Budin’in taş sokaklarında gün yeni doğarken,
Yusuf’un zihni geceden kalma karanlık düşüncelerle doluydu. Klara’nın elindeki
mühür sadece bir sembol değil, bir tehditti. Budin’in eski yaraları hâlâ
kapanmamış, altındaki kin közleri hâlâ sönmemişti.
Halil Paşa, Yusuf’u sabahın ilk ışığında
çağırttı.
“Bu mühür,” dedi Paşa, bir zamanlar dost olan
halkların şimdi birbirine çevirdiği hançerin izi gibidir. “Eğer doğruysa,
Budin’in kalbine işlenmiş bir isyan haritası var. Bizim bulamadığımız.”
Yusuf düşünceliydi. “Klara bu haritanın yerini
biliyor olabilir.”
Halil Paşa başını salladı. “Ya da Ivan onun
üzerinden seni kullanmak istiyor.”
Yusuf bu sözlere sessiz kaldı. Aklında bir fikir
kıvılcımlandı: Harita varsa, Budin’in altında ya da geçmişte saklıydı. Ve bir
zamanlar saraya yakın bir Macar ailesinin konağında çalışan Klara, bu sırra
doğrudan temas etmiş olabilirdi.
Yusuf ve Klara, Klara’nın çocukluk yıllarını
geçirdiği eski konağa doğru yola çıktı. Harap haldeki yapı, zamanla sararmış
duvarlarıyla hâlâ ayakta duruyordu. Bir zamanlar Macar asilzadelerinin yaşadığı
bu yer, şimdi terk edilmişti.
İçeri adım attıklarında, taş duvarlarda örümcek
ağları, yerde dökülmüş haritalar ve tozlu defterler vardı. Klara, eski
kitapların arasından bir sandık çıkardı. Sandığın içinde sararmış bir mektup ve
üzerinde Latince yazılar olan bir belge vardı.
“Bu... Ivan’ın babasına yazılmış bir mektup,”
dedi Klara, elleri titreyerek. “Budin’in altındaki tünellere dair bilgiler
taşıyor. Ve burada bir plan var... Osmanlı’ya karşı yapılacak bir isyanın
başlangıç noktası.”
Yusuf kaşlarını çattı. “Yani hâlâ aktif bir hücre
olabilir?”
“Evet,” dedi Klara. “Ivan’ın babası yıllar önce
bu planı rafa kaldırmıştı. Ama Ivan, şimdi bunu diriltmek istiyor. Ve haritanın
kilidi de burada.”
Yusuf haritaya dikkatle baktı. Osmanlı
karakolları, erzak depoları, garnizonlar... Hepsi işaretlenmişti. Haritanın bir
ucu ise Budin Kalesi’nin altındaki eski kuyuya çıkıyordu.
Gece yarısına yakın, Yusuf tek başına kaleye
gitti. Klara’dan haritanın bir kopyasını almıştı. Kuyunun taş halkaları,
rüzgârla birlikte iniltiler gibi sesler çıkarıyordu.
Yusuf halatla aşağı indi. Nefesini tutarak
ilerlediği dar tünelde bir noktada kırık fener parçaları ve yeni yanmış meşale
izleri buldu. Ivan oradaydı. Ya da kısa süre önce geçmişti.
Bir duvarın dibinde, Osmanlı askerlerinin
adlarının yazılı olduğu bir liste buldu. Bir ihanet listesi.
Kuyudan çıktığında sabah olmak üzereydi.
Gözlerinde uykusuzluk değil, kararlılık vardı. Artık bu sadece Budin’in
güvenliği değil, Klara’nın kurtuluşu ve Ivan’ın oyununu bozmak için kişisel bir
savaştı.
Yusuf, Halil Paşa’ya dönerken sadece bir asker
değil, bir gölge avcısıydı artık.
Budin’de sonbahar derinleşiyor, her yaprak bir
sırrı örtüyordu. Ve Yusuf artık düşen her yaprağın sesini duymaya başlamıştı.
Kuyudan yukarı çıkarken Yusuf’un zihni hâlâ
duvarların ardına gizlenmiş sözlerle uğulduyordu. Her bir taş, geçmişte saklı
kalmış bir ihaneti fısıldıyor gibiydi. Haritanın üzerindeki simgeler, onun için
artık sadece işaret değil, yakında patlak verecek bir fırtınanın habercisiydi.
Toprak zemine bastığında yukarıdan süzülen sabah
ışığı, Yusuf’un yüzüne çarptı. Her ne kadar gece boyunca karanlıkta kalmış olsa
da, gözlerinde yeni bir ışık yanıyordu: Gerçek, artık yüzeye çıkmak üzereydi.
Yusuf kaleye döndüğünde Halil Paşa sabırsızlıkla
onu bekliyordu. Gözleri sabahın ilk saatlerindeki gri gökyüzü kadar
kasvetliydi.
“Ne buldun?” diye sordu, sesi hem endişeli hem de
merak doluydu.
Yusuf, haritayı ve bulduğu ihanet listesini önüne
serdi. Halil Paşa kaşlarını çatarak listeye baktı. “Bunlar bizim askerlerimiz…
Ama bunların bazıları yıllardır burada görevde.”
“İşte bu yüzden tehlike büyük,” dedi Yusuf.
“İçeriden bir sızıntı var. Ivan yalnız değil. Budin’in içinden birileri onunla
iş birliği yapıyor.”
Halil Paşa ayağa kalktı, ağır adımlarla pencereye
yürüdü. “Bize yardım eden gölgelerin içinde bile düşmanlar var demek...”
Klara, Yusuf’un kaldığı han odasına sessizce
girdi. Elinde sararmış bir kitap, içinde çocukken sakladığı notlar vardı.
Gözlerinde endişeyle karışık bir kararlılık vardı.
“Yusuf,” dedi, “Ivan’ın planını biliyorum. O
harita, yıllar önce babamın kütüphanesinde defalarca el değiştirdi. Babam
Osmanlı’ya sadıktı, ama bu şehirde sadakat çok uzun sürmez.”
Yusuf ona baktı. “Peki ya sen? Senin sadakatin
nerede?”
Klara bir an durdu. Sonra elindeki kitabı ona
uzattı. “Ben artık bu şehrin geçmişinden değil, geleceğinden yanayım. Ve
seninle bu geleceği savunacağım.”
Yusuf, Klara’nın ellerini tuttu. O an, ikisi de
bir savaşa değil, kaderlerine doğru yürüdüklerini fark etti. Bu aşk, sadece
yasak değildi — aynı zamanda tehlikeli ve belki de kurban vermeden
sürdürülemeyecek kadar gerçekti.
Aynı gece Yusuf’un kaldığı hanın çatısında bir
gölge belirdi. Ellerinde yay, gözlerinde ölüm vardı. Ancak Yusuf hazırlıklıydı.
Klara’yı korumak adına, her geceyi uyanık geçirmişti.
Ok duvara saplandı. Yusuf hızla çatıya fırladı.
Gölgeler arasında kaçan suikastçıyı kovaladı ama adam sokakların karanlığında
kayboldu. Yalnızca gümüş işlemeli bir broş bırakmıştı geride: Ivan’ın amblemi.
Budin’de rüzgâr artık sadece yaprakları değil,
sırları da taşıyordu. Ve Yusuf bu rüzgarın ortasında hem bir asker, hem bir
âşık, hem de bir hedefti.
Yusuf, Halil Paşa’nın gözlerinin derinliğinde
yalnızca bir korku değil, aynı zamanda bir savaşın gizli başlangıcını da
görüyordu. Gözlerinde bu toprakların ruhuna yabancı olmayan bir anlam vardı;
yıllardır savaşı gözlemlerken, düşmanı tanıyordu. Fakat şimdi içerden gelen bir
tehdit, her zamankinden çok daha yakındı. İhanet, çok geçmeden gerçek bir silah
halini alacaktı.
“Eğer bu harita doğruysa, o zaman Ivan’ın planı,
sadece Budin’i değil, Osmanlı'nın bir kısmını tehdit ediyor,” dedi Yusuf,
elleriyle haritayı düzeltirken. “Bütün bu alanın üzerinden bir tür işgal planı
yapılmış. Sadece Ivan ve onun adamları değil, burada Osmanlı'nın içine sızmış
başka düşmanlar da var.”
Halil Paşa sessizce başını salladı. "Bunlar
sadece başlangıç, Yusuf. Bizim hatamız, tehlikeyi erken görmemekti. Şimdi
zamanı geldi, her şey çözülmek zorunda."
Gece yarısı, şehri saran sessizlik arasında,
Klara’nın evinden gelen bir çığlık, Yusuf’un uykusunu bölmüştü. Gözleri kısık
şekilde kapısını araladı, ve hızla dışarıya fırladı. Kalbi hızla atıyordu; bir
şeylerin ters gittiğini hissediyordu. Savaşın çeyrek yüzyılın hatıralarını
taşıyan koridorları, şimdi ona farklı bir tehdit sunuyordu.
Klara’nın evine vardığında, pencereden sızan
ışık, içeriye girmeye çalışan bir silueti gösteriyordu. Bir adım daha atarken,
adımlarını duyan siluet içeriye girmeyi başarmıştı. Yusuf hızla içeri girdi,
tam zamanında! Adamın omzundan elini çekerek, toprağa fırlattı.
Klara, odanın köşesinde korku içinde bağırırken,
Yusuf hemen kollarını sardı. “Sakın korkma, seni korurum.”
Adam birden Yusuf’a dönüp, gözlerini sabırlı bir
şekilde ona dikti. “Bu sadece bir uyarıydı,” dedi. “Bundan sonra hiçbir şeyin
eskisi gibi olmayacak. Ivan’ın planı her geçen gün yaklaşıyor.”
Adam, hızlıca geri çekildi ve pencereden dışarıya
doğru kaçtı. Yusuf, adamın kim olduğunu tam olarak çözebilmiş değildi ama artık
zaman daralıyordu. Geceyi hala sarıp sarmalayan karanlık, Budin’deki sonbaharın
son demlerine şahit oluyordu.
Yusuf, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Klara’yı
güvenli bir yere taşımak zorundaydı. Bu, onların arasındaki bağlılığın daha da
derinleşeceği, aynı zamanda ihanetin de daha net şekil alacağı bir zamandı.
Klara, sessizce başını salladı. “Eğer Budin’de
güvenli bir yer arayacak olursak, Ivan’a tam anlamıyla teslim olmuş oluruz. Bu
şehirde hiçbir şey güvenli değil, Yusuf. Ama seninle birlikte... belki bu
savaşı kazanabiliriz.”
Yusuf, Klara’nın gözlerine baktı. “O zaman her
şey için hazırız,” dedi.
Yusuf ve Klara, az önce duvarları arasında
kaybolan zamanın izlerini silerek yola çıktılar. Budin sokaklarında, adımlarını
hızlandırmışlardı. Her biri kendi içinde bir savaş veriyor gibiydi. İçeriden
gelen bir fırtına vardı; sadece toprakların değil, kalplerinin de savrulmasını
bekleyen bir rüzgar.
Klara, gözlerinde beliren kararlılıkla, “Bunu
birlikte başaracağız,” dedi. “Ama bu şehir, tarihine düşen en büyük ihaneti
daha henüz yaşamadı. Biz de bu tarihe tanıklık edeceğiz.”
Yusuf, Klara’nın söylediklerine sadece başını
sallayarak cevap verdi. Gerçekten de, savaş ve ihanetin sınırlarında giden bu
yolda ikisi de yalnızca geçmişin değil, geleceğin de yükünü taşıyordu.
Bir şehrin tarihi, sırları kadar karanlık
olabilir. Budin, bir kez daha savaşın gölgesinde
yankılandığında, bu iki ruh birbirlerinin içindeki ihanet ve aşkla iç içe
geçmiş bir kaderi keşfedeceklerdi.
Yusuf, Halil Paşa’nın ellerindeki haritaya
odaklanarak, her bir çizginin ve notanın anlamını çözmeye çalıştı. Her şey bir
araya geldiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında sızmaya çalışan bir
düşmanın elinde büyük bir güç vardı. Ama bu sadece bir başlangıçtı; düşman,
sadece toprakları işgal etmekle kalmayacaktı; Osmanlı’nın ruhuna da sızacaktı.
"Bu harita ne zaman elde edildi?" diye
sordu Yusuf, parmakları haritanın kenarlarına dokunarak.
Halil Paşa, Yusuf’a bakarken kaşlarını çatmıştı.
"Birkaç gün önce, İstanbul'dan gelen bir mesajla karşılaştık. Bizim
istihbarat birimimizin gizlice elde ettiği bilgilere göre, Ivan’ın başında
olduğu bir grup, Budin’e yakın bölgelerde Osmanlı topraklarına sızmaya
başlamış. Ama bu plan yalnızca bir başlangıç. Haritada yazanlar, çok daha büyük
bir felaketi işaret ediyor."
Yusuf, bir süre sessizce düşündü. Ivan’ın sadece
bir komutan olmadığını, bir önder olduğunu çok iyi biliyordu. Bu kişi, sadece
askeri bir lider değil, aynı zamanda bir stratejistti. Geriye baktığında,
Ivan’ın oyunlarının yıllarca sürdüğünü, bu oyunların her geçen gün Osmanlı'nın
içine işlediğini fark etti.
"Yani, bu harita, yalnızca Budin’i değil,
İstanbul’u da tehdit ediyor," dedi Yusuf, içindeki karanlık düşünceleri
bir kenara atarak.
Evet, Ivan’ın planları yalnızca Osmanlı’yı değil,
tüm Balkanlar'ı tehdit ediyordu. Yusuf’un içi, önceki yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlı topraklarda gördüğü savaşlar gibi kıpırdamaya
başlamıştı.
Yusuf, hemen oradan ayrılıp, Klara’nın evine
doğru yola çıkmaya karar verdi. Kalbindeki garip duygu, bu sefer farklı bir
tehlikenin habercisiydi. Geceyi yavaşça kucaklarken, aklında Klara vardı. Onun
sırrı, sadece o değil, tüm Budin’i de tehdit ediyordu. Klara, Osmanlı’ya ve
topraklarına ne kadar bağlıydı?
Düşüncelerini bir kenara bırakıp, kısa sürede
Klara’nın evine vardı. Gecenin karanlığına rağmen evde bir hareketlilik vardı.
Bir ses, içeriden dışarıya doğru geliyordu. Yusuf, kapıya yaklaştığında, bir
başka siluet gördü. Yavaşça ilerledi, gölgeler içinde bir iz bırakmadan kapıyı
araladı.
İçeri girdiğinde, Klara, elinde eski bir mektup
tutuyordu. Yüzü solgundu, ama gözlerinde bir kararlılık vardı.
"Klara," diye seslendi Yusuf, dikkatlice yaklaşarak.
Klara, hemen başını çevirdi. "Yusuf,"
dedi, sesindeki titremeyi hissetmemek elde değildi. "Seninle konuşmam
gereken bir şey var. Bu, yalnızca seninle ilgili değil, aynı zamanda senin
sahip olduğun her şeyle ilgili."
Yusuf bir adım daha atarak, Klara’nın yanına
oturdu. "Bana ne olduğunu söylemek zorundasın," dedi.
Klara, derin bir nefes aldı ve mektubu Yusuf’a
uzattı. "Bu, Ivan’ın bizden istediği bir anlaşma. Eğer kabul etmezsek, bu
harita yalnızca bir işaret olur. Ama işin içinde başka bir şey var. Bunu
seninle paylaşmak zorundayım."
Yusuf, Klara’nın gözlerine bakarak, mektubu aldı.
Mektubun içinde yalnızca bir cümle vardı:
"Eğer İstanbul’a gitmezseniz, Budin’i
kaybedeceksiniz."
Klara’nın ellerindeki mektup, Yusuf’un zihninde
yankı yaparken, gözleri kararmıştı. Bu tehdit, bir zamanlar sadece Osmanlı
İmparatorluğu'na değil, tüm Balkanlar'a karşı yapılmış bir planın
göstergesiydi. Ivan’ın oyununu çok iyi biliyordu. Fakat bu, aynı zamanda çok
daha karmaşık bir tuzaktı. Ve bu tuzak, her ikisini de içine çekecekti.
Klara, Yusuf’a döndü. "İstanbul’a gitmek
zorundayız, Yusuf. Ama bu yolculuk, bizden başka birini de hedef alıyor."
Yusuf, kafasında planlar kurarak düşündü. "O
zaman bu yolculuğa başlıyoruz. Ama biz sadece İstanbul’a değil, Ivan’ın planına
karşı bir adım atacağız."
Budin’in zeytin ağaçları arasında geceyi saran
rüzgar, her geçen dakika daha güçlü esmeye başlamıştı. Osmanlı’nın en karanlık
zamanlarında, bir yolculuk başlamıştı. Bu yolculuk, yalnızca bir şehrin değil,
kalplerin de kaderini belirleyecekti.
Yusuf, Klara’nın uzattığı mektubu dikkatlice
inceledi. Bu kısa ama çarpıcı mesaj, ona yalnızca tehdit değil, aynı zamanda
bir çıkış yolunun da ipuçlarını veriyordu. "İstanbul’a gitmek
zorundayız" cümlesi, kalbinde bir korku dalgası uyandırsa da, bu
yolculukta başlarına ne geleceğini de bilmek istemiyordu.
Klara’nın yüzüne baktığında, gözlerindeki korkuyu
ve aynı zamanda kararlılığı fark etti. Klara, sadece bu mektubun getirdiği
korkuyu değil, yıllardır sakladığı başka bir sırrı da içinde taşıyor gibiydi.
Yusuf, Klara’ya yaklaşarak, derin bir nefes aldı.
"Bu, sadece seninle değil, tüm Osmanlı ile
ilgili bir şey, değil mi?" dedi Yusuf, sesinde belirgin bir tedirginlik
vardı.
Klara, başını sallayarak, gözlerini kaçırdı.
"Evet, ama aynı zamanda seninle ilgili de... Bir yalan var Yusuf, bir
yalan var ve sen buna inandın." Klara'nın sesi titriyordu. Yusuf’a bir
şeyler söylemek istiyordu ama ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Yusuf, adımını duyduğunda, Klara'nın gözlerinde
değişen bir şeyi fark etti. "Ne demek istiyorsun, Klara? Neden bu kadar
temkinlisin?"
Klara, bir süre sessiz kaldı. Nihayetinde, derin
bir nefes alarak başını eğdi ve sözlerine başladı. "Yusuf, seni bu kadar
sevmenin tehlikeli olduğunu bildiğim için uzak durdum. Ama her geçen gün, seni
daha fazla seviyorum. Sadece seni değil, aynı zamanda senin halkını da
tehlikeye atıyorum."
Yusuf’un kalbi hızla çarpmaya başladı.
"Seninle olmak bir tehlike mi?" diye mırıldandı. Ancak Klara'nın
kararsız bakışları ona farklı bir cevabın ipucunu veriyordu.
"Bu yolculuk, yalnızca seni değil,
Osmanlı’yı da tehdit ediyor. Ivan, senin geçmişini, seni nasıl sevdiğimi
biliyor ve bunu benim aleyhime kullanabilir. Benimle İstanbul’a gitmen, hem
seni hem de tüm sevdiklerini tehlikeye atıyor." Klara'nın sesi yavaşça,
ama kesik kesik yükseldi.
Yusuf’un kafasında düşünceler birbirine karıştı.
Klara'nın söylediği her kelime, onu derinden sarsıyordu. "Peki ne
yapmalıyız?" diye sordu, sesi alçak bir tonda ama kararlıydı.
Klara, elini masanın üzerindeki eski haritanın
üstüne koydu. "Bu harita, sadece Budin'i değil, İstanbul'u da tehdit eden
bir yol haritası. Bunu çözmek ve Ivan’ın oyununu durdurmak için birlikte
hareket etmeliyiz."
Yusuf ve Klara, sabahın erken saatlerinde,
İstanbul’a gitmek üzere yola çıkmaya karar verdiler. İstanbul, Osmanlı’nın
kalbi, aynı zamanda tehlikenin de en yüksek olduğu yerdi. Ancak bu yolculuk,
onların sadece şehirleri değil, kalpleri arasındaki mesafeyi de daraltacaktı.
Yusuf, İstanbul’a doğru ilerlerken, etrafındaki
manzaradan koparak, Klara'nın yanındaki sessizliğe dikkatini verdi.
Aralarındaki bağ giderek güçleniyordu, ama bu bağın bir o kadar da tehlikeli
olduğunu ikisi de biliyordu.
Yolculuk sırasında Klara, bir an durakladı ve
Yusuf’a döndü. "Yusuf," dedi, "bu yolculuk, bizim için sadece
bir başlangıç. Ivan’ın ve onun peşinden gelenlerin tehdidi giderek büyüyecek.
Ama biz bu yolculukta yalnızca birbirimize güvenerek ilerleyebiliriz."
Yusuf, Klara'ya bakarak, ona gülümsedi. "Ve
seninle, hiç yalnız olmayacağım."
Gözlerinde bir parıltı belirdi, ama bu parıltı,
aynı zamanda tehlikenin ve gerilimin bir işaretiydi. Ne kadar birbirlerine
yakın olsalar da, yolculuk boyunca her adım, onlar için daha büyük bir risk
taşıyordu.
İstanbul’a yaklaştıklarında, şehri çevreleyen
surlar, her zaman olduğu gibi kudretli ve görkemli görünüyordu. Fakat, bu sefer
surların ardındaki dünya çok farklıydı. Yavaşça ilerlediler, zaman zaman
İstanbul’un sokaklarında gizli bir tehlike gibi geziyorlardı. İstihbarat
raporlarına göre, Ivan’ın adamları, İstanbul’daki her hareketi izliyordu. Ve
şimdi, bir gölge gibi peşlerinden geliyorlardı.
Klara, Yusuf’un yanına yaklaştığında, sessiz bir
şekilde sordu: "Bizi izliyorlar, değil mi?"
Yusuf, içini çekerek cevap verdi. "Evet, ama
daha büyük bir tehlike var. Ivan’ın adamları, bu şehri karıştırmak istiyorlar
ve biz bu karışıklığın ortasında kalabiliriz."
İstanbul'un karanlık gece ışıkları, her bir köşe
başında daha fazla gizem barındırıyordu. Bütün bunlar, onları daha da
zorlayacak, fakat sadece birbirlerine olan güvenleriyle bu zorlu yolda
ilerleyeceklerdi.
Klara ve Yusuf'un duygusal bağları daha da
derinleşecek. Ancak, onları bekleyen büyük bir ihanet ve zorlu engeller var. Bu
yolculuk, onların sadece birbirlerini değil, Osmanlı’nın kaderini de
şekillendirecek.
Yusuf ve Klara, İstanbul’a yaklaştıkça gerilim
her adımda artıyordu. Yavaşça, ama dikkatli adımlarla yürüdüler. Şehirdeki dar
sokaklar, onların hareketlerini izleyen gözlerden saklanmak için ideal bir
yerdi. Ancak her köşe, her duvar ardında, onları bekleyen yeni bir tehlike
vardı.
Bir akşam, karanlık çökmeden önce, Yusuf ve
Klara, İstanbul’a girmeden önceki son noktada, küçük bir hanın içinde bir araya
geldiler. Burada, biraz dinlenmeye ve durumlarını gözden geçirmeye karar
verdiler.
Han, şehrin dışında yer alan terkedilmiş bir
yapının içinde bulunuyordu. Duvarda eski resimler, halıların yerini almış
yırtık döşemeler ve loş bir ışık ortamı yaratıyordu. O an, her şey sanki bir
hayal gibi geldi. Yavaşça içeri girdiler ve masaya oturdular.
Klara, gözleriyle haritayı izlerken, derin bir
nefes aldı. "Yusuf," dedi, sesi alçak ve ciddi, "Burada, bizim
her hareketimizi izliyorlar. Eğer bir adım daha atarsak, sadece kendi
hayatımızı değil, Osmanlı’yı da tehlikeye atmış oluruz."
Yusuf, başını sallayarak, Klara’nın sözlerine
onay verdi. "Evet, ama biz burada durursak, Ivan’ın oyununa da teslim
oluruz. Eğer bir şey yapmazsak, her şey kaybolacak."
Klara, gözlerini tavana çevirdi ve bir süre
sessiz kaldı. Ardından, haritayı masanın ortasına koydu ve parmaklarıyla birkaç
noktayı işaret etti. "Bunlar, Ivan’ın planlarının geçtiği noktalar.
Bunları takip edebiliriz, ama çok dikkatli olmalıyız. Bu harita, sadece bir
yolculuk değil, aynı zamanda bir tuzak."
Yusuf, haritaya göz attı. Her şey, bu yolculuğun
ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Klara’nın yanındaki bu
belirsizlik, onu sürekli bir korku içinde tutuyordu. Fakat bir şey vardı ki, bu
yolculuk ona her geçen gün daha da çekici geliyordu. Klara’ya duyduğu güven ve
ondan gelen gizemli cazibe, onu adeta bu yola çekiyordu.
"Seninle olmasaydım, belki de bu kadar cesur
olamazdım," dedi Yusuf, Klara’ya dönerek. Klara, bir an sessiz kaldı,
sonra gülümsedi.
"Cesaret, bazen yalnızca seni seven birinin
yanında olmakla bulunur," dedi, sesi yumuşayarak. "Ama yine de her
adımımızı iki kere düşünmeliyiz."
Gece ilerledikçe, dışarıdaki sesler giderek
azaldı ve yalnızca hüzünlü rüzgarın uğultusu duyulmaya başladı. Klara ve Yusuf,
ne kadar kaybedeceklerini biliyorlardı; fakat, birbirlerine güvenerek, her
geçen gün daha da güçleniyorlardı.
İstanbul’a girmek üzere olduklarında, Klara ve
Yusuf, yer altı geçitlerinden birinde geçiyorlardı. Sadece birkaç saat önce,
şehre girmek için kaçış noktalarını belirlemiş ve Ivan’ın adamlarının şehri
denetleyerek her hareketi izlediğini öğrenmişlerdi.
Yusuf, gözlerini kısarak, ilerleyen karanlıkta
bir gölge fark etti. Hemen Klara’yı tutarak durdu. "Birileri var,"
diye fısıldadı.
Klara, Yusuf’un arkasına geçerek dikkatle çevreyi
gözlemeye başladı. Birkaç figür, gözden kaybolan bir siluetin peşinden
koşuyordu. Onların varlığı, şehirdeki karanlık hareketliliği iyice gözler önüne
seriyordu. Klara, hızla Yusuf’a döndü. "Çabuk, şuradaki dükkanın arkasına
geçmeliyiz!"
İkili, dar bir sokaktan geçerken, kasvetli
atmosfer daha da yoğunlaştı. "Eğer bu sokaktan çıkarsak," dedi Klara,
"çok büyük bir tehlikeye girmiş olacağız. Ama tek şansımız bu."
Yusuf, onun elini sıkarak, "Seninle her şeye
varım," dedi. Klara, kararsız bir şekilde gülümsedi ama derinlerde bir
korku vardı.
Yusuf ve Klara, dükkanın arkasına geçerken,
İstanbul’un kalabalık sokakları onları bir anlık kaybolmuş gibi yaptı. Ancak
her şeyin ne kadar geç olduğunu fark edemediler. Bir anda, en büyük tehditlerin
içindeydiler.
Klara ve Yusuf’un karşılaştığı tehlikeler ve
birbirlerine olan güvenleri, onları başka bir dünyaya çekiyor. İstanbul’un
karanlık sokaklarında hayatta kalmak için hem fiziksel hem de duygusal bir
savaş vereceklerdir.
Yusuf ve Klara, dükkanın arkasına gizlenip bir
süre nefeslerini tuttular. Sokakta kimse yoktu, ama İstanbul’un karanlık
sokaklarında sessizlik aldatıcıydı. Her an her şeyin değişebileceğini
biliyorlardı. Klara, elini Yusuf’un omzuna koyarak düşük sesle konuştu:
“Bizi izliyorlar. Bizi bulmadan önce bir çıkış
yolu bulmalıyız.”
Yusuf, başını sallayarak, “Beni takip et, Klara.
Sadece sesini çıkarma,” diyerek onu kendine daha yakın tuttu.
İkili, karanlık sokakta ilerlemeye devam ettiler.
Birkaç adım atmışlardı ki, birden karşılarına çıkan gölgeler onları durdurdu.
Gözleri karanlıkta parlayan figürler, izlerini takip eden adamlardı. Klara ve
Yusuf, bir anlık korku içinde birbirlerine bakarak geri adım attılar.
Ama kaçacak yer yoktu.
“Buradan kurtulmak için başka bir yol var mı?”
diye sordu Yusuf, paniği gizlemeye çalışarak.
Klara, sessizce düşündü. “Evet, bir yol var ama
çok tehlikeli. Eğer yakalanırsak… bu işin sonu olur.”
Yusuf, gergin bir şekilde omuzlarını silkeleyerek
başını salladı. “O zaman başka seçeneğimiz yok. Gitmeliyiz.”
Klara, derin bir nefes aldı ve Yusuf’un gözlerine
baktı. “Peki. Ama seninle olmak… Bu yolculuk, bizi daha da yakınlaştırıyor.
Yaşadıklarımız, her şeyin ötesinde.”
Yusuf’un kalbi, Klara’nın sözleriyle hızlandı.
Ama şimdi, kalbinin değil, aklının devreye girmesi gerektiğini biliyordu.
Hemen döndüler ve dar bir geçide yöneldiler.
Geçidin sonunda eski taşlardan yapılmış bir merdiven vardı. Klara, merdivenlere
bakarak derin bir iç çekti. “Burası, bizi çok uzaklara götürebilir. Ama belki
de tek yol bu.”
Yusuf, Klara’yı biraz daha yakından tutarak
merdivenleri inmeye başladılar. Arkalarındaki gölgeler, adımlarını takip
ediyordu. Ama ikili, her ne olursa olsun, bir kez daha İstanbul’un karanlık
sokaklarında kaybolmayı başarmışlardı.
Merdivenler, derinlere indikçe havanın daha da
soğuduğunu hissettiler. Klara, vücudunu titreyerek Yusuf’a yaklaştı.
“Neredeyiz? Bu yer… Burada kimse yok,” dedi.
Yusuf, sessizce başını sallayarak, “Bu yer,
Osmanlı’nın en eski yer altı yollarından biri. Ancak güvenli olacağını
düşünmüyorum. Ama buradan çıkmanın başka yolu yok.”
Klara, adımlarını hızlandırdı. “Beni koruyacak
mısın?” diye sordu, gözlerinde belirsizlik vardı.
Yusuf, onu sıkıca tutarak, “Sonsuza kadar.”
Bir süre sonra, yer altı geçitlerinin içinde
ilerlerken, aniden bir kapı karşıladılar. Kapı, yıllar boyu kapanmış gibi
kararmış ve terk edilmiş görünüyordu. Yusuf, kapıyı dikkatle açarak içeriye
adım attı. Odaya girdiklerinde, karanlıkla sarılmış bir yeraltı odasıyla
karşılaştılar.
Yusuf, odanın köşesine ilerlerken bir masa buldu.
Masanın üzerinde eski, sararmış bir kağıt vardı. Harita, başka bir yeri işaret
ediyordu. Klara, dikkatlice kağıda bakarak, "Bu harita… Bu, Ivan’ın gizli
planlarının bir parçası olmalı," dedi.
Yusuf, haritayı dikkatlice inceledi ve gözleri,
haritanın köşesine işaret edilen yere takıldı. "Bu, gerçekten çok
tehlikeli bir oyun. Ama yapacak bir şey yok. Bizim doğru yoldan gitmemiz
gerekiyor."
Klara, haritayı eline alarak, “Evet, ama önce
buradan nasıl çıkacağımızı bulmalıyız. Eğer buradan çıkamazsak, planlarımız
tamamen çökecek.”
Yusuf, bir an duraksadı ve gözleri karanlık odada
bir yerlere odaklandı. O an, sanki geçmişten bir ses yankılandı. Karanlık, her
adımda daha da derinleşiyordu.
Yusuf ve
Klara, İstanbul’un karanlık yer altı yollarına adım attıkça, düşmanlarını
geride bırakmaya çalışacaklar. Ancak, her adımda daha tehlikeli bir yere doğru
ilerliyorlar. Ve Ivan’ın gizli planlarının ne kadar derin olduğunu keşfettikçe,
bir çıkış yolu arayacaklardır.
Yusuf ve Klara, haritanın işaret ettiği noktaya
daha da yaklaşırken, gizemli bir sessizlik sardı çevrelerini. Yavaşça
ilerlediler, her adımda karanlık daha da derinleşiyor, odada ağır bir hava
vardı. Klara’nın elleri hafifçe titrerken, Yusuf’un bakışları karanlığın içine
daldı. Bir tehdit, yakınlarındaydı ama nerede olduğunu bilemiyorlardı.
Yusuf, duvarlara dikkatlice bakarak ilerledi.
"Duvarda gizli bir mekanizma olabilir," dedi, sesindeki kararlılıkla.
"Bu yerin eski olduğuna göre, pek çok gizli geçit barındırıyor
olabilir."
Klara, gözlerini duvarlardan ayırmadan, “Burası
bir tuzak gibi. Eğer yakalanırsak, bu gizli yol, bizi hiç de iyi bir sonuca
götürmez,” dedi ve derin bir nefes alarak yürümeye devam etti.
Yusuf, haritayı tekrar kontrol ederken, birden
bir gıcırtı sesi duyuldu. Hızla dönüp, kapının yanındaki taşlardan birinin
hareket ettiğini fark etti. Klara, korkuyla geri adım attı.
"Ne yapacağız?" diye sordu, sesi
hafifçe titreyerek.
Yusuf, Klara'ya güven verici bir bakış atarak,
“Saklanmalıyız. Bu bizim için bir fırsat olabilir. Bizi görmesinler,” dedi ve
onları bir köşeye çekerek gizlendi.
Az önce hareket eden taş, şimdi tamamen yerinden
çıkmıştı ve arkasından karanlık bir koridor daha görünüyordu. Birkaç adam,
sessizce içeri girdi. Yusuf ve Klara, her adımı dikkatle izleyerek, sabırla
beklediler.
Bir süre sonra, adamlar geçtikten sonra Yusuf,
Klara’ya fısıldayarak, "Şimdi harekete geçmeliyiz," dedi. “Eğer
izlemeye devam ederlerse, her şey daha da zorlaşır.”
Klara, sessizce başını sallayarak, "Bu kadar
yaklaştık ve hiçbir şeyin bizi durdurmasına izin vermemeliyiz," dedi.
Yavaşça ilerlerken, geçitte, eski taşlardan
yapılmış bir kapı buldular. Kapı, oldukça büyük ve eskiydi; içeriye giren kimse
olmamış gibiydi. Yusuf, kapıyı iterek açtı ve içerisi loş bir ışıkla dolmuştu.
Odaya adım attıklarında, iki kişinin daha önceden burada olduğunu fark ettiler.
Ancak kimse yoktu. Gerçekten de, bu oda çok uzun zaman boyunca terkedilmiş
görünüyordu.
Yusuf, odadaki masanın üzerinde eski bir sandık
buldu. Sandığı açtığında, içindeki kağıtlar eski, sararmış ve neredeyse
silinmişti. Klara, sandığı dikkatle inceledi.
“Bu notlar, Ivan’ın planlarını detaylıca
anlatıyor. Ama işin içinde başka bir şey daha var,” dedi Klara, bir kağıdı
dikkatle okuyarak. “Bu harita, sadece İstanbul’u değil, başka şehirleri de
kapsıyor. Ve bu harita, İstanbul’un fethi için yapılacak son hamleyi işaret
ediyor.”
Yusuf, gözlerini kağıttan ayırmadan, “O zaman bu
planın sonunda, her şey değişecek,” dedi. "Fetih, sadece İstanbul’u değil,
bizleri de içine alacak bir ihanete yol açacak.”
Klara, bir an duraksadı ve gözleri hüsranla
doldu. “Evet, ama hala bir şansımız olabilir. Bir yol bulmalıyız, Yusuf.”
Yusuf ve Klara, İstanbul’un derinliklerine
gömülmüş bu sırrı çözmeye karar verirler. Ancak her adımda daha büyük bir
tehdit, hem birbirlerini hem de şehirdeki tüm düzeni tehdit eder.
📖 Hikayeye Devam Et
Berdel: Sonsuz Dönüşüm adlı romanımızın 9. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder