
Ormanın kalbinde, sisin içinden zar zor
seçilebilen antik bir taş yapı belirdi. Kayalar yosun tutmuş, rüzgârın ve
zamanın aşındırdığı sütunlar arasından sızan ışık, binlerce yılın sırlarını
fısıldar gibiydi. Elara, Ayra ve Kael adımlarını yavaşlattı. Sanki bir eşikten
geçmek üzerelerdi; yalnızca mekânsal değil, zamansal bir eşik.
Ayra’nın parmakları bir taş levhaya dokundu.
“Bu yazıtlar... bizim alfabemiz değil,” dedi fısıltıyla. Elara eğilip daha
yakından baktı. Harfler, neredeyse titreşiyor gibiydi. Onlara bakan her göz,
farklı anlamlar görüyordu. Kael, başını iki yana sallayarak geri çekildi. “Bu,
bilinen hiçbir dile ait değil. Burası... zamanın kırıldığı yer olmalı.”
Bir an için her şey sustu. Orman rüzgârı durdu,
yapraklar kımıldamadı, kuşlar ötmedi. Zaman durmuş gibiydi. Elara gözlerini
kapadı. İçinde, o tanıdık çağrıyı duydu. Bir melodinin yankısı gibi, uzak ama
belirgin. “Bizi buraya getiren ses,” dedi. “O burada. Bu yapının içinde bir
yerde.”
İçeri girdiklerinde karanlık onları yuttu.
Ancak taş duvarlardan yayılan soluk bir mavi parıltı yollarını aydınlatıyordu.
Duvarlarda işlenmiş kabartmalar, geçmişin görüntülerini sunuyordu onlara: İlk
koruyucular, zaman yolcuları, kehanetler... ve bir çocuğun doğumu. O çocuk
Elara’ya çok benziyordu.
Ayra, titreyen sesiyle, “Bu sen misin?” diye
sordu.
Elara cevap veremedi. Gözleri yaşlarla
dolmuştu. Görüntü birden değişti: Ormanın yanışı, ağaçların çığlıkları,
gökyüzünün yırtılması. Ve ardından üç figürün, yani onların, ormanın kalbine
yürüyüşü.
“Biz bu döngünün parçasıyız,” dedi Kael. “Bu
yolculuk sadece bizim kaderimiz değil. Bu, ormanın kaderi.”
Yol onları yapının merkezine götürdü. Yuvarlak
bir salonda, ortasında dönen bir kristal küre vardı. İçinde zamanın akışı
görünüyordu: geçmiş, şimdi ve gelecek aynı anda hareket ediyordu. Elara
yaklaştı. Parmaklarını küreye uzattığında, bir anlığına her şey durdu. Gözleri
kapandı ve ruhu başka bir yere sürüklendi.
Kendini bir vadide gördü. Vadi çiçeklerle
kaplıydı. Ağaçlar fısıldıyor, gökyüzü gülümsüyordu. Ve orada, taşlar üzerine
çizilmiş kehaneti okudu:
“Bir kalp üç bedene bölünür, orman uyanır,
zaman kırılır. Sona ulaşan, başlangıcı bulur.”
Geri döndüğünde gözleri parlıyordu. “Anladım,”
dedi. “Bu yolculuk bizi bir sona değil, bir başlangıca götürüyor. Zamanın
başlangıcına. Orman’ı korumanın yolu, onun doğduğu yere dönmek.”
Kael ve Ayra sessizdi. Hepsi içsel olarak bunun
son adıma yaklaştığını hissediyordu. Ama asıl soru hâlâ yanıtsızdı: Orman
doğarken ne olmuştu? Ve Elara gerçekten kimdi?
O an kristal küre çatladı. Sarsıntılar salonu
doldurdu. Tavan çatladı, ışık sütunları gökten indi. Bir ses, kulaklarının
içinden değil, zihinlerinin derinliklerinden yankılandı:
“Zaman çözüldü. Seçim yapılmalı.”
Üçü birbirine baktı. Korku, kararlılık ve
sevgiyle. Çünkü artık dönüş yoktu. Ve belki de ilk kez, kader ellerindeydi.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk Bölüm 40: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder