Kılıç Arslan'ın atı, Kayseri'nin doğu
kapılarından batıya doğru ilerlerken, ardında bıraktığı sadece şehir değil,
aynı zamanda Aslıhan'ın endişeli bakışlarıydı. Bu kez görevi, kılıç sallamaktan
çok daha çetindi:
Bizans İmparatoru'nu, kadim düşmanını,
Haçlılara karşı ittifaka ikna etmek ve Anadolu'nun dağınık Türkmen beyliklerini
tek bir çatı altında toplamaktı. Anadolu, tarihindeki en büyük tehditle
yüzleşirken, Kılıç Arslan'ın omuzlarında sadece Selçuklu'nun değil, tüm
toprakların kaderi yatıyordu.
Yolculuk, çetin ve tehlikeliydi. Bizans
topraklarına yaklaştıkça, Kılıç Arslan ve beraberindeki az sayıdaki asker,
Bizans'ın gözcülerinden ve devriyelerinden gizlenmek zorundaydı. Kılıç Arslan,
sıradan bir tüccar kılığına girerek dikkat çekmemeye özen gösteriyordu.
Zihni, İstanbul'daki imparatorluk sarayında
yapacağı konuşmaya odaklanmıştı. İmparator, Haçlıları kendi çıkarları için
kullanmak isteyebilirdi ama Haçlıların Anadolu'da yaratacağı yıkım, Bizans'ı da
etkileyecekti. Kılıç Arslan, bu gerçeği imparatorun gözüne sokmalıydı.
Konstantinopolis'e vardıklarında, şehrin
ihtişamı Kılıç Arslan'ı bile etkilemişti. Altın yaldızlı kiliseler, yükselen
sütunlar, cıvıl cıvıl pazarlar... Burası, Bizans'ın gücünün ve zenginliğinin
kalbiydi. Kılıç Arslan, doğru kanallar aracılığıyla İmparator I. Aleksios
Komnenos'tan randevu almayı başardı.
Ayasofya'nın gölgesinde, Bizans İmparatorluk
Sarayı'nın mermer salonlarında ilerlerken, Kılıç Arslan, her adımda tarihin
ağırlığını hissediyordu. İmparator Aleksios, tahtında oturmuş, yüzünde soğuk ve
mesafeli bir ifadeyle onu bekliyordu. Kılıç Arslan, saygıyla eğildi.
"Selçuklu Sultanı Melikşah'ın elçisi ve
komutanı Emir Kılıç Arslan olarak, İmparatorluğunuza barış dileklerimi
sunarım," dedi Kılıç Arslan, Yunancayı akıcı bir şekilde konuşuyordu.
İmparator Aleksios'un kaşları hafifçe kalktı.
Selçuklu komutanının Yunanca bilmesi onu şaşırtmıştı. "Hoş geldin, Emir
Kılıç Arslan. Hangi rüzgar seni bu topraklara attı? Yoksa Haçlıların ayak
sesleri mi seni korkuttu?" İmparatorun sesinde alaycı bir ton vardı.
Kılıç Arslan, İmparatorun tavrına aldırmadan,
doğrudan konuya girdi. "Haçlılar, sadece Selçuklu için değil,
İmparatorluğunuz için de büyük bir tehdittir,
İmparator. Onlar, 'kutsal toprakları'
kurtarmak için geldiklerini söylüyorlar ama amaçları, Anadolu'yu yakıp yıkmak,
şehirleri yağmalamak ve geçtikleri her yere ölüm saçmaktır. Onların gözünde,
Hristiyan ya da Müslüman fark etmez, herkes ganimettir."
İmparator Aleksios, kaşlarını çattı.
"Onlar bizim müttefiklerimizdir, Emir. Kutsal Savaşçılardır."
"Kutsal Savaşçılar mı?" diye sordu
Kılıç Arslan, sesinde bir alay tonu vardı. "Onlar, Anadolu'da gördükleri
her kiliseyi yağmaladılar, Hristiyan köylerini talan ettiler. Sizin
müttefikleriniz, sizin halkınıza bile merhamet göstermiyor, İmparator.
Siz onları Anadolu'dan geçirmeye devam
ederseniz, bu yıkım sizin topraklarınıza da sıçrayacak. Sizin şehirleriniz de
talan edilecek, sizin kiliseleriniz de yağmalanacak."
İmparator Aleksios, Kılıç Arslan'ın sözleriyle
sarsılmıştı. Kılıç Arslan, Bizans'ın kendi topraklarında Haçlılarla yaşadığı
sorunları ve onların disiplinsizliğini dile getiriyordu. İmparator, Haçlıların
gözlerinin doymadığını ve gerçekten de Konstantinopolis için bir tehdit
olabileceğini biliyordu.
"Peki, ne istiyorsun benden, Emir?"
diye sordu İmparator, sesi daha ciddiydi.
"İttifak!" diye cevap verdi Kılıç
Arslan. "Bizimle Haçlılara karşı bir ittifak kurun. Onlar Anadolu'dan
geçmeye çalıştıkça, biz onları yıpratacağız. Siz de onlara lojistik destek
vermeyin, yollarını zorlaştırın. Böylece onları tek tek durdurabiliriz. Ortak
düşmanımız, Anadolu'nun ve İmparatorluğunuzun geleceğini tehdit ediyor."
İmparator Aleksios, uzun uzun düşündü. Bu,
riskli bir teklifti. Selçuklu ile ittifak kurmak, Avrupa'da hoş
karşılanmayabilirdi. Ancak Kılıç Arslan'ın sözleri, Bizans'ın kendi iç güvenlik
endişeleriyle örtüşüyordu. "Bu teklifi düşüneceğim, Emir. Ama siz de kendi
üzerinize düşeni yapmalısınız. Anadolu'daki tüm Türkmen beyliklerini bir araya
getirmelisiniz. Sizin iç parçalanmanız, Haçlıların işini kolaylaştırır."
Kılıç Arslan başını salladı. "O da benim
görevim, İmparator. Anadolu'daki Türkmen beyliklerini de bu büyük tehdide karşı
birleştireceğim. Sizin kararınızı bekleyeceğim."
Kayseri'de ise Aslıhan, Kılıç Arslan'ın
yokluğunda hem konağındaki işleri yönetiyor hem de saraydaki gelişmeleri
yakından takip ediyordu. Haçlı tehdidi, saraydaki gerginliği artırmış, bazı
beyler arasında yeniden huzursuzluk yaratmıştı. Kılıç Arslan'ın Bizans ile
ittifak arayışı, bazı muhafazakar çevreler tarafından hoş karşılanmıyordu.
Aslıhan, Nizamülmülk'ün eşi Ayşe Hanım ile sık
sık görüşerek, saraydaki nabzı tutuyordu. Ayşe Hanım, "Aslıhan
Hanım," dedi bir öğleden sonra. "Bazı beyler, Kılıç Arslan'ın
Bizans'a gitmesini eleştiriyor. 'Kafirle işbirliği yapmak caiz midir?' diye
fısıldıyorlar. Sultan Melikşah bile bu fısıltılardan etkileniyor."
Aslıhan, bu duruma şaşırmadı. Siyasetin kirli
yüzü buydu. "Bu fısıltıların ardında kimler var biliyor musun, Ayşe
Hanım?"
Ayşe Hanım iç geçirdi. "Eski Ayaz
yanlıları olmasa da, kendi çıkarlarını düşünenler, bu kaos ortamından
nemalanmak isteyenler var. Kılıç Arslan'ın Bizans ile anlaşması, onların gücünü
azaltabilir."
Aslıhan, bu durumu düzeltmek için bir şeyler
yapması gerektiğini anladı. Nizamülmülk'ün de desteğiyle, sarayda bir dizi
sohbet ve toplantı düzenledi. Bu toplantılarda, Kılıç Arslan'ın stratejisinin
mantığını,
Haçlıların gerçek niyetlerini ve Bizans ile
ittifakın neden gerekli olduğunu anlatmaya başladı. "Düşman kapımızdayken,
kendi içimizde bölünmek, bize ancak yıkım getirir," dedi Aslıhan, beylerin
eşlerine. "Bizans ile ittifak, bizi Haçlılara karşı daha güçlü kılacak.
Bu, bir din meselesi değil, hayatta kalma meselesidir."
Aslıhan'ın zekası ve hitabet yeteneği, kısa
sürede saraydaki kadınlar arasında etkili oldu. Kadınlar, kocalarını etkilemeye
başladı. Bu durum, meclisteki beylerin üzerindeki baskıyı azalttı ve Kılıç
Arslan'ın Bizans ile olan görüşmelerine daha fazla destek gelmesini sağladı.
Kılıç Arslan, Bizans'tan ayrılarak Anadolu'daki
Türkmen beyliklerini ziyaret etmeye başladı. Her beyliğin kendi çıkarları,
kendi endişeleri vardı. Kimi Haçlıların gücünden çekiniyor, kimi Selçuklu'ya
tam olarak güvenmiyordu.
Kılıç Arslan, her beyliğin lideriyle ayrı ayrı
görüştü. Onlara Haçlı tehdidinin ciddiyetini, bu topraklarda yaşayan herkes
için bir ölüm kalım meselesi olduğunu anlattı.
"Ey Türkmen beyleri!" diye gürledi
Kılıç Arslan, bir obanın meclisinde. "Batıdan gelen bu ordular, sadece
Selçuklu'ya değil, hepimize düşman! Onlar, topraklarımızı, namusumuzu,
inancımızı yok etmek istiyorlar!
Eğer şimdi birleşmezsek, tek tek yok oluruz!
Atalarımız, bu toprakları kanlarıyla fethetti. Şimdi bu toprakları savunma
sırası bizde! Haçlılara karşı tek yürek, tek yumruk olmalıyız!"
Kılıç Arslan'ın sözleri, beyleri derinden
etkiledi. Anadolu'nun farklı bölgelerinden gelen beyler, tek tek Kılıç Arslan'a
ve Sultan Melikşah'a biat etmeye başladı. Uzun süren iç çekişmelerin ardından,
nihayet Anadolu'da büyük bir birlik sağlanıyordu. Kılıç Arslan, diplomatik
misyonunu başarıyla tamamlamıştı.
Kayseri'ye döndüğünde, Kılıç Arslan'ı hem
sevinçli hem de endişeli bir haber bekliyordu. Bizans İmparatoru Aleksios,
Kılıç Arslan'ın teklifini kabul etmiş, Haçlılara karşı gizli bir ittifak
kurmaya razı olmuştu. Bu, büyük bir zaferdi.
Ancak aynı zamanda, yeni Haçlı ordularının
Anadolu'ya doğru ilerlediği haberi de gelmişti. Bu kez, başında Fransa ve Alman
imparatorlarının bulunduğu, sayıca çok daha büyük ve donanımlı bir ordu
geliyordu.
Kılıç Arslan, bu haberi Aslıhan'a verdiğinde,
Aslıhan'ın yüzündeki sevinç, yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. "Demek ki
asıl savaş şimdi başlıyor," dedi.
Kılıç Arslan başını salladı. "Evet,
Aslıhan. Bu kez daha büyük bir fırtınayla yüzleşeceğiz. Ama artık yalnız
değiliz. Bizans'ın desteği ve Anadolu'nun birliğiyle, onları
durduracağız!"
Melikşah, Kılıç Arslan'ın başarısını gururla
karşıladı. "Emir Kılıç Arslan, senin sayende bu devleti bekleyen en büyük
tehlikeye karşı hazırlıklıyız. Ordularımızı bir araya getirin! Bu kez,
Anadolu'yu onlara mezar edeceğiz!"
Selçuklu, Haçlı Seferleri'nin ikinci dalgasına
karşı tüm gücüyle hazırlanıyordu. Kılıç Arslan'ın diplomasisi, kılıcı kadar
keskin olduğunu kanıtlamıştı.
Ancak önlerindeki savaş, tarihin akışını
değiştirecek kadar büyük ve kanlı olacaktı. Çan sesleri, Anadolu'nun dört bir
yanında yankılanmaya başlamıştı. Ve "Efsane ve Yıkım" destanı, en
destansı sayfalarını yazmaya hazırlanıyordu.
Kılıç Arslan'ın Bizans İmparatoru I. Aleksios
Komnenos ile yaptığı gizli ittifak ve Anadolu'daki Türkmen beyliklerini bir
araya getirme başarısı,
Selçuklu'ya nefes aldırmış olsa da, Haçlı
Seferleri'nin ikinci dalgasının devasa boyutu, Kayseri'nin üzerinde hala bir
gölge gibi asılı duruyordu. Avrupa'nın dört bir yanından toplanan bu ordular,
şimdiye kadar görülen en büyük kuvvetlerden biriydi ve amaçları sadece Kudüs'e
ulaşmak değil, Anadolu'yu tamamen fethetmekti.
Kılıç Arslan, Konstantinopolis'ten ve
beyliklerden aldığı destekle Kayseri'ye döndüğünde, Sultan Melikşah ve Vezir
Nizamülmülk onu büyük bir sevinçle karşıladılar. Ancak yüzlerindeki endişe de
açıktı.
"Haçlı orduları hızla ilerliyor
Emir," dedi Melikşah, "Saydıklarımdan çok daha kalabalık ve
teçhizatlı oldukları söyleniyor."
Kılıç Arslan başını salladı. "Evet
Sultanım. İlk kol, halktan oluşan düzensiz bir kalabalıktı. Onları Dorileon'da
bozguna uğrattık. Ancak bu kez, başında Fransa Kralı VII. Louis ve Alman
İmparatoru III. Konrad'ın bulunduğu disiplinli ordular geliyor. Bunlar,
şövalyeler, tecrübeli komutanlar ve ağır zırhlı birliklerden oluşuyor."
Nizamülmülk haritalar üzerinde yeni bir rota
gösterdi. "Bizans İmparatoru'nun Haçlılara karşı bize verdiği destek,
doğrudan bir askeri destek değil, daha çok lojistik ve bilgi paylaşımı şeklinde
olacak. Haçlıları kendi topraklarında yıpratacaklar. Ancak asıl yük, yine bizim
omuzlarımızda."
Kılıç Arslan, kararlı bir şekilde konuştu.
"Anadolu'da sağladığımız birlik, en büyük gücümüz olacak Vezirim. Tüm
beylikler, bu kez bizimle omuz omuza savaşmaya hazır. Bu topraklar bizimdir, ve
Haçlıların burayı geçmesine izin vermeyeceğiz!"
Hazırlıklar hızla başladı. Selçuklu ordusu,
Anadolu'nun dört bir yanından toplanan Türkmen aşiretleriyle ve diğer
beyliklerin askerleriyle büyüdü. Kılıç Arslan, ordusunun başında, her askerin
moralini yüksek tutmak için çalışıyordu.
Aslıhan ise Kayseri'de, Kılıç Arslan'ın
yokluğunda, savaşın getirdiği yükü hafifletmek için gönüllüleri organize
ediyor, yaralı askerlere yardım ediyor ve halkın moralini yüksek tutmaya
çalışıyordu. Onun varlığı, Kayseri halkı için bir umut ışığıydı.
İlk büyük çarpışma, Bizans sınırında, Frigya
Vadisi yakınlarında yaşandı. Alman İmparatoru III. Konrad'ın liderliğindeki
Haçlı ordusu, Anadolu'ya girer girmez Selçuklu'nun yıpratma taktikleriyle
karşılaştı.
Kılıç Arslan, Bizans'ın da sağladığı
istihbaratla, Haçlıların tedarik hatlarını kesiyor, su kaynaklarını kurutuyor
ve onları Anadolu'nun çorak arazilerine çekiyordu. Haçlı askerleri, açlık,
susuzluk ve Selçuklu'nun sürekli saldırıları yüzünden dağılmaya başladı.
Kılıç Arslan, küçük ama çevik birlikleriyle,
Haçlı ordusunun etrafında bir şahin gibi dönüyor, onları bir an bile rahat
bırakmıyordu. Geceleri yapılan baskınlar, gündüzleri kesilen tedarik yolları,
Haçlıların ilerlemesini durma noktasına
getirmişti. Alman İmparatoru Konrad, bu taktikler karşısında çaresiz kalmıştı.
Ordusu eriyordu.
Kayseri'ye ulaşan haberler, bazen iyi, bazen
kötüydü. Haçlıların ağır kayıplar verdiğini duymak sevindirici olsa da,
Selçuklu askerlerinin de yorulduğu ve yer yer çatışmalarda kayıplar verildiği
geliyordu.
Aslıhan, her habercinin gelişinde kalbi ağzında
atıyor, Kılıç Arslan'dan iyi haberler gelmesini umuyordu.
Bir gün, sarayda düzenlenen bir toplantıda,
bazı beyler, Kılıç Arslan'ın taktiklerini eleştirmeye başladılar. "Bu
yıpratma savaşı çok uzun sürüyor," dedi bir bey. "Ordularımız
yoruluyor. Bir an önce büyük bir meydan savaşına girip bu işi bitirmeliyiz!"
Nizamülmülk, soğuk bir şekilde karşılık verdi.
"Emir Kılıç Arslan'ın stratejisi işe yarıyor. Haçlılar zaten yıpranmış
durumda. Acele etmek, onlara yeni bir şans vermek demektir. Bizim acele etmeye
değil, sabırlı olmaya ihtiyacımız var."
Aslıhan, bu tartışmayı dinlerken, Kılıç
Arslan'ın ne kadar zor bir görevle karşı karşıya olduğunu bir kez daha anladı.
Sadece düşmanla değil, aynı zamanda kendi içlerindeki sabırsızlıkla da mücadele
ediyordu.
Nihayet, Dorileon yakınlarında, yıpranmış Alman
Haçlı ordusu, Selçuklu'nun son darbesiyle karşılaştı. Kılıç Arslan, Haçlı
ordusunu dar bir vadiye sıkıştırmış, etrafını çevirmişti. Savaş, tüm şiddetiyle
başladı. Selçuklu atlıları, ok yağmuruyla Haçlı saflarını dağıtıyor, ardından
kılıçlarla son darbeyi indiriyordu.
Alman İmparatoru III. Konrad'ın ordusu,
Selçuklu'nun karşısında direniş gösteremedi. İkinci Dorileon Savaşı,
Selçuklu'nun mutlak zaferiyle sonuçlandı. Alman İmparatoru Konrad, az sayıda
askeriyle birlikte perişan bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu zafer, Kılıç Arslan'ın askeri dehasını bir
kez daha kanıtlamıştı. Ancak bu, Haçlı Seferleri'nin sonu değildi. Arkadan,
Fransa Kralı VII. Louis'nin liderliğindeki çok daha büyük ve güçlü bir ordu
geliyordu.
Kılıç Arslan, savaşın ardından ordusunu
toparladı. Askerleri yorgun ama moralleri yüksekti. Haçlıların bir kolunu daha
alt etmişlerdi. Şimdi, diğer kolu bekliyorlardı.
Kılıç
Arslan, Bizans'tan gelen istihbaratla, Fransız Haçlı ordusunun daha güneyden,
kıyı şeridinden ilerlediğini öğrendi. Amacı, Adana ve Antakya üzerinden Kutsal
Topraklara ulaşmaktı.
Kılıç Arslan, ordusuyla birlikte hızla güneye
hareket etti. Fransız Haçlı ordusu, Amanos Dağları'nın geçitlerine
yaklaştığında, Selçuklu'nun pusu kurduğunu fark etti. Kadmos Dağı Geçidi'nde,
Selçuklu ve Fransız Haçlı orduları arasında tarihin en kanlı savaşlarından biri
başladı.
Kılıç Arslan, dağlık araziyi kendi lehine
kullandı. Haçlıların ağır zırhlı birlikleri, dar geçitlerde etkisiz kalıyordu.
Selçuklu okçuları, yüksek mevzilerden Haçlıların üzerine ölüm yağdırıyordu.
Kılıç Arslan, bizzat en ön safta savaşıyor, kılıcıyla düşman saflarını
yarıyordu. Savaş alanı, kan ve çığlık sesleriyle doluydu.
Fransa Kralı VII. Louis, ordusunun bu dağlık
arazide nasıl bir tuzağa düştüğünü dehşetle görüyordu. Selçuklu'nun çevikliği
ve arazi bilgisi, Haçlıların gücünü sıfıra indiriyordu. Birçok şövalye,
zırhları yüzünden dağlık arazide hareket edemiyor, Selçuklu'nun oklarına hedef
oluyordu.
Savaş günlerce sürdü. Açlık, susuzluk,
yorgunluk ve Selçuklu'nun dur durak bilmeyen saldırıları, Fransız Haçlı
ordusunu tüketmişti. Sonunda, Haçlı ordusu büyük kayıplar vererek geri çekilmek
zorunda kaldı. Fransa Kralı Louis, az sayıda askeriyle birlikte perişan bir
şekilde Antakya'ya ulaşabildi.
Kılıç Arslan, Kadmos Zaferi'yle bir kez daha
Anadolu'yu korumuştu. İkinci Haçlı Seferi, Selçuklu'nun direnişi karşısında
ağır bir yenilgi almıştı. Anadolu, bir kez daha Haçlıların mezarı olmuştu.
Kılıç Arslan'ın adı, Haçlılar arasında dahi bir korku ve saygı uyandırmıştı.
Kayseri'ye döndüğünde, Kılıç Arslan'ı coşkuyla
karşılayan halkın alkışları, onun yorgunluğunu hafifletti. Aslıhan, gözleri
yaşlarla dolu, onu kucakladı. Bu kez daha uzun bir süre ayrı kalmışlardı.
"Geri döndün, Kılıç Arslan," dedi
Aslıhan, sesi titriyordu. "Yine başardın. Anadolu senin sayende
kurtuldu."
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın saçlarını okşadı.
"Senin duaların ve desteğin sayesinde, Aslıhan. Bu, bizim zaferimiz. Ama
savaşın bedeli ağırdı. Topraklarımız harap oldu, halkımız çok acı çekti."
Melikşah ve Nizamülmülk de Kılıç Arslan'ı
tebrik ettiler. "Bu zafer, senin sayende Emir Kılıç Arslan," dedi
Melikşah, "Anadolu, sana minnettar. Artık bu toprakları yeniden inşa etme
zamanı."
Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın aşkı, savaşın ve
yıkımın ortasında bir efsane gibi parlamaya devam ediyordu. Onlar, sadece iki
aşık değil, aynı zamanda Selçuklu'nun direnişinin ve yeniden doğuşunun
sembolüydü.
Ancak biliyorlardı ki, tarihin tekerleği
dönmeye devam edecek, yeni zorluklar onları bekleyecekti. Haçlı Seferleri'nin
tamamen sona ermesi zaman alacak, Selçuklu'yu yeni tehditler bekleyecekti.
"Efsane ve Yıkım." Bu iki kelime,
onların hayatlarının ve Selçuklu'nun tarihinin özeti olmaya devam edecekti.
Nice efsaneler yazılacak, nice yıkımlar yaşanacak ama onların aşkı ve
Selçuklu'nun direnişi, yüzyıllar boyu dilden dile dolaşacaktı.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 8 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder