanlar, taht
kavgaları... Tüm bunlar, onun kişisel mutluluğunun önüne geçiyordu.
Kendi kaderi, adeta büyük bir imparatorluğun
kaderine bağlanmıştı.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Kılıç Arslan
ve beraberindeki sadık askerleri, Kayseri'nin batı kapısından çıkarak tozlu
yollara düştüler. Yola çıkarken, geride bıraktığı Aslıhan'ın görüntüsü,
zihninde canlılığını koruyordu. Görev bilinci, onu ileriye doğru itiyordu ama
kalbinin bir yanı Kayseri'de kalmıştı.
Yolculuk zorluydu. Anadolu'nun geniş
bozkırları, kimi zaman çetin rüzgarlara, kimi zaman da bastırıcı bir sessizliğe
bürünüyordu. Kılıç Arslan, atının üzerinde, zırhının ağırlığı altında
düşüncelere dalmıştı.
Nizamülmülk'ün verdiği görev, sadece beylerden
biat almakla sınırlı değildi. Aynı zamanda Ayaz'ın potansiyel destekçilerini de
tespit etmesi gerekiyordu. Bu, kılıç sallamaktan daha zorlu, daha sinsi bir
savaştı.
İlk durakları, Kayseri'ye yakın bir uç
beyliğiydi. Bey, Sultan Alparslan'a bağlılığıyla biliniyordu. Kılıç Arslan,
biat mektubunu sunmak için beyliğin merkezine vardığında, Bey, onu büyük bir
saygıyla karşıladı.
Ancak
Kılıç Arslan, Bey'in gözlerinde gizlenen bir tedirginliği fark etti. Akşam
yemeğinde, sohbet sırasında, Ayaz'ın adı geçtiğinde Bey'in yüzündeki ifade
değişmişti.
"Şehzade Ayaz," dedi Bey, sesinde
tuhaf bir çekingenlik vardı, "sizin gitmenizden hemen sonra birkaç adamını
yolladı. Kılıç Arslan'ın sadakati sorgulanıyor, Melikşah'ın gençliği
tartışılıyor dediler. Hatta bazı hediyeler de gönderdiler..."
Kılıç Arslan'ın yüzündeki kasvet arttı. Demek
Ayaz boş durmuyordu. "Ne tür hediyeler?" diye sordu.
Bey duraksadı. "Değerli mücevherler,
ipekli kumaşlar... Ama biz kabul etmedik tabii ki! Bizim sadakatimiz Sultan
Alparslan'a ve onun vasiyetine, yani genç Sultan Melikşah'adır."
Kılıç Arslan, Bey'in dürüstlüğüne güvendi ama
Ayaz'ın yöntemleri hakkında daha fazla bilgi edinmişti. Şehzade, sadece sarayda
değil, dışarıdaki beylikler üzerinde de nüfuz kurmaya çalışıyordu. Hediyelerle,
vaatlerle, hatta belki de tehditlerle...
Yolculukları devam etti. Kılıç Arslan, her
beyliğe vardığında aynı senaryonun farklı versiyonlarıyla karşılaşıyordu. Kimi
beyler, Ayaz'ın adamlarını içeri bile almazken, kimileri sessiz kalmayı tercih
ediyor, kimileri ise üstü kapalı bir şekilde Ayaz'ın tekliflerini
değerlendirdiklerini ima ediyordu.
Kılıç
Arslan, bu durumun sadece beyliklerin değil, tüm imparatorluğun temelini
sarsabileceğini fark etti. Bu, içten içe kemiren bir hastalıktı.
Bir akşam, küçük bir köyde mola vermişlerdi.
Hava iyice soğumuş, kar taneleri hafifçe düşmeye başlamıştı. Kılıç Arslan, kamp
ateşinin başında oturmuş, haritalarını inceliyordu. Yaveri, yanına geldi.
"Emir'im," dedi yaver, "Birkaç
gündür bizi takip edenler var gibi geliyor. Gözüme takılan bazı adamlar oldu.
Sanki bizimle birlikte hareket ediyorlar, ama uzaktan."
Kılıç Arslan, başını kaldırdı. "Ne tür
adamlar?"
"Sıradan yolculara benzemiyorlar, Emir'im.
Askeri talim görmüş gibi duruyorlar. Ve çok sessizler."
Kılıç Arslan, şüpheyle etrafına bakındı.
Ayaz'ın tehdidini biliyordu. Vezir Bey'in sözleri aklına geldi: "Belki de
bir kaza süsü verilebilir." Kılıç Arslan, tetikte olmaya karar verdi.
Ertesi sabah, normal rotalarından saparak,
dağlık ve daha zorlu bir patikadan gitmeye karar verdi. Bu, onları
geciktirecekti ama pusuya düşme riskini azaltacaktı.
Kayseri Sarayı'nda ise durum giderek
gerginleşiyordu. Kılıç Arslan'ın gidişiyle birlikte, Şehzade Ayaz'ın Aslıhan
üzerindeki baskısı artmıştı. Ayaz, Aslıhan'ın Kılıç Arslan ile olan yakınlığını
duyduktan sonra öfkeyle dolmuş, onu kesinlikle elde etmeye ant içmişti.
Bir akşam, sarayın bahçesinde dolaşırken, Ayaz
aniden Aslıhan'ın karşısına çıktı. Yüzünde soğuk bir gülümseme vardı.
"Aslıhan Hanım," dedi, "Gecenin bu saatinde yalnız dolaşmanız
pek doğru değil. Bilirsiniz, bu sarayda her köşe bucak dedikoduya
açıktır."
Aslıhan, Ayaz'ın tehditkar tonunu hemen
anlamıştı. "Şehzadem," dedi, sesini soğuk tutmaya çalışarak,
"ben kendi halimde biriyim. Kimsenin dedikodusuna malzeme olmam."
Ayaz, Aslıhan'a doğru bir adım attı.
"Elbette. Ama bazıları sizin 'kendi halinizde' olmanızı yanlış
anlayabilir. Özellikle de Emir Kılıç Arslan gibi gözden düşmüş bir komutanla
gizli görüşmeler yaptığınız duyulursa..."
Aslıhan'ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Demek
öğrenmişti. "Neyden bahsediyorsunuz Şehzadem? Emir Kılıç Arslan, Sultan'ın
emriyle göreve gitti. Ben de ona sadece hayırlı yolculuklar diledim."
Ayaz, alaycı bir şekilde güldü. "Sadece
hayırlı yolculuklar mı? Öyle mi sanıyorsunuz Aslıhan Hanım? Oysa saraydaki
herkes, sizin ve o komutanın arasında bir geçmiş olduğunu bilir.
Ve şu anda, Kılıç Arslan'ın Melikşah'ın tahta
geçişinde oynadığı rol, benim ve benim gibilerin hiç hoşuna gitmiyor."
Gözlerindeki karanlık parıltı, Aslıhan'ı ürkütüyordu. "Melikşah'ın tahtı
sallanıyor, Aslıhan. Bu devletin asıl hükümdarı benim gibi bir şehzade olmalı.
Ve o zaman, sen de benim yanımda olacaksın."
Aslıhan, cesurca dik durdu. "Şehzadem,
benim kimin yanında olacağıma ben karar veririm. Ve bu devlette kimin sultan
olacağına da Allah ve Nizamülmülk gibi devlet büyükleri karar verir."
Ayaz'ın yüzündeki gülümseme silindi, yerine
öfke dolu bir ifade geldi. "Cüretkar," diye hırladı. "Ama
göreceksin, Aslıhan. Bu sarayda kimin sözü geçecek. O Kılıç Arslan'ın sana ne
faydası olacak ki? Yakında onun adının da unutulduğunu göreceksin. Belki de bir
daha asla dönmeyecek."
Bu sözler, Aslıhan'ın içini derinden sarstı.
Ayaz, Kılıç Arslan'ın başına kötü bir şey gelmesini mi istiyordu? Onun
gidişinden haberi olması ve bu kadar açıkça konuşması, Aslıhan'ın endişelerini
körükledi.
"Git buradan, Şehzadem," dedi
Aslıhan, "Sizin bu sözleriniz, bu saraya yakışmıyor."
Ayaz, Aslıhan'a bir kez daha tehditkar bir
bakış attı, sonra arkasını dönüp karanlıkta kayboldu. Aslıhan, olduğu yerde bir
süre titreyerek kaldı. Fatma Ana'nın sözleri kulaklarında çınlıyordu: "Bu
saray her zaman böyle olmuştur kızım.
Tahtın gölgesi, bazen sevginin, bazen
dostluğun, bazen de hayatın üzerine düşer ve her şeyi karartır. Dikkatli
olmalısın."
Fatma Ana haklıydı. Saray, bir yılan yuvasına
dönüşmüştü. Ve Aslıhan, kendini bu yılanların arasında savunmasız hissediyordu.
Kılıç Arslan'ın yokluğunda, Ayaz'ın baskısı her geçen gün artacaktı. Ne
yapacaktı? Kılıç Arslan'ın döneceğine dair umudu, Ayaz'ın karanlık
tehditleriyle nasıl baş edecekti?
Gece ilerlerken, Kılıç Arslan ve askerleri,
dağlık arazide zorlu bir yoldan ilerliyordu. Hava daha da soğumuş, kar diz
boyuna ulaşmıştı. Tam bir vadiye girdikleri sırada, ok sesleri yankılandı.
Pusuya düşmüşlerdi!
"Saldırı!" diye bağırdı Kılıç Arslan.
Kılıcını çekerek öne atıldı. Karşılarındaki gölgelerden çıkan adamlar, tanıdık
olmayan kıyafetler giyiyorlardı ama hareketleri disiplinliydi. Bunlar eşkıyalar
değildi, profesyonel katillerdi. Ayaz'ın adamları!
Çarpışma vahşiydi. Kılıç Arslan, yılların
tecrübesiyle savaşıyordu. Kılıcı, karın üzerinde kan izleri bırakarak
düşmanlarının arasından geçiyordu. Ama sayıları fazlaydı. Askerleri, cesurca
karşı koyuyorlardı ama kayıplar vermeye başlamışlardı.
Bir anlık boşlukta, Kılıç Arslan'ın üzerine iki
kişi birden saldırdı. Birinin kılıcı omzuna sıyrıldı, diğerinin darbesinden son
anda eğilerek kurtuldu. Yarası derin değildi ama acısı keskin bir şekilde
hissediliyordu.
Kılıç Arslan, dişlerini sıktı. Bu bir kaza
değildi. Bu, onun canına kasteden bir suikast girişimiydi. Ayaz'ın emriyle
yapıldığına dair hiçbir şüphesi yoktu.
Zorlu bir mücadelenin ardından, Kılıç Arslan ve
kalan askerleri, pusudan kurtulmayı başardılar. Ama yorgun ve yaralıydılar.
Karşı taraf da ağır kayıplar vermişti.
Kılıç Arslan, geride bıraktığı cesetlere
baktığında, Ayaz'ın ne kadar ileri gidebileceğini bir kez daha anladı. Bu,
sadece taht kavgası değil, aynı zamanda kişisel bir savaştı. Ve bu savaşta,
merhamete yer yoktu.
Kılıç Arslan, yaralı omzunu tutarak, buz gibi
havada ilerlemeye devam etti. Zihninde Aslıhan'ın yüzü vardı. Ona verdiği
söz... Geri dönecekti. Ne pahasına olursa olsun.
Ve
Ayaz'a bunun hesabını soracaktı. İmparatorluğun üzerine çöken bu gölgeler,
dağıtılmalıydı. Ama önce, hayatta kalmak zorundaydı.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 3 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder