Fakir Baykurt, öykülerinde köy yaşamının sertliği, yoksulluk, cahillik, taassup, batıl inanç, sömürü gibi sorunları ele alarak köylünün maddi ve manevi dünyasını toplumsalcı ve gerçekçi bir bakıştan işliyor. Gözlemlerden, canlı tanıklıklardan yola çıkan yazar, günlük konuşma dilini öyküye taşıyarak zaman zaman mizahi bir dil kullanıyor; bürokrasinin çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran “sıradan insanı”, yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde betimliyor.
İlk basımı 1960’da yapılan Efkâr Tepesi’ni yeniden okurla buluşturuyoruz:
Fakir Baykurt, Efkâr Tepesi’nde, 1959-1960 arasında çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarını toplamış. Bu yazılar gerçeklerden yola çıkan bir anlatı aslında. Partizanlık, din sömürüsü, köyün yoksulluğu, köylünün cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konular çarpıcı bir biçimde ele alınıyor. Kuşkusuz ki okur bugünle bağ kuracaktır kitabı okuduğunda…
Yollarımız, sokaklarımız, yazın tozdan, kışı çamurdan geçilmiyor. Martta nisanda pabucumuzu kurtarıp bir evden bir eve gidemiyoruz. Evlerimiz, eriyen karla, yağan yağmurla su içinde. Damlarımızdan, tavanlarımızdan sular eleniyor. Kilimi keçeyi ıslatmamak için oraya buraya çanak diziyoruz. Okullarımız da akıyor! Okullar aktıkça, çocukların öksürüğü artıyor. Hâlâ köylerimizin okul davası, kasabalarımızın hamam davası, helâ davası çözülmemiştir. Dört yıl önce Kızılay parasıyla temeli atılan hamamın tamamlanması, gene Kızılay’ın yapacağı yardıma bağlıdır. Epeyden beri de, okul çocuklarımızı, Sam Amca’nın süt tozuna alıştırmaya çalışıyoruz. Çiftçilerimiz, Toprak Ürünleri Ofisi’nin doksana mal edip otuza sattığı buğdayı gözlüyorlar. Bakımsız topraklarımızda ekinler, üçer karıştan fazla boy atmıyor. Söylevlerimizde, demeçlerimizde barajdan geçilmiyor ama bir yıl yağmur yağmasın, yiyecek buğdaya muhtaç kalıyoruz. Yememiz yeme değil, yatmamız yatma değil. Gıda işi, mesken işi, su işi, başlı başına birer sorun. Bunlar böyle önümüzde serilip dururken, biz de “Yattı kalkmaz, uzattı çekmez” sözündeki gibi, yatmışız bir görülmemiş uykuya; öyle bir uyku, öyle bir uyku, uyandırabilene aşk olsun! Korkunç bir yangeldimcilik!
Dimitrios'un Gelişi
Yunan istan'ın Larisa şehrinden Dimitrios Katsikas, sıcak bir
yaz günü Anadolu 'da, Ürgüp'ün ortasında Ankara otobüsünden indi.
Heyecandan titriyor. İçi anlatamayacağı duygularla
dolu. Köklerinin bulunduğu topraklara gelmekten mutlu değil
miydi?
Altmış yıl önce büyükannesiyle büyükbabası buralardan
göçmek zorunda kalmıştı . Onlar nerdeyse yaşamlarının sonuna
geldi; Ürgüp'ü hala o kadar çok konuşur, derin özlemle anlatır
ki, Dimitrios'un bilinci, bilinçaltı bebekl iğinden beri, bunlarla
dolup taştı .
Yaşlılar için hiçbir biçimde bir geri dönüş olanağı çıkmadı.
Gelip yurtlarını yeniden göremediler.
Onlar bir af çıkacak, yurdumuza döneceğiz diye umdular. Ne af çıktı, ne döndüler. Son yıllarda Türkiye'ye girip çıkabilme yolu açılınca,
Dimitrios Katsi kas pasaportu nu alıp düştü yola. Çünkü büyükbabası ölmüştü .
Büyükanneleri de böyle bir gezi için artık çok yaşlıydılar.
Vakit öğleyi biraz geçiyor. Elinde valize benzer küçük çantası var.
Çevresi peri bacası denilen volkanik kayalarla çevrili
Ürgüp'ün ortasında gezinip dolaştı biraz. Burası gerçekten bir
masal ülkesine benziyor. Daha girişte gördüğü peribacalarına
şaşırarak baktı . Volkanik kayalara oyulmuş evlere daha çok
şaştı .
Yeni zamandaki gibi kiremit çatılı, önü yada yanı bahçeli
evlerde yapılmış. Hatta yok demeyecek kadar yüksek yapılar
da yapılmış. Bunlar kadim peribacaları şehrinin dışında kalıyor.
Türkçe yazım kurallarına göre "ya da" olarak ayrı yazılan bu sözcük
Ürgüp'e, çok olmamakla birlikte beton da girmiş; Ürgüp, küçük bir
Orta Anadolu şehri olmuş. Eskiyle yeni birbirine karışmış orda.
Sokaklarda bir yanda otomobiller, bir yanda kara tüylü eşekler var.
Bunların arasında insanlar ağır aksak yürüyor.
Eski şehrin sokaklarında dolaşırken Dimitrios'un başı döndü.
Böyle bir masal şehrine gelmenin esrikliği içinde nerdeyse kendini yitirecek.
Dimitrios Katsikas, Selanik Üniversitesi'nde teoloji ve felsefe okudu.
Kendisi aynı üniversitede asistan. Uygarlık ve Mimarlık Tarihi dersi verir.
Şimdi 26 yaşında. Ankara'dan binip geldiği otobüs tam doluydu.
Bir arkasındaki koltukta, iki çocuğuyla,
başörtülü genç bir hanım oturuyordu.
Ankara'dan çıktılar; önce çocuklarla, sonra genç hanımla konuşmayı denedi. Baktı olmuyor; buna da şaştı . Anadolu'da başörtülü Türk kadınlarının çok bağnaz olduğunu, erkeklerle asla konuşmadığını işitmişti .
Ama çocuklar her türlü insanla bağlantı kurabilmek için sevimli küçük köprüleridir.
Dimitrios, "Türkçe'm yetmez, her şeyi anlayamam, anlatamam" sanıyor, bundan ötürü konuşmaya çekiniyordu. Bindiği
otobüsün tekerleri döndükçe Türkçe'si nin yeterli olduğunu görüp seviniyor.
Bu dili annesinden, Ekaterini Nine'si nden ta çocukluğunda öğrendi.
Geze geze, adını, ününü çok duyduğu Temenni Tepesi'ne
çıktı . Orda Bekçi Recep Efendi 'yle konuştu . Hala Türkçe'sinin
yetmediğini sanıyor. Arada, "Nasıl denir?" diye soruyor. Kimi
sözcükleri zor bulabiliyor; ama buluyor sonunda.
Bekçi Recep Efendi'ye biraz sıkılarak sordu:
" Nerde biraz mantı yiyebilirim?"
Recep Efendi bu soruyu ciddiye alsın mı yoksa almasın mı,
bilemedi. Ürgüp'e son zamanlarda biraz gezgin gelip gidiyor.
Onlar içinde Türkçe bilen çok azdır.
Bu delikanlı bayağı iyi biliyor ama her istediğini tam anlatamıyor galiba.
Belki mantı yeme isteğini yanlış anlattı. Mantı çok eski yerli bir yemektir; gezginler yemez .
Belki başka bir şey sormak istiyor.
"Ne mantısı ? Mantı bir yemektir ... "
"Yemek olduğunu biliyorum. Nerde yiyebilirim?"
O zaman Recep Efendi biraz düşündü.
"Sen en iyisi Aziz Güzelgöz'ün dükkanına git."
"Kimdir o?"
"Bir antikacı. Ona Aziz Baba da derler. .. "
" Nerde dükkan ı ?"
"Şehrin ortasında, anacaddenin üstünde ... "
"Oraya yürüyerek gidebilir miyim?"
"Elbet gidebilirsin; Ürgüp küçük yer!" Ardından, sormadan
edemiyor. Acaba nereli? Soruyor: "İngilizmisin?" " Hayır."
"Fransız?" "Hayır!" "Alman ?" " Hayır." Kızıyor; "Yane?" "Yunan ." Şaşırıyor kalıyor. "Haaa ! !
" Neden şaşırıyor; tekrar savaştırmak mı istiyorlar bizi. Dost olmamız gerekmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder