Ayaz'ın ihtirasının son bulmasıyla Kayseri
Sarayı nihayet derin bir nefes almıştı. Kılıç Arslan ve Aslıhan, aşklarını
perçinleyen görkemli bir düğünle evlenmiş, bu kutlama Melikşah'ın genç tahtını
da sağlamlaştırmıştı.
Ancak Selçuklu'nun üzerine çöken karanlık,
sadece iç düşmanlardan ibaret değildi. Batıdan gelen haberler, yeni bir
fırtınanın kapıda olduğunu haber veriyordu: Bizans İmparatorluğu'nun artan
saldırıları ve Haçlı Seferleri'nin ilk belirtileri.
Kılıç Arslan, artık sadece bir komutan değil,
Sultan Melikşah'ın en güvendiği veziri Nizamülmülk'ün de sağ kolu, devleti
idare eden önemli bir figürdü.
Günleri, sadece talimlerle değil, aynı zamanda
devlet işleriyle, yeni savaş planları yapmakla ve sınır bölgelerinden gelen
raporları incelemekle geçiyordu. Aslıhan ise, Kılıç Arslan'ın eşi olarak
saraydaki konumunu güçlendirmişti.
Artık
sadece konağının dinginliğine çekilmiyor, haremlik içinde bilgi ve zekasıyla
dikkat çekiyordu. Özellikle Nizamülmülk'ün eşiyle kurduğu yakın dostluk,
Aslıhan'ın saray siyasetine daha da yakınlaşmasını sağlamıştı.
Bir sabah, divan salonunda toplanan beyler ve
komutanlar, Bizans sınırından gelen son haberleri dinliyordu. Yüzlerinde derin
bir endişe vardı. Haberci,
"Sultanım," dedi, nefes nefese.
"Bizans İmparatoru, Anadolu'daki karışıklığı fırsat bilerek, büyük bir
orduyla sınırlarımıza doğru ilerliyor. Amasya ve Tokat civarındaki
beyliklerimiz tehdit altında!"
Melikşah, yüzündeki gençlik ifadesi yerini sert
bir kararlılığa bırakmıştı. "Demek Bizans, Ayaz'ın yıkımından ders
çıkarmadı! Bu topraklara göz diken herkes, Selçuklu'nun kılıcının tadına
bakacaktır!"
Nizamülmülk, haritalar üzerinde eliyle bir
bölgeyi işaret etti. "Bu saldırı bekleniyordu Sultanım. Ayaz'ın Bizans ile
olan gizli yazışmaları, Bizans'ın Anadolu'daki emellerini açıkça ortaya
koymuştu. Ordumuzu toparlamalı ve bu saldırıya karşılık vermeliyiz."
Kılıç Arslan, ayağa kalktı. "Sultanım,
Bizans'ın esas amacı Anadolu'nun kalbine ulaşmaktır. Onları sınırlarımızda
karşılamalıyız. Küçük akıncı beyliklerimizi güçlendirmeli, yerel halkı mobilize
etmeliyiz. Ben bu görevi üstlenmek isterim!"
Melikşah, Kılıç Arslan'ın cesaretini takdir
etti. "Emir Kılıç Arslan, senden daha iyi bir komutan düşünemem bu görev
için. Ancak Bizans'ın gücünü hafife almamalıyız."
Kılıç Arslan, Melikşah'a ve Nizamülmülk'e
dönerek, yeni bir strateji önerdi. "Bizans'ın askeri gücü büyük olabilir,
ancak onların lojistik hatları zayıftır.
Onları
doğrudan cephede karşılamak yerine, Anadolu'nun derinliklerine çekmeli ve
vurkaç taktikleriyle yıpratmalıyız. Tedarik hatlarını kesmeli, morallerini
bozmalıyız. Böylece büyük bir meydan savaşına girmeden onları
yorabiliriz."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın zekice planını
onayladı. "Bu, baban Sultan Alparslan'ın Malazgirt'te kullandığı taktiğe
benziyor, Emir. Zeki bir strateji. Ama büyük bir risk de taşıyor."
Melikşah, kararlı bir şekilde başını salladı.
"Riskli de olsa, bu planı uygulayacağız. Kılıç Arslan, bu görevin başına
sen geçeceksin. Sana en iyi askerlerimi veriyorum. Bizans'a, Anadolu'nun
Selçuklu'ya ait olduğunu bir kez daha göstereceğiz!"
Kılıç Arslan'ın yeni görevi, Aslıhan'ı bir kez
daha endişelendirmişti. Daha yeni evlenmişlerdi ve Kılıç Arslan, yine bir savaş
meydanına, bu kez çok daha büyük bir düşmana karşı gidiyordu. Ancak Aslıhan,
Kılıç Arslan'ın vatanına olan sevgisini ve görev bilincini biliyordu. Onu
desteklemek zorundaydı.
Kılıç Arslan yola çıkmadan önceki son akşam,
konağında Aslıhan ile baş başa kaldılar. Ayaz'ın gölgesi tamamen dağılmış olsa
da, şimdi Bizans'ın gölgesi üzerlerine düşmüştü.
"Yine gideceksin," dedi Aslıhan,
gözleri dolu doluydu. "Ve ben yine arkanda kalacağım. Bu kez düşman daha
büyük."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın elini tuttu.
"Aslıhan, benim yanımda olmak, benimle omuz omuza savaşmak demektir. Sen
burada, benim arkamda devleti ayakta tutacaksın. Melikşah'a ve Nizamülmülk'e
destek olacaksın. Bu da savaşın önemli bir parçası."
Aslıhan başını salladı. "Biliyorum. Ama
yine de... Dualarım her an seninle olacak, Kılıç Arslan."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ı kendine çekti ve
sımsıkı sarıldı. "Beni bekle, Aslıhan. Bu savaşı kazanıp geri döneceğim.
Ve o zaman, hiçbir şey bizi ayıramayacak."
Ertesi sabah, Kılıç Arslan, seçkin askerleriyle
birlikte Kayseri'den ayrıldı. Bu kez, arkasında sevdiği eşi, güvendiği bir
sultan ve onu destekleyen bir vezir vardı. Ancak önünde, sayıca çok üstün bir
düşman ve Anadolu'nun kaderini belirleyecek çetin bir savaş bekliyordu.
Kılıç Arslan'ın birlikleri, Bizans ordusuyla
Anadolu'nun batısında karşılaştı. Kılıç Arslan, uyguladığı vurkaç taktikleriyle
Bizans ordusunu adım adım Anadolu'nun içlerine çekmeye başladı.
Selçuklu atlıları, Bizans'ın ağır zırhlı
birliklerinin hızını kesiyor, tedarik hatlarını hedef alıyor, gece
baskınlarıyla düşmanı uykusuz bırakıyordu. Kılıç Arslan'ın taktikleri, Bizans
komutanlarını şaşkına çevirmişti. Ne zaman ve nerede saldıracaklarını
bilemiyorlardı.
Bizans ordusu, Anadolu'nun çorak topraklarında
ilerledikçe, erzak ve su sıkıntısı çekmeye başladı. Moralleri bozuluyor,
askerler arasında huzursuzluk artıyordu. Kılıç Arslan, tam da bunu
hedeflemişti. Onları yoracak, tüketecek ve son darbeyi indireceği anı
bekleyecekti.
Ancak bu taktikler, sadece Bizans'ı değil,
Selçuklu askerlerini de yıpratıyordu. Kılıç Arslan, askerlerinin moralini
yüksek tutmak için her şeyi yapıyordu. Onlarla birlikte yiyor, onlarla birlikte
uyuyor, onların en zor anlarında bile yanlarında oluyordu. Bu durum,
askerlerinin Kılıç Arslan'a olan bağlılığını artırıyordu.
Kayseri Sarayı'nda ise Aslıhan, Kılıç
Arslan'dan gelen haberleri dört gözle bekliyordu. Her haberci, hem umut hem de
endişe taşıyordu. Nizamülmülk'ün eşi Ayşe Hanım ile sık sık görüşüyor, ondan
Bizans cephesindeki son gelişmeleri öğreniyordu.
Bir akşam, sarayda önemli bir meclis
toplanmıştı. Melikşah, Nizamülmülk ve diğer devlet adamları, Bizans'a karşı
verilecek mücadeleyi tartışıyordu.
Ancak bazı beyler, Kılıç Arslan'ın vurkaç
taktiklerinin işe yaramadığını, ordunun yıprandığını ve doğrudan bir meydan
savaşına girilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu beyler, Ayaz'ın eski yandaşları
değillerdi belki ama daha geleneksel, daha az riskli bir savaş stratejisi
istiyorlardı.
"Sultanım," dedi bir bey,
"Bizans ordusu çok büyük. Emir Kılıç Arslan'ın taktikleri, ordumuzu
yıpratıyor. Bir an önce doğrudan cephede çarpışmalı ve bu işi
bitirmeliyiz!"
Aslıhan, bu konuşmaları dinlerken, Kılıç
Arslan'ın stratejisine olan inancı tamdı. Nizamülmülk de aynı fikirdeydi.
Nizamülmülk, "Acele etmemeliyiz beyler.
Emir Kılıç Arslan'ın planı işliyor. Bizans ordusu yıpranıyor, moral çöküntüsü
yaşıyor. Doğrudan bir meydan savaşı, büyük kayıplara yol açabilir. Bizans'ın
istediği de bu zaten."
Ancak beylerin baskısı artıyordu. Melikşah,
genç yaşına rağmen bu baskıya direnmeye çalışıyordu ama üzerinde büyük bir
sorumluluk vardı.
Aslıhan, bu durumu gördüğünde harekete geçmeye
karar verdi. Nizamülmülk'ün eşi Ayşe Hanım ile konuşarak, saraydaki diğer soylu
kadınları etkilemeye başladı.
Onlara Kılıç Arslan'ın stratejisinin mantığını,
ordunun gücünü korumanın önemini anlattı. "Bizans'ın gücü sayılarında
değil, Selçuklu'nun birliğindedir. Eğer biz kendi içimizde bölünürsek, düşmanın
ekmeğine yağ sürmüş oluruz," dedi Aslıhan.
Aslıhan'ın zekası ve ikna kabiliyeti, kısa
sürede saraydaki kadınlar arasında yayıldı. Kadınlar, kocalarını etkilemeye
başladı. Bu durum, meclisteki beylerin üzerindeki baskıyı artırdı. Bazı beyler,
strateji değişikliği taleplerinden vazgeçmeye başladı.
Amasya yakınlarında, Bizans ordusu yorgunluk ve
açlık yüzünden dağılmaya başlamıştı. Kılıç Arslan, tam da bu anı bekliyordu.
Ordusuna son darbeyi indirme emri verdi.
Selçuklu atlıları, şimşek gibi çakarak Bizans
saflarına daldı. Yorulmuş, morali bozuk Bizans askerleri, beklenmedik bu
saldırı karşısında direniş gösteremediler. Kılıç Arslan, kılıcını ustaca
savurarak düşmanlarını birer birer yere seriyordu. Bu, bir katliam değil, bir
zaferdi. Bizans ordusu büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.
Anadolu bir kez daha Selçuklu'nun kanıyla
sulanmış ama aynı zamanda özgürlüğünü de kazanmıştı. Kılıç Arslan, bu zaferle
adını tarihe altın harflerle yazdırmıştı. Melikşah'ın tahtı sağlamlaşmış,
Nizamülmülk'ün itibarı daha da artmıştı. Ve Kılıç Arslan, Kayseri'ye bir
kahraman olarak geri döndü.
Kayseri halkı, Kılıç Arslan'ı coşkuyla
karşıladı. Sokaklar alkışlarla, şenlik sesleriyle doluydu. Aslıhan, kalenin
kapısında, gözleri yaşlarla dolu, onu bekliyordu. Kılıç Arslan'ı atından
inerken gördüğünde, hızla ona koştu ve sımsıkı sarıldı.
"Geri döndün!" diye fısıldadı
Aslıhan, gözleri yaşlarla dolu. "Biliyordum. Sana güveniyordum."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın saçlarını okşadı.
"Söz verdim Aslıhan. Ve sen de burada bana destek oldun. Senin sayende, o
beylerin baskısına direnebildim."
Melikşah ve Nizamülmülk de Kılıç Arslan'ı
tebrik ettiler. "Bu zafer, senin sayende Emir Kılıç Arslan," dedi
Melikşah. "Anadolu, sana minnettar."
Zafer kutlamaları devam ederken, Kılıç Arslan
ve Aslıhan'ın gözleri birbirine kenetlendi. Onların aşkı, bu savaşların,
entrikaların ve yıkımların ortasında bir efsane gibi yeşermişti.
Ancak
bu, son savaş değildi. Batıdan gelen rüzgarlar, yeni bir tehdidi beraberinde
getiriyordu: Haçlı Seferleri'nin ilk fısıltıları, Anadolu'ya ulaşmaya
başlamıştı bile.
Selçuklu, yeni bir döneme giriyordu. Ve bu
dönem, tarihin en büyük çatışmalarından bazılarına sahne olacaktı. Kılıç Arslan
ve Aslıhan'ın destanı, şimdi daha da büyük bir sahneye taşınıyordu.
"Efsane ve Yıkım" bir kez daha, adının hakkını vermeye
hazırlanıyordu.
Kılıç Arslan'ın Bizans'a karşı kazandığı zafer,
Kayseri'ye uzun zamandır beklenen bir nefes getirmişti. Şehrin sokakları,
kahraman komutanlarını ve Sultan Melikşah'ın genç ama kararlı liderliğini
kutlayan şenliklerle doluydu.
Aslıhan ve Kılıç Arslan'ın evlilikleri, bu yeni
dönemin bir sembolü haline gelmişti. Ancak bu huzur, doğudan ve batıdan gelen
yeni tehditlerin gölgesinde pamuk ipliğine bağlıydı. Anadolu, kaderini
değiştirecek çok daha büyük bir fırtınanın eşiğindeydi.
Kılıç Arslan, artık sadece bir komutan değil,
aynı zamanda devletin geleceği için stratejik kararların alındığı divanın da
önemli bir üyesiydi. Nizamülmülk'ün sağ kolu olmuş, Melikşah'ın gençliğine
rağmen devlet işlerinde büyük bir olgunluk sergilemesine yardımcı oluyordu.
Aslıhan
ise, Kılıç Arslan'ın eşi olarak saraydaki konumunu güçlendirmişti. Haremlik
içinde bilgi ve zekasıyla dikkat çekiyor, özellikle Nizamülmülk'ün eşi Ayşe
Hanım ile kurduğu yakın dostluk sayesinde saray siyasetine daha da
yakınlaşmıştı.
Ancak, batıdan gelen haberler, yeni ve daha
büyük bir tehlikenin habercisiydi. Konstantinopolis'ten gelen tüccarlar ve
casuslar, Avrupa'dan büyük bir ordunun yola çıktığını fısıldıyordu. Bu ordular,
Kutsal Toprakları "kafirlerin" elinden kurtarmak için yola çıkmış,
Hristiyan aleminin dört bir yanından toplanmış askerlerden oluşuyordu: Haçlı
Seferleri.
Bir gün, divan salonunda toplanan beyler ve
komutanlar, bu yeni tehdidi tartışıyordu. Nizamülmülk'ün yüzünde derin bir
endişe vardı. "Sultanım," dedi, "Bizans İmparatoru, Batı'dan
gelen bu Haçlı ordularını Anadolu üzerinden göndermek istiyor. Bu, sadece bir
Bizans saldırısı değil, tüm Avrupa'nın Selçuklu topraklarına yönelik bir
tehdididir."
Melikşah'ın yüzü gerildi. Babası Sultan
Alparslan'ın dahi karşılaşmadığı büyüklükte bir düşmanla yüzleşmek zorunda
kalacaktı. "Bu orduların sayısı ne kadar Vezirim? Nereden
geliyorlar?"
Kılıç Arslan, haritaları inceledi. "Farklı
kollardan ilerliyorlar Sultanım. İlk kol, halktan oluşan büyük bir kalabalık,
çapulculardan farksızlar. Ancak arkadan, düzenli ordular ve şövalyelerden
oluşan çok daha tehlikeli kollar geliyor. Amaçları Kudüs'e ulaşmak ve
Anadolu'yu bir geçit olarak kullanmak."
Nizamülmülk, başını salladı. "Bu, tarihin
en büyük göçlerinden biri olacak. Eğer bu kalabalıklar Anadolu'dan geçerse,
topraklarımız harabeye döner. Melikşah, bu tehdide karşı hazırlıklı olmalıyız.
Ordumuzu bir kez daha mobilize etmeliyiz."
Kılıç Arslan, "Sultanım, bu kez savaş
farklı olacak. Bizans'ın düzenli ordusundan daha farklı bir düşmanla karşı
karşıyayız. Fanatizmle dolu bu insanlar, açlık ve susuzluktan gözleri dönmüş
bir şekilde ilerleyecekler. Onları durdurmak için sadece kılıç gücü yetmez,
aynı zamanda akıl ve strateji de gereklidir."
Melikşah, omuzlarındaki yükün ağırlığını
hissediyordu. Ancak babasından aldığı mirası korumak için kararlıydı.
"Pekala beyler. Kılıç Arslan, bu görevi sana emanet ediyorum. Bu orduların
Anadolu'dan geçişini engelleyeceksin. Bu, bir ölüm kalım savaşıdır!"
Kılıç Arslan'ın yeni görevi, Aslıhan'ı bir kez
daha derin bir endişeye sürüklemişti. Bizans ile savaşmaktan çok daha büyük ve
belirsiz bir tehditti bu. Haçlılar... Adları bile korku salıyordu.
Kılıç Arslan yola çıkmadan önceki gece,
konağında Aslıhan ile baş başa kaldılar. Ayaz'ın tehdidi geçmiş olsa da, şimdi
çok daha büyük bir fırtına kapıdaydı.
"Bu kez daha büyük bir tehlike, değil
mi?" diye sordu Aslıhan, sesi titriyordu. "Bu kadar büyük bir orduyu
nasıl durduracaksın?"
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın ellerini tuttu.
"Biliyorum, Aslıhan. Ama biz Selçukluyuz. Bu toprakları kanımızla,
canımızla kazandık. Ve asla teslim olmayacağız. Bu Haçlılar, Kudüs'e ulaşmak
istiyorlarsa, önce bizim kılıcımızdan geçmek zorundalar."
Aslıhan, gözleri dolu dolu, Kılıç Arslan'ın
güçlü kollarına sığındı. "Dualarım her an seninle olacak, Kılıç Arslan. Ve
ben burada, senin arkanı sağlam tutacağım. Melikşah'a ve Nizamülmülk'e destek
olacağım."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ı kendine çekti ve
sımsıkı sarıldı. "Beni bekle, Aslıhan. Bu savaşı kazanıp geri döneceğim.
Ne olursa olsun."
Ertesi sabah, Kılıç Arslan, seçkin askerleriyle
birlikte Kayseri'den ayrıldı. Bu kez, arkasında sevdiği eşi, güvendiği bir
sultan ve onu destekleyen bir vezir vardı. Ancak önünde, sayıca çok üstün,
fanatizmle dolu bir düşman ve Anadolu'nun kaderini belirleyecek çetin bir savaş
bekliyordu.
Kılıç Arslan'ın ordusu, ilk Haçlı koluyla Bursa
yakınlarındaki İnegöl Ovası'nda karşılaştı. Bu, "Halkın Haçlı Seferi"
olarak bilinen, düzensiz ve aç bir kalabalıktı. Kılıç Arslan, bu düzensiz
orduyu ciddiye aldı ama onları durdurmak için farklı bir strateji izledi.
Doğrudan bir meydan savaşına girmek yerine,
onları Anadolu'nun içlerine çekerek susuzluk ve açlıkla yıprattı. Selçuklu
atlıları, Haçlıların tedarik hatlarını kesiyor, küçük gruplar halinde baskınlar
düzenleyerek morallerini bozuyordu.
İnegöl Ovası'nın kuru sıcağında, aç ve susuz
kalan Haçlılar, kısa sürede disiplinlerini kaybettiler. Kılıç Arslan, bu
fırsatı kaçırmadı. Selçuklu ordusu, Haçlıların üzerine şimşek gibi çaktı.
Düzensiz Haçlı kalabalığı, Selçuklu'nun çevik
atlıları ve keskin kılıçları karşısında direniş gösteremedi. İnegöl Savaşı,
Selçuklu'nun mutlak zaferiyle sonuçlandı. Binlerce Haçlı askeri kılıçtan
geçirildi veya esir alındı. Bu, Anadolu'ya gelen ilk Haçlı dalgasının sonu
olmuştu.
Kılıç Arslan, bu zaferle büyük bir üne kavuştu.
Ancak biliyordu ki, asıl tehlike daha gelmemişti. Bu sadece, büyük fırtınanın
ilk damlasıydı.
Kayseri Sarayı'nda ise Aslıhan, İnegöl
zaferinin haberini aldığında büyük bir sevinç yaşadı. Halk, Kılıç Arslan'ı bir
kez daha kahraman ilan etmişti. Ancak Aslıhan, Batı'dan gelen daha büyük
orduların haberlerini de biliyordu. Nizamülmülk de bu konuda endişeliydi.
Bir gün, sarayda toplanan divanda, Nizamülmülk,
haritalar üzerinde yeni Haçlı kollarının rotalarını gösteriyordu.
"İnegöl'deki zafer, bizi yanıltmasın beyler. Arkadan gelen Haçlı orduları,
düzenli askerlerden ve tecrübeli şövalyelerden oluşuyor. Sayıları çok daha
fazla. Ve onların liderleri, Avrupa'nın en güçlü kralları ve dükleri."
Melikşah, yüzünde endişe vardı. "Bu kadar
büyük bir orduyu nasıl durduracağız Vezirim? Ordularımız yorgun, kaynaklarımız
sınırlı."
Kılıç Arslan, zaferinin ardından Kayseri'ye
dönmüştü. Divanda söz aldı. "Sultanım, bu ordulara karşı doğrudan bir
meydan savaşı intihar olur. Bizans'a karşı uyguladığımız taktikleri daha büyük
ölçekte uygulamalıyız. Onları Anadolu'nun içlerine çekmeli, yollarını kesmeli,
kuyularını zehirlemeli, erzaklarını yakmalıyız. Toprakları onlara mezar
etmeliyiz."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın planını onayladı.
"Bu, zorlu ve acımasız bir savaş olacak. Ancak başka seçeneğimiz yok.
Anadolu'yu korumak zorundayız!"
Melikşah, son kararını verdi. "Pekala.
Kılıç Arslan, ordularımızı yeniden hazırlayın. Anadolu'nun her karış toprağı
için savaşacağız!"
Haçlı Seferleri'nin ikinci dalgası, daha
düzenli ve daha büyük bir orduyla Anadolu'ya girdi. Kılıç Arslan, onlara karşı
yıpratma ve vurkaç taktiklerini uygulamaya devam etti.
Haçlı ordusu, Anadolu'nun çorak topraklarında
ilerledikçe, susuzluk, açlık ve Selçuklu'nun sürekli saldırılarıyla büyük
kayıplar vermeye başladı. Onlar için Anadolu, adeta bir cehenneme dönmüştü.
Ancak bu savaş, Selçuklu için de büyük
fedakarlıklar demekti. Köyler boşaltılıyor, ekinler yakılıyor, insanlar göç
etmek zorunda kalıyordu. Aslıhan, Kayseri'de bu fedakarlıklara bizzat şahit
oluyordu.
Yaralı askerler geri dönüyor, şehit haberleri
geliyordu. Aslıhan, haremlik içinde, yaralı askerlere yardım ediyor, kadınları
moral vermeye çalışıyordu.
Bir gün, Kayseri'nin surları üzerinde durmuş,
batıdan gelen toz bulutlarına bakarken, Aslıhan'ın yüreği sıkıştı. Bu savaşın
sonu ne zaman gelecekti? Kılıç Arslan, yine en ön saftaydı. Onun için endişe
ediyordu.
Kılıç Arslan, Haçlı ordularını adım adım
Anadolu'nun içlerine çekmeyi başarmıştı. Sonunda, onları Eskişehir
yakınlarında, etrafları çevrilmiş bir şekilde sıkıştırdı. Dorileon Savaşı,
Haçlı Seferleri'nin kaderini belirleyecek bir çarpışma olacaktı. Selçuklu
ordusu, tüm gücüyle Haçlıların üzerine saldırdı.
Savaş alanı, kan ve kılıç sesleriyle
yankılanıyordu. Kılıç Arslan, yine en ön saftaydı. Kılıcı, düşmanlarının canına
okuyor, askerlerine cesaret veriyordu.
Dorileon Savaşı, uzun ve kanlı geçti. Ancak
Selçuklu'nun azmi ve Kılıç Arslan'ın askeri dehası galip geldi. Haçlı ordusu,
tarihin en büyük yenilgilerinden birini alarak dağıldı.
Binlerce Haçlı askeri hayatını kaybetti,
kalanlar ise perişan halde geri çekilmek zorunda kaldı. Anadolu bir kez daha
kurtarılmıştı.
Kılıç Arslan, bu zaferle Anadolu'nun tek hakimi
olduğunu bir kez daha tüm dünyaya ilan etmişti. Melikşah'ın tahtı artık
sarsılmazdı. Ancak zaferin bedeli ağırdı. Selçuklu toprakları harap olmuş, halk
büyük acılar çekmişti. Şimdi, bu toprakları yeniden inşa etme zamanıydı.
Kılıç Arslan, Kayseri'ye bir kez daha kahraman
olarak döndüğünde, halk onu coşkuyla karşıladı. Aslıhan, onunla yeniden bir
araya geldiğinde, bu kez gözlerinde yaşlar vardı ama bu sevinç gözyaşlarıydı.
"Geri döndün, Kılıç Arslan," dedi
Aslıhan, ona sımsıkı sarılırken. "Yine başardın."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın saçlarını öptü.
"Senin duaların ve desteğin sayesinde, Aslıhan. Bu, bizim zaferimiz."
Ancak ikisi de biliyordu ki, tarihin tekerleği
dönmeye devam edecekti. Haçlı Seferleri'nin tamamen sona ermesi zaman alacak,
Selçuklu'yu yeni zorluklar bekleyecekti. Ama artık umutluydu. Birlikte
oldukları sürece, her türlü fırtınanın üstesinden gelebilirlerdi.
"Efsane ve Yıkım." Bu iki kelime,
onların hayatlarının ve Selçuklu'nun tarihinin özeti olmaya devam edecekti.
Nice efsaneler yazılacak, nice yıkımlar yaşanacak ama onların aşkı ve
Selçuklu'nun direnişi, yüzyıllar boyu dilden dile dolaşacaktı.
İnegöl ve Dorileon'da kazanılan zaferlerle,
Kılıç Arslan'ın adı Anadolu'da bir efsaneye dönüşmüştü. O, sadece bir komutan
değil, aynı zamanda Selçuklu'nun direnişinin ve azminin sembolüydü. Kayseri'ye
dönüşü, bir kahramanın zafer alayı gibiydi.
Aslıhan, onunla yeniden bir araya geldiğinde,
gözlerindeki derin sevgi ve gurur, tüm yorgunluklarını unutturuyordu. Ama her
ikisi de biliyordu ki, zaferin sevinci kadar, savaşın bıraktığı izler de
derindi.
Anadolu, Haçlı ordularının geçişiyle harabeye
dönmüştü. Yakılan köyler, viraneye dönmüş şehirler, boşaltılmış topraklar...
Selçuklu'nun bu yaralarını sarma ve devleti yeniden inşa etme görevi,
Melikşah'ın genç omuzlarına, Nizamülmülk'ün bilgeliğine ve Kılıç Arslan'ın
azmine düşmüştü.
Savaşın ardından geçen aylar, Kayseri'de
hummalı bir çalışmaya sahne oldu. Melikşah, Nizamülmülk'ün rehberliğinde,
Anadolu'nun dört bir yanına fermanlar göndererek halkı topraklarına geri
dönmeye ve yeniden inşa etmeye teşvik etti.
Kılıç Arslan, ordusuyla birlikte Anadolu'nun
çeşitli bölgelerine giderek güvenliği sağlıyor, halka yardım eli uzatıyordu.
Köyler yeniden kuruluyor, tarlalar ekiliyor, ticaret yolları yeniden
açılıyordu. Selçuklu, küllerinden yeniden doğuyordu.
Aslıhan ise, bu yeniden yapılanma sürecinde
önemli bir rol üstlenmişti. Sarayın haremlik bölümünde, sadece soylu kadınlar
arasında değil, halktan gelen kadınlar arasında da etkili bir figür haline
gelmişti.
Kılıç
Arslan'ın yokluğunda, savaşta şehit düşenlerin ailelerine destek oluyor,
yaralıların bakımında gönüllülere önderlik ediyordu. Onun zekası ve şefkati,
halk arasında da büyük saygı görmesini sağlamıştı. Özellikle kadınlar arasında,
"Aslıhan Ana" olarak anılmaya başlamıştı.
Bir öğleden sonra, Aslıhan, Kayseri'deki bir
hastanede yaralı askerleri ziyaret ederken, genç bir asker acı içinde
kıvranıyordu. Yara iltihaplanmıştı ve durumu ağırdı. Aslıhan, hemen tabipleri
çağırdı ve askerin bakımıyla bizzat ilgilendi.
Onun bu fedakarlığı ve merhameti, askerler
arasında hızla yayıldı. Kılıç Arslan'ın karısı, sadece bir soylu değil, aynı
zamanda halkının acılarına ortak olan bir kadındı.
Melikşah'ın liderliği de bu dönemde daha da
pekişmişti. Genç Sultan, savaşın getirdiği yıkıma rağmen halkının yanında
olmuş, onlara umut aşılamıştı. Nizamülmülk ile birlikte aldığı kararlar,
Selçuklu'nun geleceğini şekillendiriyordu. Özellikle Bizans ile yeni bir barış
antlaşması imzalanması, Anadolu'ya kısa bir süre için de olsa huzur getirmişti.
Ancak bu barış, Haçlı Seferleri'nin sürekli tehdidi altında, kırılgan bir
zeminde duruyordu.
Kılıç Arslan, Anadolu'nun dört bir yanındaki
görevlerini tamamlayıp Kayseri'ye döndüğünde, Aslıhan'ın ne kadar değiştiğini
fark etti. O artık sadece sevdiği kadın değil, aynı zamanda halkının sevgisini
kazanmış, güçlü bir lider figürüydü. Akşamları konağında Aslıhan ile
oturduklarında, gündüz yaşadıkları zorlukları, yeniden inşa edilen köyleri,
gülen yüzleri konuşuyorlardı.
"Kayseri'ye döndüğümde," dedi Kılıç
Arslan bir akşam, "Halkın sana olan sevgisine şahit oldum, Aslıhan. Sen de
bir kahramansın. Bu devlete sadece kılıçla değil, şefkatle de hizmet
ediyorsun."
Aslıhan gülümsedi. "Senin yanı başında
olmak, bana güç veriyor Kılıç Arslan. Ve bu halk, nice acılar çekti. Onlara bir
nebze olsun destek olabilmek, benim için de bir onur."
Ancak bu barış ortamı, uzun sürmeyecekti.
Batıdan gelen yeni haberler, Haçlı Seferleri'nin bitmediğini, aksine daha da
şiddetlenerek devam edeceğini gösteriyordu. Avrupa'nın dört bir yanından yeni
ordular toplanıyor, Anadolu üzerinden Kutsal Topraklar'a ulaşmak için yola
çıkıyorlardı. Bu sefer, daha büyük, daha organize ve daha acımasız olacakları
kesindi.
Bir divan toplantısında, Nizamülmülk, yüzünde
derin bir endişeyle konuştu. "Sultanım, yeni Haçlı orduları yola çıktı. Bu
kez, daha tecrübeli komutanlar ve daha disiplinli askerler var. Ve amaçları,
Anadolu'yu tamamen ele geçirmek."
Melikşah'ın yüzü gerildi. "Demek bu
savaşın sonu yok! Ne yapmalıyız Kılıç Arslan? Ordularımız yorgun, halkımız
henüz savaşın yaralarını sarmadı."
Kılıç Arslan, derin bir nefes aldı.
"Sultanım, Bizans ile olan barış antlaşmamızı kullanmalıyız. Bizans
İmparatoru'nu Haçlılara karşı bize destek olmaya ikna etmeliyiz. Haçlılar,
Bizans için de bir tehdittir. Ayrıca, Anadolu'daki yerel beylikleri ve Türkmen
aşiretlerini bir araya getirmeliyiz. Bu savaş, sadece Selçuklu'nun değil, tüm
Anadolu'nun savaşıdır."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın önerisini
destekledi. "Evet, bu bir birlik meselesi. Bizans ile ittifak, Haçlılara
karşı bizi daha güçlü kılacaktır."
Melikşah, zor bir karar verdi. "Pekala.
Kılıç Arslan, bu görevi sana emanet ediyorum. Bizans İmparatoru ile
görüşeceksin. Ve Anadolu'daki tüm Türk beyliklerini Haçlılara karşı bir araya
getireceksin. Bu, tarihimizin en kritik mücadelesi olacak!"
Kılıç Arslan, başını salladı. Bu, en tehlikeli
görevlerinden biri olacaktı. Sadece kılıcıyla değil, aynı zamanda diplomasisi
ve ikna kabiliyetiyle de savaşacaktı. Bir yandan Bizans gibi kadim bir düşmanı
ittifaka ikna etmek, diğer yandan da Anadolu'nun farklı beyliklerini bir çatı
altında toplamak, devasa bir işti.
Kılıç Arslan, Bizans'a gitmek üzere yola
çıkmadan önce, Aslıhan ile vedalaştı. Bu kez ayrılıkları daha farklıydı.
Aslıhan, sadece bir eş olarak değil, aynı zamanda devletin geleceği için
endişelenen bir partner olarak onun yanındaydı.
"Kendine dikkat et, Kılıç Arslan,"
dedi Aslıhan, gözleri dolu doluydu. "Bu kez sadece canını değil,
Selçuklu'nun kaderini de taşıyorsun."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın ellerini öptü.
"Döneceğim, Aslıhan. Ve bu kez, Anadolu'ya kalıcı bir barış getireceğim.
Sonra, bu destanı birlikte tamamlayacağız."
Kılıç Arslan'ın atı, Kayseri'nin kapılarından
geçip batıya doğru ilerlerken, Aslıhan arkasından bakıyordu. Güneş batarken,
gökyüzü kızıl ve mor tonlara bürünüyordu. Tıpkı Selçuklu'nun geleceği gibi...
Hem umut dolu, hem de belirsiz. "Efsane ve Yıkım" destanı, yeni bir
sayfa açıyor, Kılıç Arslan'ın en büyük diplomatik ve askeri mücadelesi
başlıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 7 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder