Güneşin ilk ışıkları ormanın en yüksek
ağaçlarının arasından süzülürken, Lina’nın yüzüne hafifçe değdi. Toprağın nemli
kokusu ve yaprakların üzerindeki çiğ damlalarının parıltısı, geceden kalan
büyüyü hâlâ canlı tutuyordu. Uyandığında yanındaki taşın üstünde bir tüy buldu;
bembeyaz, ipeksi ve neredeyse ışık saçan bir tüy. Bunun, Ruh Kuşu’na ait
olduğuna emindi. Kalbinin derinliklerinde bir yerlerde, artık her şeyin sona
yaklaştığını hissediyordu.
Zaros ve Mirna çoktan uyanmış, kampın
çevresinde nöbet tutmuşlardı. Ancak bu sabah, her zamankinden daha sessiz ve
gergindiler. Çünkü o gün, Ebedi Gölge’ye varacaklardı. Ormanın en karanlık, en
kadim ve en korunaksız bölgesine... Yüzyıllar boyunca hiçbir canlının
çıkamadığı derin vadilere, sisli yarıklara ve konuşan taşlara.
Yola koyulduklarında, ormanın tonu değişti.
Kuşlar artık ötmez oldu, rüzgar ise yönünü şaşırmış gibiydi. Ağaçların
kabukları üzerindeki eski simgeler, parlamaya başladı. Lina, bunların Kehanet
Yazıtları olduğunu fark etti. Mirna, bu yazıtları yüksek sesle okurken ormanın
kendisi bile kulak kesilmişti. Her kelime, çevrelerindeki taşlara yankılanıyor,
zamanın dokusuna işleniyordu.
Ebedi Gölge Vadisi’ne vardıklarında her şey
durmuş gibiydi. Rüzgar esmez, nehir akmaz, yapraklar düşmez olmuştu. Zaros yere
diz çöktü. "Burası zamanın kıvrıldığı yer," dedi. "Burası,
kaderin kendisiyle yüzleştiği sınırdır."
Vadiye girdiklerinde, gölgeler kendi içlerinde
kıpırdamaya başladı. Her biri, içlerinden birinin geçmişinden gelen bir
hatırayı temsil ediyordu. Lina’nın karşısına annesi çıktı. Ama canlı değil;
hayal gibi bir suret. Gözleri boş, sesi yankıdan ibaretti: "Gerçeği
görmeye hazır mısın, Lina?"
Lina’nın adımları ağırlaştı. Her adımda,
geçmişiyle yüzleşiyor, kendisini yıllar boyunca koruyan maskelerin yavaş yavaş
kırıldığını hissediyordu. Mirna da aynı şekilde, kaybettiği ikiz kardeşini
görmeye başladı. Onu sonsuzlukta kaybetmişti ama şimdi burada, gölgenin içinde
onunla yeniden konuşabiliyordu. Gözyaşları içinde, yıllardır bastırdığı
suçluluk duygusunu serbest bıraktı.
Zaros’un ise gölgesi bile farklıydı. Çünkü onun
geçmişi, bin yıllık bir sırrın parçasıydı. O, sadece bir rehber değil; Ormanın
ilk muhafızlarının son varisiydi. Gölgeler ona karşı düşmanca yaklaştı, çünkü
o, bir zamanlar ormanın dengesi bozulduğunda sırtını dönmüştü. Ancak bu kez
kaçmayacaktı. Kılıcını toprağa sapladı ve gölgelerle yüzleşti.
Vadi’nin merkezine geldiklerinde bir taş sunak
yükseliyordu. Bu sunağın etrafı, binlerce küçük tılsımla çevriliydi. Ortasında,
Ruh Kuşu’nun altın tüylerinden yapılmış bir miğfer vardı. Bu, efsaneye göre
Ormanın Hafızası’nı taşıyandı. Lina, titreyen elleriyle miğferi başına
geçirdiğinde, gözleri bir anda beyazlaştı ve tüm geçmiş, şimdi ve gelecek tek
bir çizgiye dönüştü.
Lina artık yalnızca bir arayıcı değildi. O,
Ormanın Sözcüsü olmuştu. Ağaçların ruhları, taşların sesleri, yıldızların
yankısı onun içinde konuşmaya başladı. Gözlerini açtığında, vadideki gölgeler
bir bir dağılmaya başlamış, karanlık yerini ışığa bırakmıştı.
Ancak bir tehlike hâlâ sürüyordu. Vadi
aydınlandıkça, alt katmanlardan bir şeyler kıpırdamaya başladı. Binlerce yıldır
zincirlenmiş olan İlk Gölgeler, uyanıyordu. Onlar, ormanı yok eden ilk lanetin
taşıyıcılarıydı. Ruh Kuşu’nun tüyleriyle Lina’nın elde ettiği güç, sadece
gölgeleri temizlemekle kalmamış, aynı zamanda zincirleri de zayıflatmıştı.
Zaros kılıcını eline aldı. “Henüz bitmedi,”
dedi. “Gerçek savaş, şimdi başlıyor.”
Mirna, büyülü asasını ışıkla doldurdu. “Kendi
geçmişimize meydan okuduk. Şimdi, ormanın geleceği için savaşacağız.”
Lina başını göğe kaldırdı. Gökyüzü, ilk kez
tamamen açıktı. Ve yıldızlar, konuşuyordu. Çünkü ormanın kaderi artık onların
elindeydi — ve gölgeler, son bir kez daha yükselecekti.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 45 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder