Budin Kalesi'nin taş duvarları sabah güneşinde parıldarken, şehir yeni bir günün telaşına kapılmıştı. Sokaklarda yankılanan ayak sesleri, pazar yerindeki bağırışlar, atlıların geçişini haber veren nal tıkırtıları… Hepsi bir bütünün parçası gibiydi. Ancak Yusuf için her şey bulanıktı. Düşünceleri, Klara'nın geçmişiyle ve az önce karşılaştığı Ivan adlı adamla karmakarışıktı.
Klara, Yusuf’u hanın alt katındaki küçük bir odaya davet etti. Oda sade ama zarifti. Eski Budin aristokrasisinden kalma birkaç süs eşyası, köşedeki piyano ve duvarda asılı bir harita… Harita, Macar topraklarını gösteriyor, Budin’in stratejik konumunu açıkça ortaya koyuyordu.
Klara sessizce pencerenin önüne geçti. Gözleri, Tuna’nın öte yakasına, Peste bakıyordu.
“Yusuf,” dedi yavaşça, “Ivan, benim geçmişimin en karanlık parçası. Yıllar önce, Osmanlı Budin’e girmeden önce… onunla nişanlıydım. Fakat savaş başladığında, ailesi Avusturya tarafına kaçtı. Ben kalmayı seçtim. Şimdi geri döndü ve hem seni hem beni yok etmek istiyor.”
Yusuf, kadının gözlerinde derin bir suçluluk ve pişmanlık gördü. Ama aynı zamanda güçlü bir irade de vardı. “Sana bir zarar gelmesine izin vermem,” dedi kararlı bir sesle. “Kim olursa olsun, geçmişin karanlıkları bugünün ışığını yok edemez.”
Tam bu sırada kapı çaldı. Hanın yaşlı sahibi içeri girdi, yüzünde endişeli bir ifade vardı.
“Yusuf Bey… Bir haberci geldi. Paşa sizi kaleye çağırıyor. Hemen.”
Yusuf başını salladı. Klara’ya döndü. “Ne olursa olsun yanında olacağım. Ama şimdi gitmeliyim.”
Klara, onun kolunu tuttu. “Dikkatli ol. Budin, artık sadece bir şehir değil. Bir satranç tahtası. Ve herkes taşların yerini değiştirmeye çalışıyor.”
Yusuf, kaleye vardığında Rüstem Paşa onu bekliyordu. Yüzü gergindi, masasının üstü haritalarla ve haber notlarıyla doluydu.
“Yusuf,” dedi paşa, “İçimizde hainler var. Bilgiler dışarı sızıyor. Ivan adındaki bir casusun geri döndüğünü duyduk. Bu şehirde bir şeyler dönüyor… Ve senin bu işi çözmeni istiyorum.”
Yusuf, başını eğdi. “Emredersiniz.”
Rüstem Paşa bir an duraksadı, sonra gözlerini Yusuf’a dikti. “Ve dikkat et evlat… Aşk, savaş kadar tehlikelidir. Hele ki içinde ihanet saklıysa.”
Yusuf, kaleden ayrılırken, Klara'nın sözleri ve Rüstem Paşa'nın uyarıları zihninde çarpışıyordu.
Budin’in taş sokakları artık daha sessiz, gölgeleri daha derin geliyordu.
Yusuf, kaleden ayrıldıktan sonra doğruca Tuna kıyısına indi. Nehir kenarında yürürken, Peste doğru baktı. O kıyı artık düşman toprağıydı. Gökyüzü gri bulutlarla örtülmüş, suyun yüzeyi kasvetli bir aynaya dönmüştü. Yusuf’un aklında hâlâ Klara’nın itirafı vardı: Bir zamanlar Ivan’a ait olan bir kalp, şimdi onun mu olmuştu?
Ama bir yeniçeri için aşk, savaşa benzerdi. Her an saldırıya uğrayabilirdi. Bu yüzden gardını düşürmemeliydi.
Yusuf geceyi hanın üst katındaki odasında geçirdi. Klara ile fazla konuşmamıştı. Her ikisi de sessizliği tercih etmişti. Ancak Yusuf’un uykuya dalması zordu. Dışarıdan gelen at nalı sesleri, rüzgarla sallanan panjurlar, geçmişin hayaletlerini çağırır gibiydi.
Sabah olmadan birkaç saat önce, pencereye küçük bir taş çarptı. Yusuf hızla ayağa kalktı ve pencereye yaklaştı. Aşağıda, bir çocuk elinde kâğıt parçasıyla bekliyordu.
Yusuf hemen aşağı indi. Çocuk ona küçük bir mektup uzattı, sonra tek kelime etmeden karanlığa karıştı.
Mektubu açtı:
“Ivan, bu gece şehir dışında bir handa buluşma ayarladı. Yalnız gelmeni istedi. Aksi hâlde... Klara’nın geçmişi Budin’in geleceğini karartacak.”
—İsimsiz
Bu bir tuzaktı. Yusuf bunu biliyordu. Ama bu tuzağın içine girmeden düşmanı tanıyamazdı.
Kılıcını kuşanıp, hanın arka kapısından çıktı. Şehir surlarının dışında kalan o eski handa, bu gece kader yeniden yazılacaktı.
Gece olduğunda Yusuf, söz konusu hana ulaştı. İçeri girdiğinde, tek tük birkaç yolcu dışında kimse yoktu. Ortalık sessizdi. Sadece şöminenin çıtırtısı duyuluyordu.
Arka masada oturan uzun boylu bir adam, ayağa kalktı. Yüzü gölgede kalmıştı ama bakışları sertti.
“Hoş geldin, Osmanlı,” dedi Ivan.
Yusuf yaklaşmadan önce durdu. “Klara’yı tehdit etmek şerefsizceydi.”
Ivan alayla güldü. “Aşk, zaaf yaratır. Ve zaaf, düşmanı yener.”
Yusuf yavaşça elini kılıcına götürdü. “Ben yeniçeriyim. Ne aşka ne ihanete teslim olurum.”
Ivan bir adım attı. “Ama Klara oldu. Bir zamanlar benimdi. Şimdi seni seçti. Ama bil ki o kalbinin derinliklerinde hâlâ bana ait.”
Bu söz Yusuf’un sabrını taşırdı. Bir anda kılıcını çekti. Ivan da belinden hançerini çıkardı. Handa bir anlık sessizlik oldu, sonra metalin sesi yankılandı.
Çatışma kısa sürdü ama şiddetliydi. Sonunda Yusuf, Ivan’ın kolundan hançeri düşürttü. Kılıcını boğazına dayadı.
“Budin’in kaderi senin gibi adamlara teslim edilemez,” dedi Yusuf.
Ama Ivan sadece güldü. “Geç kaldınız… oyun daha yeni başlıyor.”
Yusuf gözlerini kısmıştı. Ivan’ın sözleri, daha büyük bir komplonun habercisiydi. Bu iş, sadece eski bir aşk meselesi değil, Budin’in geleceğini tehdit eden bir ihanetti.
Ve Yusuf artık bu oyunun tam ortasındaydı.
Ivan’ın sözleri Yusuf’un aklını kurcalıyordu. “Oyun daha yeni başlıyor...” demişti. Bu, tek bir adamın kininden ibaret bir mesele değildi. Budin’in sokaklarında karanlık bir plan sinsice ilerliyordu ve Klara bu oyunun merkezindeydi.
Yusuf, Ivan’ı yetkililere teslim etmek istemişti. Fakat adam ani bir hareketle yerden aldığı kül dolu maşayı Yusuf’un yüzüne savurdu. Yusuf refleksle geri çekildi, gözlerini koruyarak düşmanı gözetlemeye çalıştı. Ancak Ivan, duman ve panik anında pencereden dışarı atlayarak geceye karıştı.
Yusuf pencereye koştu, ancak dışarısı karanlıktı. Adam çoktan kaybolmuştu. Yüreğinde karışık bir his vardı: Hem öfke hem de endişe. Ivan’ın kaçışı, başlarına daha büyük felaketler getirebilirdi.
Ertesi sabah Yusuf, doğruca Budin Beyi Halil Paşa’nın konağına gitti. Durumu anlattı. Halil Paşa kaşlarını çatarak dinledi.
“Demek ki sadece bir aşk yarası değil bu mesele,” dedi. “Budin’de daha derin bir ihanet yatıyor olabilir. Klara da bu işin kilidini tutuyor gibi.”
Yusuf sessiz kaldı. Klara’nın masum olduğuna inanmak istiyordu. Fakat geçmiş, insanı bazen istemediği karanlıklara sürükleyebilirdi. Klara, Ivan’ı neden tam anlamıyla terk etmemişti? Ivan hâlâ ondan bir şey bekliyorduysa, bu beklenti nedendi?
O gece, Klara ile yeniden buluştu. Tuna kıyısında, eski bir çınarın gölgesinde. Ay ışığı, suya düşen yaprakların arasında parlıyordu.
“Yusuf,” dedi Klara, sesi titrekti. “Ivan’ı senin yanında görmekten korktum. Onun ne yapabileceğini bilmezsin.”
“Artık biliyorum,” dedi Yusuf. “Ama asıl bilmem gereken şu: Sen ne saklıyorsun benden?”
Klara gözlerini kaçırdı. Sonra cebinden küçük bir mühür çıkardı. Osmanlı arması değil, Macar soylularına ait bir mühürdü bu. Altında Ivan’ın ailesinin damgası vardı.
“Bu mühür... Macarların Budin’deki eski direniş örgütünün parçası,” dedi. “Ivan, bunu kullanarak bazı Osmanlı subaylarını tehdit ediyor. Beni de... çünkü ben, onun geçmişini ve belgeleri biliyorum.”
Yusuf’un bakışları keskinleşti. “Yani bu sadece bir aşk meselesi değil. Bu... bir casusluk.”
Klara gözleri dolarak başını salladı. “Eğer beni dinlemezlerse, Budin yanar. Ve seni de bu yangının içine çekmek istiyorlar.”
Yusuf derin bir nefes aldı. Artık sadece bir aşık değil, bir koruyucuydu. Hem Budin’in hem de Klara’nın.
Sonbahar daha yeni başlamıştı… ve bu kentin rüzgârı sadece yaprak değil, kan ve sır da taşıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Budinde Sonbahar Gölgelerin Ardındaki Harita Bölüm 3 adlı romanımızın 9. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder