
Ormanın koynunda geçen her saat, doğanın
diliyle konuşan bir sır daha fısıldıyordu kulaklara. Gökyüzü, yaprakların
arasından sızan soluk ışıklarla geceye hazırlanırken, Lina'nın yüreği,
karşılaştıkları büyülü varlıkların etkisiyle hâlâ çarpıyordu. Kimi zaman sesini
bastırmaya çalışıyor, kimi zaman içindeki sezgilere kulak veriyordu. Çünkü
artık bildiği bir şey vardı: Bu orman, sadece ağaçlardan, kuşlardan ve
rüzgârdan ibaret değildi. Burası, geçmişin yankılarının geleceğe doğru yürüdüğü
yaşayan bir varlıktı.
Tarihin unutulmuş harfleri gibi yerde yatan
taşlar, sembollerle kaplıydı. Her biri, farklı bir zaman diliminden izler
taşıyordu. Yüzyıllardır kimsenin geçmediği patikalardan yürürken, Ayverdi’nin
gözleri hep uyanıktı. Elindeki eski haritayı defalarca kontrol etse de içinden
bir ses, artık pusulaların değil, kalbin yön göstereceğini söylüyordu.
Onların ardından yürüyen sessiz gölgeler de
vardı. Kim oldukları belli değildi ama ayak sesleri bile çıkmıyordu. Sadece
çalılıkların hafif titreyişiyle fark ediliyordu varlıkları. Belki de ormanın
ruhuydu bu, belki de çok daha eski bir lanetin bekçileri.
Lina, birden olduğu yerde durdu. Karşısında,
gövdesi tamamen yosunlarla kaplı, dalları gökyüzüne dua eder gibi uzanan devasa
bir ağaç vardı. Gözleri büyüdü. Bu ağacı eski tabletlerde okumuştu;
“Görülmeyenler Ağacı” olarak adlandırılıyordu. Efsaneye göre bu ağaç, bir
zamanlar ormana ayak basan ilk bilgenin gözyaşlarıyla büyümüştü ve yalnızca
kalbinde gerçek niyeti taşıyanlar tarafından görülebilirdi.
Ayverdi yaklaştı, dikkatle baktı. “Görüyor
musun?” diye sordu Lina’ya. Cevap sessizlikti. Çünkü Ayverdi, ağacı görmüyordu.
Bu durum, Lina’nın içine tuhaf bir gölge düşürdü. Her şeyin merkezinde artık
yalnızca kendisinin olduğunu hissetti. Belki de bu yolculuğun nihai anahtarıydı
o.
Ağacın gövdesine yaklaştığında bir fısıltı
duydu:
“Her adım, bir sır… Her sır, bir bedel…”
Bu ses dışarıdan değil, doğrudan zihnine
akıyordu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ruhunda bir titreşim
oluştu. Bir zamanlar dedesi tarafından anlatılan efsanelerin sadece masal
olmadığını anlamıştı.
O sırada arkalarında bir hışırtı yükseldi.
Gölge Yolcuları ortaya çıktı. Yüzleri yoktu, gözleri yoktu ama siluetleri
vardı. Ne canlı ne de ölüydüler. Var oluşları, ormanın denge yasasının bir
parçasıydı. Ne konuşurlar, ne dokunurlardı ama ormandaki düzenin bozulduğunu
hissettiklerinde ortaya çıkarlardı.
Ayverdi hemen Lina’nın önüne geçti. “Sakın
konuşma,” dedi fısıltıyla. “Bunlar sözcüklere değil, niyetlere karşılık verir.”
Gölge Yolcuları bir süre sessizce bekledi.
Ardından biri Lina’ya yaklaştı. Elinde parlayan, taş işlemeli bir küre vardı.
Küre, Lina’nın kalbine doğru süzüldü ve orada asılı kaldı. Lina’nın zihni
aniden geçmişe sürüklendi. Rüyalarında gördüğü ormanlar, dedesinin anlattığı
sırlar, eski yazıtlar… Hepsi bir bütün olarak anlam kazanmaya başladı.
Gözlerini yeniden açtığında Gölge Yolcuları yok
olmuştu. Elinde parlayan küre vardı artık. Ayverdi’nin gözleri büyüdü.
“Bu… Bu, Ormanın Kalbi!” dedi şaşkınlıkla.
“Bunu yalnızca seçilen biri taşıyabilir…”
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 48 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder