Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi,Osmanlı tarihi roman,tarihi aşk romanı,Osmanlı saray entrikaları,sultanın hikayesi,taht mücadelesi roman,ihanet ve savaş romanı,Osmanlı İmparatorluğu kitap,tarihi kurgu roman,entrika dolu romanlar,Osmanlı dizileri tadında roman,padişah dönemi hikayesi,tarih severler için kitap,destansı tarihi roman,Osmanlı aşk ve ihanet hikayesi
Dağların sarp yamaçları, Kılıç Arslan'ın yaralı omzunu daha da sızlatıyordu. Ayaz'ın pusu kuran adamları, karda bıraktıkları kan izlerini takip etmek için geri dönebilirlerdi. Bu yüzden durmaksızın ilerlemek zorundaydılar.
Yanındaki avuç içi kadar kalmış sadık
askerleri de kendisi gibi yorgun ve yaralıydı. Kılıç Arslan, dişlerini sıktı.
Bu, sadece bir saldırı değil, aynı zamanda bir mesajdı: Ayaz, merhametsizdi ve
amacına ulaşmak için her şeyi göze almıştı.
Vadiyi geride bıraktıklarında, güneş doğmak
üzereydi. Karla kaplı ağaçlar, ufukta kızıl bir çizgi halinde beliren güneşe
doğru uzanıyordu. Kılıç Arslan, en kıdemli askeri olan Serdar Bey'e döndü.
"Köyün birine varmalıyız. Yaralılarımızın dinlenmeye ve tedaviye ihtiyacı
var."
Serdar Bey başını salladı. "Emrinizdir,
Emir'im. Bildiğim, buradan çok uzak olmayan küçük bir oba var. Güvenli
olmalı."
Obaya vardıklarında, köy halkı onları
şaşkınlıkla karşıladı. Bir Selçuklu komutanının bu denli yaralı ve yorgun
görünmesi alışılmadık bir manzaraydı. Kılıç Arslan, kimliğini ve görevini
açıklayarak, yardım istedi. Köyün tabibi, onun omzundaki yarayı temizleyip
sardı.
Ateşi yükselmeye başlamıştı. Kılıç Arslan,
soğuk terler dökerek yatağında uzanırken, zihni Kayseri'ye, Aslıhan'a
gidiyordu. Onun için endişeleniyordu. Kendisi bir askerdi, savaşmayı bilirdi.
Ama Aslıhan, sarayın entrikaları karşısında ne yapacaktı?
Obada geçirdiği günler, Kılıç Arslan için hem
dinlenme hem de düşünme fırsatı oldu. Ayaz'ın hamlesi, sadece onun görevini
engellemekle kalmamış, aynı zamanda genç Sultan Melikşah'ın tahtının ne kadar
tehlikede olduğunu da açıkça göstermişti.
Bu iç savaşın tohumları atılmıştı bile. Kılıç
Arslan, iyileşir iyileşmez görevine devam etmeliydi. Her ne pahasına olursa
olsun, Melikşah'ın biatını sağlamalı ve Ayaz'ın planlarını bozmalıydı.
Kayseri Sarayı'nda ise Aslıhan'ın günleri,
Kılıç Arslan'ın yokluğunda daha da zorlu geçiyordu. Ayaz'ın tehdidi, her geçen
gün daha somut bir hal alıyordu. Şehzade, sarayda Aslıhan'ı adım adım takip
ediyor, ona olan ilgisini açıkça belli etmekten çekinmiyordu.
Aslıhan, bu ilgi karşısında kendini bir kafeste
hissediyordu. Ayaz'ın tekliflerini reddetmeye devam etse de, Şehzade'nin
sabrının tükendiğini hissediyordu.
Bir öğleden sonra, sarayın haremlik bölümünde
Fatma Ana ile sohbet ederken, Ayaz'ın en güvendiği cariyelerinden biri olan
Dila, Aslıhan'a yaklaştı. Yüzünde yapmacık bir gülümseme vardı.
"Aslıhan Hanım," dedi Dila,
"Şehzade Ayaz, bu akşam vereceği ziyafete sizi de davet ediyor. Özel bir
ziyafet olacakmış, sadece seçkin misafirler katılacakmış."
Aslıhan, bunun bir davetten çok bir emir
olduğunu anladı. Ayaz'ın niyetini biliyordu. Eğer daveti reddederse,
Şehzade'nin öfkesini çekecekti. Bu, saraydaki konumunu daha da tehlikeye
atabilirdi.
Fatma Ana, durumu fark etti ve Aslıhan'ın
koluna dokundu. "Gitmeye mecbursun kızım. Sarayın kuralları böyledir. Ama
dikkatli ol."
Aslıhan, Dila'ya döndü. "Şehzade'ye daveti
için teşekkürlerimi iletin. Ziyafete katılacağım."
Dila, zafer kazanmış bir edayla gülümsedi ve
uzaklaştı. Aslıhan'ın içi titriyordu. Bu ziyafet, bir tuzak olabilirdi.
Akşam olduğunda, Aslıhan, en zarif ipekli
elbiselerinden birini giydi. Fatma Ana, ona destek olmak için yanındaydı.
"Korkma kızım," dedi. "Sadece bir ziyafet. Ne yapacağını
biliyorsun."
Aslıhan, kalbi hızla çarparak, Ayaz'ın ziyafet
verdiği salona girdi. Salon, altın işlemelerle süslenmiş, kadife perdelerle
donatılmıştı. Ortada büyük bir masa, birbirinden lezzetli yemeklerle doluydu.
Ayaz, masanın başında oturmuş, etrafındaki beyler ve komutanlarla sohbet
ediyordu. Aslıhan'ı gördüğünde, yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.
"Aslıhan Hanım, hoş geldiniz," dedi
Ayaz, ayağa kalkarak. "Bu akşamki ziyafet, sizin katılımınızla daha da
şenlendi."
Aslıhan, hafifçe eğildi. "Teşekkür ederim
Şehzadem."
Ayaz, masadaki boş bir yeri işaret etti.
Aslıhan, onun tam karşısına oturdu. Yemek boyunca Ayaz, Aslıhan'a özel ilgi
gösterdi. Ona iltifatlar yağdırdı, hediyelerinden ve zenginliğinden bahsetti,
gelecekteki sultanlık planlarını anlattı.
Ama Aslıhan, tüm bu sözlerin arkasındaki
boşluğu ve ihtirası görüyordu. Ayaz'ın konuşmalarında samimiyetten eser yoktu.
Ziyafetin ilerleyen saatlerinde, Ayaz şarap
kadehini kaldırdı. "Büyük Sultan Alparslan'ın ruhuna..." dedi, sonra
devam etti, "Ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun geleceğine... ki o
gelecekte, bu topraklar benim kılıcımın gölgesinde şenlenecek!"
Salondaki bazı beyler, Ayaz'ın bu cüretkar
sözlerine şaşkınlıkla bakarken, Ayaz'ın yandaşları onu coşkuyla alkışladı.
Aslıhan, içinden buz gibi bir rüzgarın estiğini hissetti. Ayaz, açıkça
Melikşah'ın tahtına göz diktiğini ilan ediyordu.
Ayaz, gözlerini Aslıhan'a dikti. "Ve
Aslıhan Hanım," dedi sesi daha alçak ama tüm salonun duyabileceği kadar
netti, "Bu görkemli gelecekte, benim yanımda, kraliçem olarak yer
alacaksın. Senin güzelliğin ve zekan, bu saraya ışık saçacak."
Aslıhan dondu kaldı. Ayaz, herkesin önünde ona
evlenme teklifi ediyordu. Bu, bir davetten çok, bir ilan, bir zorlamaydı.
Reddetmek, Ayaz'ı açıkça düşman etmek demekti. Kabul etmek ise, kalbinin asla
ait olmayacağı bir adama bağlanmak... Ve Kılıç Arslan'a ihanet etmek demekti.
Salondaki herkesin gözü Aslıhan'ın üzerindeydi.
Fısıltılar başladı. Aslıhan'ın kalbi, gümbür gümbür atıyordu. Ne diyecekti?
Tam o sırada, salonun giriş kapısı aniden
açıldı. Herkesin bakışları kapıya döndü. İçeri giren kişi, sarayın en güvendiği
muhafız komutanlarından biriydi. Yüzü panik doluydu.
"Nizamülmülk Efendim," diye bağırdı
komutan, vezire doğru ilerleyerek, "Dışarıdan kötü haberler geldi!
Batıdaki beyliklerden biri olan Karacahisar'ın Bey'i, Şehzade Ayaz'a biat
ettiğini ilan etmiş! Ve bölgedeki birkaç küçük obayı yağmalamış!"
Salondaki atmosfer bir anda değişti. Şarap
kadehleri masalara çarparak kırıldı, beyler ayağa kalktı. Ayaz'ın yüzündeki
sinsi gülümseme silindi, yerine zafer dolu bir ifade geldi. Karacahisar'ın
Bey'i, Ayaz'ın yandaşlarından biriydi ve ilk hamlesini yapmıştı.
Nizamülmülk'ün yüzü bembeyaz oldu. Bu,
beklediği ama önlenemeyen bir darbeydi. "Bu bir isyan!" diye gürledi.
"Derhal orduyu hazırlayın!"
Aslıhan, bu karmaşanın ortasında, gözlerini
Ayaz'a dikti. Şehzade'nin bakışları, "Gördün mü? Ben kazanıyorum,"
der gibiydi. Bu, sadece taht kavgası değil, kanlı bir savaştı. Ve bu savaşın
ilk kıvılcımı çakılmıştı.
Ayaz, bu kargaşadan faydalanarak Aslıhan'a
tekrar döndü. Sesi alçak ama tehditkardı. "Gördün mü Aslıhan? Kader sana
doğru yolu gösteriyor. Benimle olursan güvende olursun. Yoksa, bu fırtınada
savrulursun."
Aslıhan, boğazındaki düğümü yutkunmaya çalıştı.
Cevap vermek üzereydi ki, Fatma Ana'nın sesi kulaklarında yankılandı:
"Sabırlı ol kızım. Her şeyin bir zamanı vardır."
Bu ani gelişme, Aslıhan'a bir nefes alma alanı
vermişti. Ayaz'ın teklifi, şimdilik bu kargaşanın arasında askıda kalmıştı. Ama
bu sadece geçici bir ertelemeydi. Savaş başlamıştı. Ve bu savaşın en büyük
mağdurlarından biri de Aslıhan olabilirdi.
Aynı saatlerde, Karacahisar yakınlarındaki
dağlık arazide, Kılıç Arslan ve askerleri, yorgun ve yaralı bedenleriyle
ilerlemeye devam ediyordu. Uzaktan duydukları davul sesleri ve alevlerin
kızıllığı, onların adımlarını hızlandırmıştı. Bir obanın yağmalandığını
anlamışlardı.
Kılıç Arslan, yarasına rağmen atını sürdü.
Oraya vardıklarında, manzara korkunçtu. Obanın evleri yakılmış, malları
yağmalanmış, insanlar katledilmişti. Cesetlerin arasında, Kılıç Arslan'ın
gözüne çarpan bir şey oldu: Karacahisar Bey'inin sancağı.
"Lanet olsun!" diye hırladı Kılıç
Arslan. "Ayaz'ın emriyle yapılmış. Karacahisar Bey'i, Ayaz'a biat
etmiş!"
Bu haber, Kılıç Arslan'ı derinden sarstı.
Ayaz'ın ihaneti, artık açık bir isyana dönüşmüştü. Ve Kılıç Arslan, tam da bu
isyanın merkezine düşmüştü. Nizamülmülk'ün verdiği görev, artık sadece bir biat
toplama görevi değil, aynı zamanda bir isyanı bastırma göreviydi.
Yaralı ve sayıca az olmalarına rağmen, Kılıç
Arslan'ın kararı netti. Geri dönemezdi. Melikşah'ın tahtı tehlikedeydi.
Anadolu'nun her köşesi, Ayaz'ın fitnesiyle karışabilirdi. Kılıç Arslan,
kılıcını çekti. Gözlerinde kararlılık ve öfke parlıyordu.
"Hazırlanın askerler!" diye gürledi
sesi, soğuk havada yankılandı. "Bu bir savaş! Sultan Melikşah için!
Selçuklu Devleti için! Ve bu namertlere bunun hesabını soracağız!"
Kılıç Arslan, yaralı bir aslan gibiydi. Zayıf
düşmüş olsa da, içindeki savaşçı ruhu asla sönmemişti. Karacahisar'ın üzerine
yürüyecek, Ayaz'ın bu ilk darbesine karşılık verecekti.
Ancak bu, sadece başlangıçtı. Önlerinde, çok
daha büyük ve kanlı bir savaş vardı. Ve bu savaşın sonunda, kimin
efsaneleşeceği, kimin ise yıkıma uğrayacağı henüz belli değildi.
Karacahisar Obası'nın külleri henüz tüterken,
Kılıç Arslan'ın kararlı bakışları, gökyüzüne doğru yükselen kara dumanın
arasından bir şahin gibi süzülüyordu.
Omzundaki yara, her nefes alışında zonkluyordu
ama bu acı, içindeki öfke ve görev bilincinin yanında önemsiz kalıyordu.
Ayaz'ın ihaneti, sadece bir beyliğin isyanından ibaret değildi; bu,
Selçuklu'nun kalbine saplanan bir hançerdi.
Melikşah'ın genç tahtını sarsmaya yönelik alçakça bir girişimdi.
"Toparlanın!" diye gürledi Kılıç
Arslan, sesi yorgunluğa rağmen çelik gibiydi. "Şimdi Karacahisar'a
yürüyeceğiz! Bu namertlerin haddini bildireceğiz!"
Askerleri, yorgun bedenlerine rağmen
komutanlarının emrine uydular. Kılıç Arslan, atına binerken, zihninde
Karacahisar Bey'inin yüzü belirdi.
Bu adam, bir zamanlar Sultan Alparslan'a
sadakat yemini etmiş, Anadolu'nun bekası için nice savaşlarda omuz omuza
çarpışmış bir beydi. Şimdi ise Ayaz'ın vaatleri ve belki de tehditleri yüzünden
kendi halkına sırt çevirmiş, yağmacı bir asi konumuna düşmüştü. İhanetin ne
denli kirli bir oyun olduğunu bir kez daha anladı Kılıç Arslan.
Kılıç Arslan ve az sayıdaki birliği,
Karacahisar Kalesi'ne doğru ilerlerken, yollar, yağmalanmış köylerin ve kaçışan
köylülerin izleriyle doluydu. Her adımda, Ayaz'ın fitnesinin ne denli
yayıldığına şahit oluyorlardı.
Kılıç Arslan, kalesine ulaşmadan önce,
beylikten ayrılan ve köylüleri yağmalayan küçük bir grup asiyle karşılaştı. Hiç
tereddüt etmeden saldırı emri verdi. Kılıcı, yaralı omzuna rağmen hızla ve
kesin darbelerle düşmanlarını alt etti. Bu küçük zafer, askerlerinin morale iyi
gelmişti ama asıl sınav Karacahisar Kalesi'nin surları ardında bekliyordu.
Kaleye vardıklarında, surların üzerinde Ayaz'ın
sancağını görmek, Kılıç Arslan'ın öfkesini bir kat daha artırdı. Karacahisar
Bey'i, meydan okuyordu. Kılıç Arslan, kalenin kapısına yaklaştı ve gür sesiyle
bağırdı: "Ey Karacahisar Bey'i! Sultan Alparslan'ın ruhunu kirletiyorsun!
Sana son bir şans veriyorum, teslim ol ve isyanına son ver! Yoksa kılıcımın
tadına bakacaksın!"
Kale surlarından bir ses yükseldi: "Emir
Kılıç Arslan! Sen kim oluyorsun da bana ahkam kesiyorsun? Sultan Alparslan
öldü! Artık Anadolu'da yeni bir düzen var! Ve o düzenin sultanı, Şehzade Ayaz
olacak! Sen de onun yoluna çıkma, yoksa sonun kötü olur!"
Kılıç Arslan'ın yüzü öfkeyle kasıldı. Demek
kelimelerle ikna mümkün değildi. "Hazırlanın!" diye bağırdı
askerlerine. "Kaleyi kuşatın! Bu isyanı bastıracağız!"
Kayseri Sarayı'nda ise Ayaz'ın ziyafetindeki o
sarsıcı anın ardından gerginlik daha da artmıştı. Karacahisar Bey'inin isyan
haberi, sarayın koridorlarında bir yangın gibi yayılmış, herkesin huzurunu
kaçırmıştı. Nizamülmülk, derhal Melikşah ile bir araya gelmiş, durum
değerlendirmesi yapıyordu.
Aslıhan ise, Ayaz'ın açıkça yaptığı evlilik
teklifi ve Kılıç Arslan'ın başına gelebilecekler hakkındaki tehditleri yüzünden
geceleri uyuyamaz olmuştu. Fatma Ana, Aslıhan'ın yanından ayrılmıyor, ona
destek olmaya çalışıyordu.
"Kızım," dedi Fatma Ana bir sabah,
Aslıhan'ın odasında. "Bu sarayda ayakta kalmak için sadece zarafet yetmez.
Zeka ve cesaret de gerekir. Ayaz'ın teklifini o an reddetmemen akıllıca oldu.
Şimdi zaman kazanmalıyız."
Aslıhan, pencereden dışarı bakıyordu. "Ama
ne zamana kadar? Kılıç Arslan'dan haber yok. Onun başına kötü bir şey
gelirse... Ben ne yaparım?"
Fatma Ana, Aslıhan'ın elini tuttu. "Kılıç
Arslan yiğit bir komutandır. Kendini korumasını bilir. Ama sen burada kendini
korumalısın. Ayaz, bu isyanı koz olarak kullanacak. Melikşah'ı zayıf göstermek
isteyecek ve kendi konumunu güçlendirecek."
Fatma Ana haklıydı. Ayaz, ertesi gün sarayda
düzenlenen divan toplantısında, Karacahisar isyanını Melikşah'ın zayıflığına
yormaya çalıştı. "Gördünüz mü beyler," dedi Ayaz, divandaki herkese
hitaben, "Daha yeni sultan olan Melikşah, Anadolu'nun her yerinden isyan
haberleri alıyor. Bu devletin başında güçlü bir lider olmalı! Bu yükü
taşıyamayacak biri değil!"
Nizamülmülk, Ayaz'ın sözlerini soğuk bir
şekilde kesti. "Şehzade Ayaz! Bu zor zamanlarda birlik olmalıyız, fitne
çıkarmamalıyız! Karacahisar'daki isyan bastırılacaktır. Sultan Melikşah, bu
devleti en iyi şekilde yönetecek güce sahiptir!"
Melikşah, babasının gölgesinden çıkarak,
kendinden beklenmeyen bir kararlılıkla konuştu: "Karacahisar'daki isyanı
bastırmak için ordularımız yola çıkacak! Hainler cezalandırılacak! Benim tahtım
da, bu devletin birliği de sarsılmayacak!"
Melikşah'ın bu kararlı duruşu, Ayaz'ı şaşırttı.
Şehzade, genç sultanın bu kadar çabuk kendine geleceğini beklemiyordu. Aslıhan,
divanın arka sıralarından bu konuşmayı dinlerken, Melikşah'ın gücüne şaşırdı.
Sultan olgunlaşıyordu.
Ancak Ayaz'ın hırsı dinmeyecekti. Divan sona
erdiğinde, Ayaz, Nizamülmülk'e yaklaştı. "Vezirim," dedi sesi alçak
ama tehditkardı. "Bu isyanı bastırmak için kim gidecek? O Kılıç Arslan mı,
yoksa daha tecrübeli bir komutan mı?"
Nizamülmülk, Ayaz'ın alaycı tavrını görmezden
geldi. "Emir Kılıç Arslan, zaten o bölgede. Gerekirse oradaki kuvvetlere
katılarak isyanı bastırmakla görevlendirildi."
Ayaz'ın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.
"Demek öyle... O zaman, umarım görevi başarıyla tamamlar. Yoksa bu
devletin başına daha büyük belalar açılır." Sözlerinde gizli bir tehdit
vardı.
Kılıç Arslan'ın başına gelenleri bildiğini,
hatta kendisinin planladığını açıkça ima ediyordu.
Aslıhan, bu konuşmayı duymuştu. Ayaz'ın Kılıç
Arslan'a yönelik planları, sandığından da karanlık ve kapsamlıydı. Kalbindeki
endişe, bir bıçak gibi saplandı.
Karacahisar Kalesi'nin önündeki kuşatma,
günlerdir sürüyordu. Kılıç Arslan'ın askerleri, sayıca az olmalarına rağmen
kahramanca savaşıyorlardı. Kale duvarlarına tırmanma girişimleri, ok yağmuru ve
sıcak yağ dökülerek püskürtülüyordu. Kılıç Arslan'ın yarası da iyileşmesine
rağmen onu zorluyordu.
Bir gece, kale duvarlarına yaklaşan gizli bir
geçit keşfettiler. Kılıç Arslan, bu fırsatı kaçırmadı. Yanındaki en cesur
askerleriyle birlikte, karanlığın örtüsü altında geçide sızdılar.
İçeri girdiklerinde, kale muhafızlarını
hazırlıksız yakaladılar. Çatışma başladı. Kılıç Arslan, kılıcını ustaca
kullanarak düşmanlarını birer birer yere seriyordu. Amacı, Karacahisar Bey'ine
ulaşmaktı.
Kalenin içinde ilerlerken, Karacahisar Bey'i ve
askerleriyle karşılaştılar. Bey, Kılıç Arslan'ı gördüğünde şaşkınlıkla geri
çekildi. "Sen... Sen nasıl buraya geldin? Ölmen gerekiyordu!"
Kılıç Arslan'ın gözleri öfkeyle parladı.
"Benim ölümüm, senin elinden olmayacak, hain! Ayaz'ın kirli oyunlarına
alet oldun. Şimdi bunun bedelini ödeyeceksin!"
Kılıç Arslan ve Karacahisar Bey'i arasında
amansız bir düello başladı. Kılıçlar şakır şakır çarpışıyor, kıvılcımlar
saçılıyordu. Karacahisar Bey'i, iri yarı ve güçlü bir savaşçıydı ama Kılıç
Arslan'ın çevikliği ve tecrübesi karşısında zorlanıyordu. Sonunda, Kılıç
Arslan, Karacahisar Bey'inin kılıcını elinden savurdu ve kılıcını onun boğazına
dayadı.
"Teslim ol!" diye gürledi Kılıç
Arslan. "Ya da burada öl!"
Karacahisar Bey'i, mağlubiyetin acısıyla
titredi. "Tamam... Teslim oluyorum... Ama bil ki bu sadece başlangıç!
Ayaz'ın gücü tahmin ettiğinden çok daha büyük!"
Kılıç Arslan, Karacahisar Bey'ini esir alarak
kaleyi ele geçirdi. İsyan bastırılmıştı. Ancak bu zafer, Kılıç Arslan'ın
içindeki endişeyi dindiremedi. Ayaz'ın sözleri aklına geldi: "Bu sadece
başlangıç!" Kılıç Arslan, şimdi Kayseri'ye dönmeli ve Melikşah'ı yaklaşan
büyük tehlikeye karşı uyarmalıydı.
Ama dönerken onu neler bekliyordu? Ayaz'ın
başka hangi planları vardı? Ve Kayseri'de, Aslıhan'ın durumu neydi? Kılıç
Arslan, kalbini saran bu sorularla, Selçuklu'nun üzerine çöken karanlığın daha
da derinleştiğini hissediyordu. "Efsane ve Yıkım" destanı, daha yeni
başlıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 4 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder