Divan salonunda yankılanan sessizlik,
Melikşah'ın vereceği hükmün ağırlığıyla doluydu. Ayaz'ın ihaneti tüm
açıklığıyla ortaya serilmiş, Karacahisar Bey'inin itirafları Şehzade'nin son
umut kırıntılarını da yerle bir etmişti. Kılıç Arslan, Ayaz'ın karşısında,
yorgun ama mağrur duruyordu. Hakikat, nihayet gün yüzüne çıkmıştı.
Melikşah, tahtında doğruldu. Gençliğin verdiği
toyluk, yüzünden silinmiş, yerine bir hükümdarın vakur ve kararlı ifadesi
oturmuştu. Gözleri, divandaki her beye tek tek bakarak, sözlerinin ağırlığını
hissettirdi.
"Ey Selçuklu'nun yüce beyleri ve
komutanları!" diye gürledi sesi. "Babam Sultan Alparslan'ın ruhu
şahit olsun ki, bu taht, fitneye ve ihanete asla boyun eğmeyecektir! Şehzade
Ayaz, şahısların ihtirası uğruna devletin birliğini tehdit etmiş, kardeş kanı
dökmekten çekinmemiştir!"
Ayaz'ın yüzü bembeyaz kesildi. Gözlerinde öfke,
korku ve yenilginin karışımı bir ifade vardı. Melikşah'ın bu denli kararlı
olacağını beklemiyordu.
Melikşah devam etti: "Bu yüzden, Şehzade
Ayaz'ın tüm rütbeleri sökülmüş, saraydan derhal sürgün edilmesine ve ömrünün
sonuna kadar zindana kapatılmasına hükmettim! Karacahisar Bey'i ve ona uyan tüm
hainler de hak ettikleri cezayı alacaktır!"
Divan salonu, Melikşah'ın bu kararlı hükmüyle
bir anda uğultuya boğuldu. Nizamülmülk, Sultan'ın yanında gururla duruyordu.
Ayaz'ın yandaşları şaşkınlık ve korku içinde birbirlerine bakarken, Melikşah'a
sadık beyler derin bir nefes aldı. Adalet yerini bulmuştu.
Ayaz, zincire vurulurken, gözleri Kılıç
Arslan'a döndü. O gözlerdeki nefret ve intikam ateşi, bir ömür sönmeyecekmiş
gibiydi. "Bu daha başlangıç, Kılıç Arslan!" diye bağırdı. "Bunun
hesabını soracağım! Sen ve o hanımefendi... İkinizin de sonu olacak!"
Ayaz'ın son sözleri, Kılıç Arslan'ın yüreğini
bir an için sıktı. Aslıhan'a olan tehdit, onu derinden etkilemişti. Ama Ayaz'ın
yenilgisi, şimdilik büyük bir zaferdi. Melikşah, tahtını sağlamlaştırmış,
devletin birliğine yönelik ilk büyük tehdidi savuşturmuştu.
Kılıç Arslan, divanın ardından Aslıhan'ın
konağına döndüğünde, Aslıhan onu heyecanla karşıladı. Saraydaki haberler Fatma
Ana aracılığıyla çoktan konağa ulaşmıştı.
"Ayaz... Sürgün edildi mi?" diye
sordu Aslıhan, gözleri parlıyordu.
Kılıç Arslan başını salladı. "Evet. Ve
zindana kapatıldı. Melikşah'ın kararlılığı, tüm sarayı şaşırttı."
Aslıhan derin bir nefes aldı. Üzerindeki o
karanlık gölge, nihayet dağılmış gibiydi. "Bu harika bir haber! Artık
güvendeyiz."
Kılıç Arslan, Aslıhan'a yaklaştı. "Tam
olarak değil, Aslıhan. Ayaz'ın intikam yemini ettiğini duydun. Ama artık onunla
aramızda hiçbir engel yok.
Sana verdiğim söz..." Kılıç Arslan,
Aslıhan'ın ellerini tuttu. "Fatma Ana'nın da izniyle, seni babamdan
istetmek istiyorum, Aslıhan. Benimle evlenir misin?"
Aslıhan'ın gözleri doldu. Yıllardır hayalini
kurduğu an buydu. Sarayın entrikaları, savaşın gölgesi, Ayaz'ın tehditleri...
Tüm bunların ardından, nihayet Kılıç Arslan ile birleşme umudu belirmişti.
Gözleri yaşlarla doldu. "Evet, Kılıç Arslan. Bin kere evet!"
Fatma Ana, bu ana şahit olurken, gözlerinden
süzülen yaşlarla gülümsedi. "Sonunda! Kaderiniz birbirine bağlıydı zaten.
Allah tamamına erdirsin."
Melikşah'ın tahta geçişi ve Ayaz'ın
cezalandırılmasıyla, Selçuklu İmparatorluğu'nda yeni bir dönem başlamıştı.
Melikşah, Nizamülmülk'ün rehberliğinde, babası Alparslan'ın izinden giderek
devleti güçlendirmek için çalışıyordu. Kılıç Arslan, devletteki konumu
güçlenmiş, artık Sultan'ın en güvendiği komutanı ve danışmanı olmuştu.
Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın evlilikleri,
Kayseri'de büyük bir sevinçle karşılandı. Sarayda dillere destan bir düğün
töreni düzenlendi. Melikşah ve Nizamülmülk de bu kutlamaya katıldı. Aslıhan,
artık sadece soylu bir hanımefendi değil, aynı zamanda Selçuklu'nun yiğit
komutanının eşiydi. Onun zekası ve basireti, Kılıç Arslan'a en zor anlarda bile
destek oluyordu.
Ancak, hayatlarının tamamen huzura kavuştuğunu
düşünmek saflık olurdu. Ayaz'ın zindandaki intikam yemini, bir gölge gibi
üzerlerinde asılı duruyordu. Dış düşmanlar da boş durmuyordu. Bizans
İmparatorluğu, Selçuklu'nun iç karışıklıklarını fırsat bilerek Anadolu'ya
yönelik yeni saldırılar planlıyordu. Batıda, Haçlı Seferleri'nin ilk
fısıltıları duyulmaya başlamıştı.
Bir akşam, Kılıç Arslan ve Aslıhan, Kayseri'nin
surları üzerinde yürürken, şehrin ışıkları altlarında parlıyordu. Gökyüzü,
yıldızlarla doluydu.
"Her şey düzelecek sanmıştım," dedi
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın koluna yaslanarak. "Ama sanki yeni zorluklar
başlıyor."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın saçlarını öptü.
"Hayat böyledir Aslıhan. Bir savaş biter, diğeri başlar. Önemli olan,
hangi savaşı kiminle verdiğimizdir. Biz birlikte olduğumuz sürece, hiçbir
zorluk bizi yenemez."
O anda, uzaklardan gelen bir haberci atının
kişnemesiyle şehre yaklaşıyordu. Habercinin yüzünde, endişe dolu bir ifade
vardı. Kılıç Arslan ve Aslıhan birbirlerine baktılar. Yeni bir çağ başlıyordu,
ve bu çağ, Selçuklu için hem büyük zaferleri hem de yeni yıkımları beraberinde
getirecekti.
Efsane ve Yıkım. Bu iki kelime, onların
hayatlarının özeti olacaktı. Bir yandan efsanevi bir aşk destanı yazılırken,
diğer yandan imparatorluğun iç ve dış düşmanlarla mücadelesi devam edecekti.
Aslıhan ve Kılıç Arslan'ın kaderi, Selçuklu'nun kaderiyle birleşmişti. Ve bu
destan, daha yeni başlıyordu.
Kayseri semalarındaki dolunay, Kılıç Arslan ve
Aslıhan'ın kutladığı düğün şölenini gümüşi bir ışıkla aydınlatırken, sarayın
her köşesi şen kahkahalar ve ziyafet sesleriyle yankılanıyordu.
Melikşah, babasının koltuğunda oturmuş, genç
eşinin yanında duran Kılıç Arslan'a ve Aslıhan'a içten bir tebessümle
bakıyordu. Bu evlilik, sadece iki gönlün birleşmesi değil, aynı zamanda devlet
içindeki birliğin ve sadakatin de bir nişanesiydi. Ayaz'ın fitnesiyle sarsılan
Selçuklu, bu düğünle adeta yeniden nefes almıştı.
Aslıhan, işlemeli gelinliği içinde bir rüya
gibiydi. Kılıç Arslan'ın yanında dururken, gözleri aşkla parlıyor, ancak
zihninin bir köşesinde sarayın dehlizlerinde fısıldanan tehditler, Ayaz'ın
intikam dolu sözleri yankılanıyordu. Biliyordu ki, bu huzur, pamuk ipliğine
bağlıydı.
Düğün töreninin ardından geçen haftalar,
Aslıhan ve Kılıç Arslan için yeni bir hayatın başlangıcı olmuştu. Kılıç Arslan,
artık sadece Sultan'ın en güvendiği komutanı değil, aynı zamanda devletin
geleceği için stratejik kararların alındığı divanın da önemli bir üyesiydi.
Nizamülmülk'ün sağ kolu olmuştu adeta. Aslıhan
ise, konağındaki kütüphanesine çekilmek yerine, saraydaki sosyal hayata daha
fazla katılmaya başlamış, Melikşah'ın genç eşine destek oluyor, haremlik içinde
bilgi ve zekasıyla dikkat çekiyordu.
Ancak bu huzur, uzun sürmeyecekti. Ayaz'ın
zindandan yayılan gölgesi, Kayseri'nin üzerine düşmeye devam ediyordu.
Bir gece, sarayın dış surlarında görevli bir
muhafız, gizemli bir şekilde öldürüldü. Ardından birkaç gece sonra, sarayın
kilerinden değerli mühürlü belgeler çalındı. Küçük ama rahatsız edici bu
olaylar, sarayda endişe yaratmaya başlamıştı. Nizamülmülk, bu durumdan
şüphelenmiş, Kılıç Arslan'ı yanına çağırmıştı.
"Emir Kılıç Arslan," dedi Vezir,
yüzünde ciddi bir ifadeyle. "Sarayda tuhaf olaylar oluyor. Küçük
hırsızlıklar, önemsiz gibi görünen ölümler... Ama bunların birbiriyle
bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Ayaz'ın zindandaki yandaşları olabilir."
Kılıç Arslan, başını salladı. "Ben de aynı
endişeyi taşıyorum Vezirim. Ayaz'ın hırsı kolay kolay sönmez. Onun zindanda
bile bağlantıları vardır."
Nizamülmülk, masasına serilmiş haritaları
gösterdi. "Bizans İmparatorluğu, Anadolu'daki karışıklığı fırsat bilerek
yeni saldırılar planlıyor. Sınırlarımızda hareketlilik arttı. Doğu'da
Karahanlılar ile ilişkilerimiz gergin. Ve şimdi, içimizdeki bu fesat..."
Kılıç Arslan, derin bir nefes aldı. "Bu,
Ayaz'ın Bizans ile işbirliği yaptığı anlamına gelebilir mi Vezirim? İçeriden
devleti zayıflatıp, dışarıdan da düşmanları kışkırtıyor olabilir mi?"
"İhtimal dahilinde," dedi
Nizamülmülk. "Bu yüzden saraydaki güvenliği artırmalıyız. Özellikle de
Melikşah'ın ve değerli eşlerinin güvenliğini. Sana bir görev vermek istiyorum,
Emir. Sarayın içindeki bu gölgelerin peşine düşmelisin. Ayaz'ın zindandaki
yandaşlarını ve dışarıyla olan bağlantılarını tespit etmelisin."
Kılıç Arslan, "Başım gözüm üstüne Vezirim.
Bu görevi en kısa sürede tamamlayacağım."
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın yeni görevini
öğrendiğinde, yüreği bir kez daha endişeyle doldu. Kılıç Arslan, bu kez
görünmez düşmanlarla, sarayın içinde gizlenen hainlerle mücadele edecekti. Bu,
kılıç savaşı kadar çetin, hatta daha tehlikeli bir savaştı.
Bir akşam, Kılıç Arslan, sarayın koridorlarında
gizlice dolaşırken, bir gölgenin ona yaklaştığını fark etti. Kılıcına uzandı
ama gölge, tanıdık bir sese büründü: "Emir Kılıç Arslan, korkmayın,
benim." Bu, Fatma Ana'ydı.
"Fatma Ana," dedi Kılıç Arslan
şaşkınlıkla. "Ne yapıyorsunuz bu saatte burada?"
Fatma Ana, etrafına bakındı. "Ayaz'ın
adamları sarayda kol geziyor, Emir'im. Eski cariyelerden biri, Ayaz'ın sadık
adamlarından biriyle gizlice görüştüğünü söyledi. Saraydaki bazı hizmetliler ve
hatta bazı muhafızlar da Ayaz'a bağlıymış."
"Nereden biliyorsunuz bunları?" diye
sordu Kılıç Arslan.
Fatma Ana gülümsedi. "Bu sarayda nice
yıllar geçirdim, Emir'im. Görmeyi bilen gözler, duymayı bilen kulaklar her
zaman vardır. Ayaz, zindandan bile adamlarına emirler gönderiyor.
Onları oradan çıkarmanın bir yolunu arıyor. Ve
sarayda yeni bir ayaklanma başlatmayı planlıyor."
Kılıç Arslan'ın yüzü gerildi. "Demek
zindandan kaçmaya çalışıyor..."
"Daha da kötüsü," dedi Fatma Ana.
"Bizans İmparatorluğu'ndan gelen bazı elçiler, sarayda gizlice Ayaz'ın
yandaşlarıyla görüşmeler yapıyorlarmış. Ayaz, Bizans'ın desteğiyle tahta
geçmeyi planlıyor."
Bu bilgi, Kılıç Arslan'ı şok etti. Bizans ile
işbirliği yapmak... Bu, affedilmez bir ihanetti. Kılıç Arslan, Fatma Ana'nın
verdiği bilgilerle birlikte, saraydaki casusları ve hainleri tek tek tespit
etmeye başladı. Geceleri uyumadan, sarayın her köşesini dikkatle inceliyor,
şüpheli kişileri takip ediyordu.
Aslıhan da, bu arada, kendi yöntemleriyle
saraydaki durumu gözlemliyordu. Kadınların dünyası, dedikoduların ve
fısıltıların yayılmasında önemli bir rol oynuyordu. Aslıhan, Melikşah'ın eşinin
ve diğer soylu kadınların sohbetlerinde, Ayaz'a sempati duyan veya ondan korkan
bazı kişilerin varlığını fark etti.
Bir gün, haremlik bölümünde dolaşırken,
Aslıhan, Melikşah'ın genç eşinin başcariyelerinden birinin, gizlice bir
parşömeni yakmaya çalıştığını gördü. Cariyenin yüzündeki panik ifadesi,
Aslıhan'ın dikkatini çekti. Aslıhan hızla cariyeye yaklaştı.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu.
Cariye şaşkınlıkla irkildi. "Hiçbir şey,
Aslıhan Hanım. Sadece eski bir mektup..."
Aslıhan, yanan parşömeni kaptı ve aleve
kapılmadan son anda kurtardı. Parşömenin üzerinde, Ayaz'ın mührü ve Bizans
İmparatoru'nun adını içeren bazı kelimeler okunuyordu. Bu, Ayaz'ın Bizans ile
işbirliği yaptığının açık bir kanıtıydı!
Aslıhan, cariyenin yüzüne baktı. "Bu ne
demek oluyor? Sen Ayaz'ın casusu musun?"
Cariye korkuyla titredi. "Lütfen, Aslıhan
Hanım! Kimseye söylemeyin! Ayaz'ın adamları beni tehdit ettiler. Aileme zarar
vereceklerini söylediler."
Aslıhan, cariyenin durumuna acıdı ama elindeki
bilginin önemini de biliyordu. "Bu parşömeni hemen Kılıç Arslan'a
götürmeliyim. Bu, Ayaz'ı tamamen bitirecek bir kanıt."
Aslıhan, parşömeni Kılıç Arslan'a
ulaştırdığında, Kılıç Arslan'ın yüzündeki ifade değişti. Bu, Nizamülmülk'ün
aradığı son kanıttı. Ayaz'ın ihaneti artık kesinleşmişti. Kılıç Arslan, derhal
bu delille birlikte Nizamülmülk'e ve Melikşah'a gitti.
Melikşah, Ayaz'ın Bizans ile işbirliği
yaptığını öğrenince öfkeden deliye döndü. Bu, sadece taht kavgası değil, aynı
zamanda Selçuklu'nun düşmanlarıyla yapılan bir anlaşmaydı.
"Ayaz'ı derhal sorguya çekin!" diye
gürledi Melikşah. "Bu ihanetin tüm detaylarını öğrenmek istiyorum!
Saraydaki tüm yandaşları da tespit edilsin ve cezalandırılsın!"
Ayaz, zindandan çıkarılarak Melikşah'ın
huzuruna getirildiğinde, yüzündeki gurur nihayet kırılmıştı. Bizans
elçilerinden alınan mektup ve Karacahisar Bey'inin itirafları, onu köşeye
sıkıştırmıştı. Ayaz, her şeyi itiraf etmek zorunda kaldı. Bizans ile nasıl
anlaştığını, hangi beylikleri isyana teşvik ettiğini ve Melikşah'ı devirmek
için nasıl bir plan yaptığını tek tek anlattı.
Melikşah, Ayaz'ın itiraflarını dinlerken,
yüzünde büyük bir hayal kırıklığı vardı. Kendi amcası, bu devlete bu denli
büyük bir ihanet etmişti.
"Şehzade Ayaz," dedi Melikşah, sesi
yankılanıyordu. "İhanetinin bedeli ağır olacak. Bizans ile işbirliği
yapmak... Bu, affedilmez bir günahtır! Bu yüzden, verdiğim hükmü
değiştiriyorum."
Ayaz'ın yüzünde korku belirdi.
"Ömrünün sonuna kadar zindana
kapatılacaktın," dedi Melikşah. "Ancak Bizans ile işbirliği yapman,
bu cezayı yeterli kılmıyor. Bir ibret olması için, ihanetinin bedelini canınla
ödeyeceksin!"
Ayaz'ın gözleri dehşetle açıldı. İdam!
Beklemediği bir karardı. "Hayır! Olamaz!" diye bağırdı. "Ben bir
şehzadeyim!"
Kılıç Arslan, Ayaz'ın aciz çırpınışlarını
izlerken, içinde bir rahatlama hissetti. Bu, adaletin yerini bulmasıydı. Ama
aynı zamanda, böylesine büyük bir ihtirasın nasıl bir insanın sonunu
getirebileceğinin de bir örneğiydi.
Ayaz'ın idamı, Kayseri'de yankı buldu. Halk, bu
hainin cezalandırılmasından memnuniyet duydu. Saray, nihayet Ayaz'ın
gölgesinden kurtulmuştu. Ancak bu, Selçuklu'nun tüm sorunlarının bittiği
anlamına gelmiyordu. Bizans, Ayaz'ın desteğini kaybetse de Anadolu'ya yönelik
emellerinden vazgeçmeyecekti. Haçlı Seferleri'nin tehdidi de kapıdaydı.
Kılıç Arslan ve Aslıhan, nihayet gerçek bir
huzur bulmuşlardı. Ama bu huzur, yeni bir mücadelenin habercisiydi. Onların
aşkı, sarayın entrikaları ve iç savaşın gölgesinde yeşermiş, şimdi ise devleti
bekleyen dış tehditlerle sınanacaktı.
Bir akşam, Kılıç Arslan ve Aslıhan, Kayseri'nin
surları üzerinde durmuş, batıdan gelen rüzgarın yüzlerini okşamasını
hissediyorlardı. Ufukta, Bizans topraklarından yükselen dumanlar, yeni bir
savaşın işaretleri gibiydi.
"Her şey düzeldi sanmıştık," dedi
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın omzuna başını yaslayarak.
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın elini tuttu.
"Hayat böyledir Aslıhan. Her son, yeni bir başlangıçtır. Ayaz'ın ihtirası
sona erdi ama şimdi Bizans'ın ihtirasıyla yüzleşeceğiz. Ve belki de daha büyük
bir tehlikeyle... Batı'dan gelen Haçlı ordularının fısıltıları artıyor."
Kılıç Arslan, Aslıhan'a döndü, gözlerinde hem
kararlılık hem de derin bir sevgi vardı. "Ama biz birlikteyiz. Bu, en
büyük gücümüz. Efsane ve Yıkım... Bu topraklarda nice efsaneler yazıldı, nice
yıkımlar yaşandı. Ama biz, kendi destanımızı yazacağız, Aslıhan. Aşkımızla,
sadakatimizle ve bu devlete olan inancımızla."
Aslıhan gülümsedi. Kılıç Arslan'ın sözleri, ona
güç veriyordu. Önlerinde zorlu günler olacaktı ama birlikte her şeyin
üstesinden gelebilirlerdi. Selçuklu'nun kaderi, artık onların omuzlarındaydı.
Ve bu destan, daha yeni başlıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 6 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder