
Gökyüzü, puslu bir sessizlikle örtülmüş,
yıldızlar geceyi terk ederken ormanın üzerini gri bir perde kaplamıştı. Elara
ve Kael, Zaman Kuyusu'nun etrafında diz çökmüş, eski haritanın kadim
desenlerini çözmeye çalışıyorlardı.
Harita, zamanın farklı katmanlarına açılan
geçitlerin sembollerini taşıyor, ama hangisinin nereye çıktığını kestirmek
imkânsız görünüyordu. Elara’nın gözleri bir noktaya takıldı: sonsuzluk
işaretinin çevresinde kıvrılan bir yılan figürü. Bu sembol, zamanın kendi
kuyruğunu yutan yapısını mı anlatıyordu?
Kael’in parmakları haritanın kenarındaki
yazılarda gezindi. Yazılar, Antari halkının kadim dilindeydi ama büyüyle
oyulmuşlardı. “Geçmişin izini sürmek, geleceğe saplanan bıçağı görmek gibidir,”
diye fısıldadı Kael. Elara, bu sözlerin anlamını düşünürken, haritanın
merkezindeki kristal damarın ışıldadığını fark etti. Işık yayılıyor, yavaşça
havaya yükseliyordu. Aniden haritanın üstüne çöken karanlık, bir gölge gibi
yükseldi ve etraflarını saran alan titremeye başladı.
Zaman kayması başlamıştı.
Birden orman kayboldu. Yerine sisli bir ova ve
kıvrımlı bir nehir çıktı. Elara’nın gözleri önünde değişen manzara, bir zaman
çarkı gibi dönüyordu. Kael’le birlikte ayakta durmaya çalışırken, zemin
ayaklarının altından çekiliyor gibiydi. Sonunda sabit bir ana vardılar.
Gözlerini açtıklarında karşılarında yaşlı bir adam duruyordu: gözleri yıldız
tozu gibi parlayan, pelerinine yapraklar işlemiş bir varlık.
“Ben, Zaman Bekçisi Varnor,” dedi adam, sesi
derinlerden gelen bir yankı gibiydi. “Beni çağıran harita sizdeyse, artık
geçmişe gidebilir ama bedelini ödemeden dönemezsiniz.”
Elara öne çıktı. “Bize Nirelia’nın doğumunu
gösterebilir misiniz? O zamanın kökenlerini, bu savaşın nedenlerini bilmek
istiyoruz.”
Varnor başını salladı. Asasını yere vurduğunda
etraflarında parlayan bir küre oluştu. Küre onları içine çektiğinde Elara,
kendisini yüzlerce yıl öncesinde buldu. Henüz orman bile doğmamıştı. Sadece
boşluk, rüzgâr ve ilk ışığın titreşimi vardı. Birden gökyüzünden bir kıvılcım
düştü toprağa. Bu kıvılcım, Nirelia’nın özünü taşıyordu: ışıkla karanlığın ilk
karşılaşmasından doğan bir canlı.
Elara’nın kalbi hızla çarpıyordu. Gördüğü şey,
Nirelia’nın yalnızca bir yer olmadığını, yaşayan bir bilinç olduğunu
anlatıyordu. Kökler zamanla toprağa yayıldı, rüzgâr ağaçlara dönüştü ve
gölgeler canlılara hayat verdi. Ama her doğumun içinde bir çöküş tohumu da
vardı. Işıkla birlikte düşen başka bir parça daha vardı: karanlık bir öz.
Nirelia’nın içine sızmış, bekleyen bir felaketti bu.
Kael’in sesi Elara’nın kulağında çınladı:
“Gördün mü? Nirelia’nın kalbinde ikilik var. O karanlık, şimdi geri dönüyor.”
Görüntü bir anda dağıldı. Elara ve Kael yeniden
Zaman Kuyusu’nun başında buldular kendilerini. Ama bu kez yalnız değildiler.
Harita hâlâ ışıldarken, ormanın derinliklerinden gelen ayak sesleri büyüyordu.
Varnor’un sesi rüzgarla birlikte tekrar duyuldu: “Siz artık zamanı kırdınız.
Artık peşinizde olanlar sadece insanlar değil.”
Gökyüzü aniden karardı. Ağaçlar titredi. Ve
Zaman Kapısı aralandı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 47 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder