Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi,Osmanlı tarihi roman,tarihi aşk romanı,Osmanlı saray entrikaları,sultanın hikayesi,taht mücadelesi roman,ihanet ve savaş romanı,Osmanlı İmparatorluğu kitap,tarihi kurgu roman,entrika dolu romanlar,Osmanlı dizileri tadında roman,padişah dönemi hikayesi,tarih severler için kitap,destansı tarihi roman,Osmanlı aşk ve ihanet hikayesi
Karacahisar Kalesi, zapt edilmiş surlarıyla
ardında kalırken, Kılıç Arslan'ın yüreğindeki endişe dinmiyordu. Yaralı omzu,
artık daha az sızlasa da, zihnindeki soruların acısı kat be kat fazlaydı.
Ayaz'ın planları deşifre olmuştu.
Bu, sadece bir beyliğin isyanı değil, tahtın
geleceğini tehdit eden sistemli bir hareketti. Nizamülmülk'ü uyarmalı,
Melikşah'ı bu karanlık tezgâha karşı hazırlamalıydı.
Ancak Kayseri'ye dönüş yolu, Karacahisar'a
geliş yolundan çok daha tehlikeli olacaktı. Ayaz'ın ilk darbesi başarısızlığa
uğramıştı; şimdi daha büyük bir öfkeyle saldıracağından emindi.
Kılıç Arslan ve geriye kalan az sayıdaki sadık
askeri, Karacahisar'ı terk ederek daha hızlı, ancak daha açık olan ana yola
çıktılar. Yoldaki her gölge, her ağaçlık, bir pusu ihtimalini barındırıyordu.
Kılıç Arslan, atının üzerinde dört bir yanı
dikkatle süzerken, zihni Kayseri'de, Aslıhan'daydı. Ayaz'ın ona karşı yaptığı
evlilik teklifi, kulağına gelmişti. Aslıhan'ın bu baskı altında nasıl
direneceğini merak ediyordu. Kılıç Arslan, Aslıhan'ı tanıdı. Kolay pes etmezdi,
ama sarayın zehirli havası, en güçlü ruhları bile yıpratabilirdi.
Bir öğleden sonra, güneş batarken, uzakta bir
atlı grubunun toz bulutuyla yaklaştığını fark ettiler. Sayıları fazlaydı. Kılıç
Arslan, askerlerine saklanmalarını emretti. Kendisi de gözlerini kısarak
yaklaşan gruba baktı.
Üzerlerindeki kıyafetler, Karacahisar Bey'inin
adamlarına benziyordu ama aralarında yabancı yüzler de vardı. Bunlar,
kesinlikle Ayaz'ın gönderdiği takviye kuvvetlerdi. Pusuya düşmemek için bir an
önce harekete geçmeliydiler.
"Hazırlanın!" diye fısıldadı Kılıç
Arslan. "Vuruşup geçeceğiz! Teslim olmak yok!"
Kılıç Arslan ve askerleri, beklenmedik bir
anda, ağaçların arasından fırlayarak düşmanın üzerine atıldılar. Kılıç Arslan,
yaralı omzunun ağrısına aldırmadan, kılıcını ustaca savurarak düşman saflarını
yarıyordu. Bu, bir ölüm kalım savaşıydı.
Sayıca az olmalarına rağmen, Selçuklu
askerlerinin yiğitliği ve Kılıç Arslan'ın savaş dehası, kısa sürede düşman
saflarında panik yarattı. Birçoğu, Kılıç Arslan'ın ününü duymuş, onunla
karşılaşmaktan çekinmişti. Ama Ayaz'ın tehditleri ve vaatleri yüzünden
buradaydılar.
Çarpışma vahşiydi. Kılıç Arslan, bir yandan
kendi canını korurken, bir yandan da askerlerini yönetiyordu. Sonunda, düşman
safları dağıldı. Kalanlar, panik içinde geri çekilmeye başladılar.
Kılıç
Arslan, yorgunluktan dizleri titreyerek atının üzerinde duruyordu. Zafer, zordu
ama kazanılmıştı. Ancak bu, Ayaz'ın durmayacağının açık bir işaretiydi. Her
adımda, her köşede, yeni bir tehdit onları bekliyordu.
Kayseri Sarayı'nda ise Aslıhan'ın Ayaz'ın
evlilik teklifiyle başlayan gerilimi, sarayın her köşesine yayılmıştı. Fatma
Ana, Aslıhan'ın üzerindeki baskıyı görüyor, ona destek olmak için elinden
geleni yapıyordu.
"Kızım," dedi Fatma Ana bir sabah,
Aslıhan'a. "Şehzade Ayaz'ın teklifi, tüm sarayın dilinde. Reddedersen,
seni zorlayacaktır. Kabul edersen... Kalbinin acısı dinecek mi
sanıyorsun?"
Aslıhan, gözleri dolu dolu, Fatma Ana'ya baktı.
"Ne yapmalıyım, Fatma Ana? Kılıç Arslan'dan haber yok. Onun başına bir şey
gelirse... Ben burada tek başıma nasıl baş edeceğim?"
Fatma Ana, Aslıhan'ın saçlarını okşadı.
"Biliyorum kızım, zor bir durumdasın. Ama unutma, bazen en büyük güç,
sabırda ve zekadadır. Ayaz'ın teklifini hemen reddetme. Zaman kazan.
Melikşah'ın ve Nizamülmülk'ün bu durumu nasıl değerlendireceğini gör. Belki de
Kılıç Arslan'dan haber gelir."
Aslıhan, Fatma Ana'nın sözlerindeki bilgeliği
anladı. Ayaz'ın teklifini kesin bir dille reddetmek, onu doğrudan düşman etmek
demekti ki bu da Aslıhan'ı daha da savunmasız bırakırdı. Zaman kazanmak, en
akıllıca stratejiydi.
Ayaz, bu arada, Karacahisar isyanının
bastırıldığı haberini almıştı. Kılıç Arslan'ın hayatta kalması ve kaleyi ele
geçirmesi, Ayaz'ı öfkelendirmişti. Kılıç Arslan'ın düşmanı olduğu kadar, aynı
zamanda Aslıhan'ın gözünde de rakibi olduğunu biliyordu.
Bir öğleden sonra, Ayaz, Aslıhan'ı sarayın
bahçesinde dolaşırken gördü ve yanına yaklaştı. Yüzünde sahte bir sempati
ifadesi vardı. "Aslıhan Hanım," dedi, "Karacahisar'daki isyan
bastırıldı.
Ama ne
yazık ki, Emir Kılıç Arslan'ın birliği çok büyük kayıplar vermiş. Kendisi de
yaralıymış."
Aslıhan'ın kalbi sıkıştı. "Yaralı mı?
Nereden biliyorsunuz Şehzadem?"
Ayaz, omuz silkti. "Sarayın kulakları her
yerde, Aslıhan Hanım. Neyse ki kendisi kurtulmuş. Ama dönüş yolu zorlu
olacaktır. Benimle evlenmeyi kabul edersen, hayatın güvence altında olur. Bu
fırtınanın ortasında kendini korumuş olursun." Ayaz'ın sesindeki tekliften
çok, bir tehdit vardı.
Aslıhan, içindeki korkuyu bastırdı.
"Şehzadem," dedi, "evlilik, büyük bir karardır. Üzerine iyi
düşünmem gerekiyor. Ayrıca, babamın vefatından sonra yastayım. Bir süre daha
düşünmek için zaman rica ediyorum."
Ayaz'ın yüzündeki gülümseme biraz soldu ama
Aslıhan'ın bu diplomatik cevabı, onu tamamen reddetmediği için şimdilik tatmin
etmişti. "Pekala, Aslıhan Hanım. Size zaman tanıyacağım. Ama bu sarayda
zaman, bazen hızlı akar, bazen de tükeniverir."
Aslıhan, Ayaz'ın bu sözlerinden sonra hızla
uzaklaştı. Şehzade'nin tehditleri, Kılıç Arslan'ın yaralandığı haberiyle
birleşince, Aslıhan'ın ruhunu derinden sarsmıştı.
Kılıç Arslan ve askerleri, Kayseri'ye
yaklaştıkça, yolculukları daha da zorlaşıyordu. Ayaz'ın adamları, daha organize
bir şekilde saldırıyor, onları yıpratmaya çalışıyorlardı. Ancak Kılıç Arslan'ın
kararlılığı sarsılmıyordu. Onun için artık bu, kişisel bir intikam meselesi
haline gelmişti.
Bir akşam, küçük bir hanın yanından geçerken,
Kılıç Arslan, içeriden gelen tanıdık bir ses duydu. Bu, Karacahisar Bey'inin
casuslarından biriydi. Hanın kapısından gizlice içeri baktığında, adamın
Ayaz'ın Vezir Bey'i ile konuştuğunu gördü.
"Şehzademizin emri açık," diyordu
Vezir Bey. "Kılıç Arslan Kayseri'ye sağ salim ulaşmamalı! Onun dönüşü,
Melikşah'ın konumunu güçlendirecek! Gerekirse tüm yolları kapatın, tüm hanları
kontrol edin! Onu durdurun!"
Kılıç Arslan'ın yumrukları sıkıldı. Demek Ayaz,
hâlâ peşindeydi. Han'a girmek, onları yakalamak kolaydı ama bu, zaman kaybına
yol açardı. Daha hızlı davranmalıydı. Kılıç Arslan, gizlice oradan uzaklaştı.
Artık rotayı değiştirmek, hatta gizlice Kayseri'ye sızmak zorundaydılar.
Ertesi sabah, Kılıç Arslan, yanındaki
askerleriyle birlikte, bilinen yollardan saparak, ormanlık ve dağlık
patikalardan ilerlemeye karar verdi. Bu, daha tehlikeli ve meşakkatli bir yoldu
ama en azından Ayaz'ın adamlarının onları kolayca takip etmesini engellerdi.
Yolculukları birkaç gün daha sürdü. Soğuk,
yorgunluk ve açlık, bedenlerini iyice zayıflatmıştı. Ama Kılıç Arslan'ın azmi,
onları ayakta tutuyordu. Nihayet, Kayseri'nin surları uzakta belirdiğinde,
Kılıç Arslan'ın yüreği hem bir sevinç hem de bir gerilimle doldu. Gelmişlerdi.
Ama şimdi asıl savaş başlayacaktı.
Kayseri'ye sızmak kolay olmadı. Kılıç Arslan,
şehrin daha az kullanılan arka kapılarından birine yaklaştı. Yaveri, bir tüccar
kılığına girerek kapıdaki muhafızlarla konuştu ve onları içeri girmeyi
başardılar.
Şehrin dar sokaklarında ilerlerken, Kılıç
Arslan, halkın yüzlerindeki endişeyi ve belirsizliği fark etti. Sultan'ın
vefatı, Ayaz'ın isyanı... Tüm bunlar, halkın güvenliğini derinden sarsmıştı.
Kılıç Arslan, gizlice kendi konağına yöneldi.
İçeri girdiğinde, onu karşılayan ilk kişi Fatma Ana oldu. Fatma Ana, Kılıç
Arslan'ı bu halde görünce şaşkınlıkla geri çekildi. "Emir Kılıç Arslan!
Sen... Sen hayatta mısın? Sana bir şey oldu sanmıştık!"
Kılıç Arslan, yorgun bir gülümsemeyle başını
salladı. "Hayattayım, Fatma Ana. Ve hemen Nizamülmülk'e gitmem gerekiyor.
Melikşah tehlikede."
Aslıhan, bu sırada konağın başka bir
odasındaydı. Kılıç Arslan'ın sesini duyduğunda, kalbi yerinden fırlayacak gibi
oldu. Gözleri yaşlarla dolu, hızla salona koştu. Kılıç Arslan'ı gördüğünde,
sanki bir rüyadan uyanmış gibiydi. Yaralıydı, yorgundu ama buradaydı.
Hayattaydı.
Aslıhan, hızla Kılıç Arslan'ın yanına koştu.
"Kılıç Arslan! Geri döndün! Sana bir şey oldu sandım..." Sesi
titriyordu. Elini uzatıp, Kılıç Arslan'ın yorgun yüzüne dokundu.
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın elini tuttu. O an, tüm
yorgunluğu, tüm acısı silinmişti. Aslıhan'ın gözlerindeki sevinç, ona yeniden
güç vermişti. "Geri döndüm, Aslıhan. Söz verdiğim gibi. Ama şimdi
konuşacak çok şeyimiz var."
Aslıhan başını salladı. "Evet. Çok şey
var. Ayaz... Sana pusu kurmuş. Ve bana evlenme teklif etti."
Kılıç Arslan'ın yüzündeki gülümseme kayboldu.
Gözleri öfkeyle parladı. Ayaz'ın cesareti, tahmin ettiğinden de fazlaydı. Bu,
sadece bir taht kavgası değil, aynı zamanda kişisel bir hesaplaşma olacaktı.
"Hesabını soracağım ona!" diye fısıldadı.
Nizamülmülk'ü derhal bilgilendirmeliydi.
Ayaz'ın planları, artık sadece bir isyanla sınırlı değildi. Sarayın içine kadar
sızan bu zehirli nefes, imparatorluğun kalbini tehdit ediyordu.
Kılıç
Arslan'ın dönüşü, yeni bir dönemin başlangıcıydı. Kaderin çarkları daha hızlı
dönmeye başlamış, "Efsane ve Yıkım" destanı, en kanlı sayfalarını
yazmaya hazırlanıyordu.
Kılıç Arslan'ın konağa gelişi, bahar
esintisiyle dağılan bir sis perdesi gibi, Aslıhan'ın ruhuna taze bir nefes
üflemişti. Onun yaralı bedeni, Kayseri'nin surları ardında nihayet güvendeydi;
ancak sarayın zehirli nefesi, içlerindeki umudu ve sevinci bir kez daha tehdit
ediyordu. Ayaz'ın tehdidi, Aslıhan'a yapılan evlilik teklifi ve Kılıç Arslan'a
kurulan pusular… Bütün bunlar, biriken bir fırtınanın habercisiydi.
Fatma Ana, Kılıç Arslan'ın yorgun yüzünü ve
yaralı omzunu görünce hızla tabip çağırmak için koşuşturdu. Kılıç Arslan,
Aslıhan'ın gözlerinin içine bakarken, "Hemen Nizamülmülk'e gitmeliyim,
Aslıhan. Her şeyi anlatmalıyım. Melikşah tehlikede."
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın elini daha sıkı tuttu.
"Biliyorum. Ama önce dinlenmelisin. Yaraların... Ve sarayda Ayaz'ın
gözleri her yerde. Güvenli bir şekilde Vezir'e ulaşmalısın."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın haklı olduğunu
biliyordu. Yorgunluktan dizleri titriyordu. Başı dönüyordu. "Pekala. Ama
çok bekleyemem. Her geçen an, Ayaz'ın lehine işliyor."
Oturup konağın aşçısı tarafından hazırlanan
sıcak çorbayı içerken, Kılıç Arslan, Fatma Ana'ya döndü. "Kayseri'deki
durum nasıl, Fatma Ana? Halk ne düşünüyor? Ayaz'ın etkisi ne kadar
yayılmış?"
Fatma Ana iç geçirdi. "Halk endişeli,
Emir'im. Sultan Alparslan'ın vefatı büyük bir boşluk yarattı. Ayaz'ın adamları
her yerde dolaşıyor, Melikşah'ın gençliğini ve tecrübesizliğini vurguluyorlar.
Hatta
bazı camilerde bile Ayaz'ın lehine hutbeler okunduğunu duydum. Sarayın içindeki
bazı beyler de Ayaz'ın tarafına geçmeye başladı bile."
Kılıç Arslan'ın yüzü gerildi. Demek Ayaz,
sadece askeri değil, aynı zamanda dini ve siyasi nüfuzunu da kullanıyordu. Bu,
düşündüğünden daha büyük bir komplonun işaretiydi.
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın yarasına merhem
sürerken, "Ayaz'ın teklifi yüzünden sarayda çok zor zamanlar geçirdim,
Kılıç Arslan. Bana yapılan evlilik teklifini herkesin önünde ilan etti. Zaman
kazanmak için, üzerinde düşüneceğimi söyledim."
Kılıç Arslan'ın kaşları çatıldı. "Sana o
kadar açıkça mı davrandı? Senin ona olan ilgini bildiği halde?"
"Evet," dedi Aslıhan, sesi alçak ama
kararlıydı. "Beni kendi yanına çekmek için her şeyi kullanıyor. Güç
vaatleri, tehditler... Ve senin başına gelenlerden bahsetti. Sanki
bilerek..."
Kılıç Arslan'ın gözleri bir anlığına
karanlıklaştı. "Biliyorum. Bana pusu kurdu. Yol boyunca birkaç kez
saldırdılar. Ama hayattayım. Ve onun bu kirli oyunlarının hesabını
soracağım."
Birkaç saatlik zoraki bir dinlenmenin ardından,
Kılıç Arslan, gecenin geç saatinde, Fatma Ana'nın sağladığı gizli bir güzergah
üzerinden saraya gitmeye karar verdi.
Üzerine
sade bir kıyafet giymiş, kılıcını gizlemişti. Yanında sadece iki sadık askeri
vardı. Kayseri'nin dar sokaklarında ilerlerken, şehir derin bir uykuya
dalmıştı. Sadece uzaklardan gelen köpek sesleri ve nöbetçilerin fısıltıları
duyuluyordu.
Sarayın arka kapılarından birine
yaklaştıklarında, Kılıç Arslan, kapıdaki muhafızın değiştiğini fark etti. Yeni
muhafızlar, Ayaz'ın adamlarıydı. Bu, işini zorlaştıracaktı.
Kılıç
Arslan, bir an düşündü ve farklı bir plana başvurdu. Muhafızların dikkatini
dağıtmak için bir ses çıkarma taktiği kullanarak, kapıyı açıp hızla içeri
sızdılar.
Sarayın koridorları, karanlık ve sessizdi.
Kılıç Arslan, Nizamülmülk'ün çalışma odasına doğru ilerlerken, her gölge bir
tehlike gibi görünüyordu. Nihayet Vezir'in odasına vardığında, kapıyı
dikkatlice çaldı.
İçeriden Nizamülmülk'ün sesi geldi. "Kim
o?"
"Emir Kılıç Arslan, Vezirim."
Kapı açıldığında, Nizamülmülk'ün yüzünde
şaşkınlık ve ardından büyük bir rahatlama belirdi. "Kılıç Arslan! Hayatta
olduğuna inanamıyorum! Sana bir şey oldu sanmıştık!"
Kılıç Arslan içeri girdi. "Çok şey oldu
Vezirim. Ayaz'ın ihaneti tahmin ettiğimizden çok daha derin. Bana pusu
kurdurdu, Karacahisar'ı isyana teşvik etti ve sarayda da boş durmuyor."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ı oturtup dikkatle
dinledi. Kılıç Arslan, Karacahisar'daki isyanı nasıl bastırdığını, yolda
Ayaz'ın adamlarının saldırılarını ve Ayaz'ın saraydaki entrikalarını detaylıca
anlattı. Aslıhan'a yapılan evlilik teklifini de dile getirdiğinde,
Nizamülmülk'ün yüzü gerildi.
"Demek öyle," dedi Vezir, masaya
yumruğunu vurarak. "Bu namert, taht için her şeyi göze almış! Aslıhan
Hanım'ı bile kullanmaya çalışıyor."
Kılıç Arslan başını salladı. "Melikşah'ın
acilen bu tehlikeyi görmesi gerekiyor, Vezirim. Ayaz, halk arasında ve sarayda
fitne tohumları ekiyor. Gücü günden güne artıyor."
Nizamülmülk derin bir nefes aldı.
"Haklısın, Emir. Yarın sabah erkenden Melikşah ile görüşeceğiz. Sen de
benimle geleceksin. Senin anlattıkların, onun gözünü açacaktır. Bu savaş,
sadece kılıçlarla değil, akılla da kazanılacak bir savaştır."
Vezir'in kararlı duruşu, Kılıç Arslan'a biraz
olsun güven vermişti. Ama biliyordu ki, asıl fırtına daha yeni başlıyordu.
Ayaz, kolay pes etmeyecekti.
Ertesi sabah, güneş Kayseri'nin üzerine
yükselirken, sarayın atmosferi daha da ağırlaşmıştı. Divan salonunda, Melikşah,
Nizamülmülk ve diğer önemli beyler toplanmıştı.
Kılıç Arslan da Nizamülmülk'ün yanında
duruyordu. Melikşah, Kılıç Arslan'ı görünce şaşkınlığını gizleyemedi.
"Emir Kılıç Arslan! Geri döndün! Sana bir şey oldu sanmıştık."
Kılıç Arslan saygıyla eğildi. "Evet,
Sultanım. Ayaz'ın ve adamlarının tüm çabalarına rağmen hayattayım. Ve size
önemli bilgiler getirdim."
Kılıç Arslan, Karacahisar'daki isyanın Ayaz
tarafından kışkırtıldığını, yolda kendisine pusu kurulduğunu ve Ayaz'ın sarayda
Melikşah'ın aleyhine çalıştığını kanıtlarıyla birlikte anlattı. Odadaki
beylerin çoğu şaşkınlık ve öfkeyle dinliyordu. Bazıları ise Ayaz'ın gücünden
çekindiği için sessiz kalmayı tercih ediyordu.
Melikşah'ın yüzündeki gençlik ifadesi, yerini
sert bir kararlılığa bırakmıştı. Gözleri, Kılıç Arslan'ın anlattıklarıyla
öfkeyle parlıyordu. "Bu bir ihanet! Bu bir isyan! Ayaz, babamın vasiyetine
ve bu devlete karşı gelmiştir!"
Tam o sırada, Şehzade Ayaz, tüm mağrurluğuyla
divan salonuna girdi. Yüzünde sahte bir endişe ifadesi vardı. "Ne oluyor
burada? Neden bu kadar gergin bir hava var?" Gözleri Kılıç Arslan'ın
üzerine takıldı. Kılıç Arslan'ın hayatta olması, Ayaz'ı şaşırttı ama bunu belli
etmedi.
Melikşah, Ayaz'a döndü, sesi soğuk ve keskin
bir bıçak gibiydi. "Şehzade Ayaz! Bu sarayda dönen kirli oyunların
hesabını vereceksin! Karacahisar'daki isyanı sen kışkırttın! Emir Kılıç
Arslan'a pusu kurdurdun! Bu devletin birliğini tehdit ettin!"
Ayaz'ın yüzündeki sahte maske düştü. Yerine
hırs ve öfke dolu gerçek yüzü belirdi. "Ne saçmalıyorsun Melikşah? Bunlar
iftira! Emir Kılıç Arslan, gözden düşmüş bir komutanın yalanları!" Gözleri
Kılıç Arslan'a döndü, içindeki nefreti gizlemiyordu. "Sen mi beni
suçluyorsun, hain! Sen ki Sultan'a sadakatsizlikle suçlandın!"
Kılıç Arslan, Ayaz'ın üzerine yürüdü.
"Yalan söylüyorsun, Ayaz! Benim sadakatim asla sorgulanamaz! Benim
sadakatim Sultan Alparslan'a ve onun vasiyeti olan genç Sultan Melikşah'adır!
Sen ise kendi ihtirasların uğruna bu devleti bölmekten çekinmiyorsun!"
Divan salonunda büyük bir kargaşa başladı.
Beyler ve komutanlar, tarafını seçmek zorunda kalmış gibi, birbirlerine
bakıyorlardı. Melikşah'ın tahtı, tam da bu anda sallanıyordu.
Nizamülmülk, duruma el koydu. "Yeter! Bu
divan, böyle bir tartışmaya sahne olamaz! Emir Kılıç Arslan'ın şahitliğiyle,
Şehzade Ayaz'a karşı suçlamalar vardır. Ayaz, bu suçlamalara karşı kendini
savunmak zorundadır."
Ayaz, zaferle gülümsedi. "Elbette Vezirim.
Ama bu, bir mahkeme divanında yapılmalıdır. Ve o zaman, Emir Kılıç Arslan'ın da
hesap vermesi gereken şeyler olacaktır." Ayaz'ın gözleri, Aslıhan'a olan
ilgisine dair sarayda yayılan dedikoduları ima ediyordu.
Kılıç Arslan'ın yumrukları sıkıldı. Ayaz'ın
alçaklığı sınır tanımıyordu. Bu, sadece bir taht kavgası değil, aynı zamanda
kişisel bir şeref mücadelesiydi.
Divan toplantısı, tansiyonun tavan yaptığı bir
şekilde sona erdi. Ayaz'ın konumu sallanmaya başlamış olsa da, henüz pes
etmemişti. Kılıç Arslan'ın dönüşü, saraydaki dengeleri tamamen değiştirmişti.
Aşk, ihanet, ihtiras ve savaşın iç içe geçtiği
"Efsane ve Yıkım" destanı, şimdi en kritik dönemeçlerinden birine
giriyordu. Aslıhan, bu fırtınanın ortasında, Kılıç Arslan'a olan aşkı ve kendi
kaderi arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktı.
Divan salonundaki gerginlik, keskin bir kılıcın
bıraktığı iz gibi havada asılı kalmıştı. Melikşah'ın genç yüzündeki kararlılık,
Ayaz'ın arsız meydan okuması ve Kılıç Arslan'ın çelik gibi duruşu...
Herkes, bu anın Selçuklu'nun geleceğini
belirleyeceğinin farkındaydı. Vezir Nizamülmülk, Ayaz'ın tehditkar sözlerinin
ardından, divanı şimdilik ertelemek zorunda kalmıştı. Ancak bu erteleme,
fırtına öncesi sessizlikten farksızdı.
Kılıç Arslan, divanın ardından hızla Aslıhan'ın
konağına döndü. Gözlerindeki öfke dinmemişti. Ayaz'ın alçakça imaları, onu
derinden yaralamıştı. Aslıhan'ı kendi kirli oyunlarına alet etmesine izin
vermeyecekti.
Aslıhan, onu kapıda karşıladı. Kılıç Arslan'ın
yüzündeki ifadeyi görünce, divanda neler olduğunu anlamıştı.
"Ne oldu?" diye sordu Aslıhan, sesi
fısıltı gibiydi.
Kılıç Arslan, içeri girdi ve kapıyı arkasından
kapattı. "Ayaz, kendini savunmak yerine, bana karşı iftira attı. Seninle
olan bağımızı ima etti. Beni saraydaki yerimden etmek için her şeyi
kullanacak."
Aslıhan'ın yüzü bembeyaz oldu. "Duymamış
olmayı dilerdim. Ne kadar alçakça."
"Onun alçaklığı sınır tanımıyor,"
dedi Kılıç Arslan. "Ama önemli olan şu ki, Melikşah, Ayaz'ın gerçek yüzünü
gördü. Nizamülmülk de gereken adımları atacak. Ama zamanımız kısıtlı. Ayaz,
durmayacak."
Aslıhan, Kılıç Arslan'a yaklaştı. "Peki
benim durumum ne olacak? Ayaz'ın teklifi hâlâ askıda. Her an beni
zorlayabilir."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın ellerini tuttu.
"Fatma Ana'nın tavsiyesi doğruydu. Zaman kazanmalısın. Benim burada olmam,
Ayaz'ın planlarını bozdu. Şimdi ona karşı ortak bir cephe oluşturmalıyız."
Fatma Ana, içeri girdi. "Kılıç Arslan
haklı kızım. Nizamülmülk, bu durumu çözmek için bir şeyler yapacaktır. Sarayda
sadece güç değil, aynı zamanda nüfuz da önemlidir. Aslıhan, senin konumun da bu
noktada önemli."
Kılıç Arslan, Nizamülmülk ile yaptığı konuşmayı
anlattı. "Vezir, Ayaz'ı resmen suçlamak için daha fazla kanıt istiyor.
Karacahisar Bey'inin sorgulanması, Ayaz'ın ihanetini daha da açığa
çıkaracaktır."
Ertesi gün, sarayda fısıltılar dinmiyordu.
Kılıç Arslan'ın geri dönüşü, saraydaki dengeleri altüst etmişti. Ayaz'ın
yandaşları telaşlanmış, Melikşah'a sadık beyler ise umutlanmıştı. Nizamülmülk,
hemen harekete geçti. Karacahisar Bey'i, Kayseri'ye getirilmişti. Sorgulanması
için özel bir divan kurulacaktı.
Ayaz, bu gelişmeleri öfkeyle izliyordu. Kılıç
Arslan'ın hayatta kalması ve delilleriyle birlikte dönmesi, tüm planlarını
altüst etmişti. Vezir Bey'ini yanına çağırdı.
"O Kılıç Arslan," diye hırladı Ayaz,
"Canavardan farksız! Nasıl oldu da sağ döndü? Ve o Karacahisar Bey'i...
Eğer ağzından laf alırsa, işimiz biter."
Vezir Bey'i titredi. "Şehzadem, kale
düştü, adamlarımız dağıldı. Onu durduramadık."
"O zaman şimdi durduracaksınız!" diye
gürledi Ayaz. "Karacahisar Bey'i, sorgulanmadan ortadan kaldırılmalı! Her
ne pahasına olursa olsun! Ve o Aslıhan... Onun da Kılıç Arslan'a olan zaafı,
bize karşı kullanılmamalı. Gerekirse onu da saraydan uzaklaştırırız."
Vezir Bey'i başını sallayarak hızla odadan
ayrıldı. Ayaz'ın yüzünde soğuk, acımasız bir ifade vardı. Bu savaşın, artık
geri dönüşü yoktu.
Akşam vakti, Kayseri'nin üzerinde dolunay
parlıyordu. Ancak sarayın zindanlarında, karanlık bir oyun sahneleniyordu.
Karacahisar Bey'i, zincirlenmiş bir şekilde sorguya çekilmeyi bekliyordu.
Ayaz'ın talimatıyla, Vezir Bey'i ve birkaç sadık adamı zindanlara sızmıştı.
Amaçları, Karacahisar Bey'ini susturmaktı.
Tam o sırada, Kılıç Arslan ve Nizamülmülk'ün
özel muhafızları zindanlara baskın yaptı. Kılıç Arslan, bir önceki
konuşmalarında Vezir'i Ayaz'ın bu tür bir hamle yapabileceği konusunda
uyarmıştı. Nizamülmülk de gizlice zindana ek muhafızlar yerleştirmişti.
Çatışma başladı. Zindanın dar koridorlarında
kılıçlar şakır şakır çarpıştı. Kılıç Arslan, en önde savaşıyordu. Ayaz'ın
adamları, Kılıç Arslan'ı görmeyi beklemiyordu. Panik içinde geri çekilmeye
çalıştılar ama Kılıç Arslan'ın öfkesi dinmiyordu. Onu susturmak için gönderilen
Vezir Bey'i, Kılıç Arslan'ın kılıcından kurtulamadı. Kanlar içinde yere
yığıldı.
Çatışma sona erdiğinde, Kılıç Arslan,
Karacahisar Bey'inin hücresine yöneldi. Bey, tüm olanlara şaşkınlıkla
bakıyordu.
"Konuş!" dedi Kılıç Arslan, sesi
zindanın duvarlarında yankılanıyordu. "Ayaz'ın tüm planlarını anlat! Aksi
takdirde, kaderin Vezir Bey'inden farklı olmaz!"
Karacahisar Bey'i titredi. Ayaz'ın vaatleri ve
tehditleri, Kılıç Arslan'ın kılıcının gölgesinde bir anda anlamsızlaşmıştı.
Nefes nefese kalmış bir şekilde, Ayaz'ın kendisine neler vaat ettiğini, hangi
beyliklerle iletişime geçtiğini, hatta Melikşah'ı devirmek için nasıl bir plan
hazırladığını tek tek anlattı. Anlattıkları, Kılıç Arslan'ın ve Nizamülmülk'ün
tahminlerinden çok daha geniş kapsamlı bir isyanın sinyallerini veriyordu.
Bu yeni bilgiler, Ayaz'ın sonunu getirecek
nitelikteydi. Kılıç Arslan, zafer kazanmış olsa da, yüzünde ciddi bir ifade
vardı. Bu savaş, henüz bitmemişti. Asıl büyük yüzleşme şimdi başlayacaktı.
Ertesi sabah, Kayseri Sarayı, uykusuz bir
gecenin ardından daha da gergin bir atmosfere bürünmüştü. Zindanlardaki çatışma
haberi, Ayaz'a ulaştığında, Şehzade öfkesinden deliye döndü. Vezir Bey'inin
ölümü ve Karacahisar Bey'inin konuşma ihtimali, Ayaz'ın konumunu derinden
sarsmıştı.
Nizamülmülk, Melikşah'ı derhal bilgilendirdi.
Kılıç Arslan'ın topladığı deliller ve Karacahisar Bey'inin itirafları,
Melikşah'ı şok etmişti. Melikşah'ın yüzündeki gençlik, yerini sert bir
hükümdarın kararlılığına bırakmıştı. Babasının bıraktığı tahtı korumak için
elinden geleni yapmaya hazırdı.
"Divanı derhal toplayın!" diye
gürledi Melikşah. "Şehzade Ayaz'ın ihaneti tüm beylere duyurulacak! Ve
hakkındaki karar verilecektir!"
Aslıhan, bu haberleri Fatma Ana'dan duymuştu.
Ayaz'ın sonunun geldiğini hissediyordu. Ama aynı zamanda, bu büyük kargaşanın
kendi kaderini nasıl etkileyeceğini merak ediyordu. Kılıç Arslan, Ayaz'ı alt
etmişti ama onunla olan aşkları, saray kuralları ve siyasi ortamda nasıl
yeşerecekti?
Sarayın büyük divan salonu, tüm beylerin ve
komutanların toplanmasıyla doluydu. Atmosfer, elektrik yüklüydü. Melikşah,
tahtına oturduğunda, yüzünde daha önce hiç görülmemiş bir ciddiyet vardı.
Nizamülmülk, onun hemen yanında duruyordu. Kılıç Arslan ise Karacahisar Bey'i
ile birlikte, divanın ortasındaydı.
Şehzade Ayaz, içeri girdiğinde, herkesin gözü
onun üzerindeydi. Yüzündeki kibir hâlâ silinmemişti ama endişesi de açıktı.
Melikşah, gür bir sesle konuştu. "Ey
Selçuklu'nun yüce beyleri ve komutanları! Bu kutsal topraklarda, babam Sultan
Alparslan'ın vasiyetine karşı gelen, tahtın birliğini tehdit eden bir ihanetle
karşı karşıyayız!"
Ardından Kılıç Arslan, Ayaz'ın Karacahisar
isyanını nasıl kışkırttığını, kendisine kurulan pusuyu ve Vezir Bey'i ile olan
bağlantılarını, Karacahisar Bey'inin itiraflarıyla birlikte detaylıca anlattı.
Karacahisar Bey'i de kendi ağzından her şeyi doğruladı. Deliller kesindi.
Divan salonunda büyük bir uğultu yükseldi.
Ayaz'ın yandaşları bile, bu kadar çok kanıt karşısında sessiz kalmak zorunda
kalmıştı.
Ayaz, yüzünde korku ve öfkenin karışımı bir
ifadeyle, "Bunlar iftira! Komplo!" diye bağırdı. "Bana karşı
kurulmuş bir tuzak!"
Melikşah, Ayaz'ın bu son çırpınışlarına
aldırmadı. "Şehzade Ayaz!" diye gürledi sesi, tüm salonda yankılandı.
"Sen, bu devlete ihanet ettin! Babamın vasiyetine karşı geldin! Bu yüzden,
sana karşı hükmüm açıktır!"
Melikşah'ın vereceği karar, Selçuklu'nun
geleceğini belirleyecekti. Ayaz'ın düşüşü, yeni bir dönemin başlangıcıydı.
Ancak bu yeni dönem, beraberinde yeni zorlukları ve yeni mücadeleleri de
getirecekti. Aşk, ihanet, ihtiras ve savaşın "Efsane ve Yıkım"
destanı, şimdi asıl doruk noktasına ulaşıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 5 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder