Şehir ve Kasabanın Arasında Bir Dügüm
İnegöl'ün kalabalığından uzakta, asırlık
çınar ağaçlarının gölgesinde saklı kalmış bir zaman kapsülü gibiydi Elif'in
sahaf dükkanı. "Eski Zamanlar" yazan, soluk maviye boyanmış tabelası
rüzgarda hafifçe gıcırdıyordu.
İçerisi ise bambaşka bir dünyaydı; tavana
kadar yükselen kitap rafları, her bir cildin kendine has kokusu, loş ışığın
yarattığı sıcak atmosfer... Elif, bu tozlu rafların arasında adeta kendi
evreninde yaşıyordu.
Parmakları yavaşça, sırtları yılların izini
taşıyan kitapların üzerinde geziniyordu. Her birinin ayrı bir hikayesi olduğuna
inanır, bazen onların fısıltılarını duyduğunu bile hayal ederdi. Bugün, dükkan
her zamanki gibi sakindi. Öğle güneşi, vitrindeki eski bir gramofonun üzerinde
parıldıyordu. Elif, arka taraftaki küçük masasında, yeni gelen bir parti kitabı
tasnif ediyordu. Kahvesinden bir yudum alırken, kapının sesiyle irkildi.
İçeriye, sanki bambaşka bir gezegenden gelmiş
gibi görünen bir adam girdi. Üzerinde kusursuz kesimli, koyu renk bir takım
elbise vardı. Saçları kısa ve bakımlıydı. Etrafına attığı keskin bakışlarında,
büyük şehirlerin telaşı ve yorgunluğu okunuyordu. Elif, böyle şık birini
dükkanında pek görmezdi. Kalbi hafifçe hızlandı.
Adam, birkaç saniye etrafına göz gezdirdikten
sonra, Elif'in olduğu tarafa yöneldi. "Merhaba," dedi, sesi
beklenenden daha yumuşaktı. "Burayı internette buldum. Antika bir baskı
arıyorum."
Elif, elindeki kitabı bırakarak gülümsedi.
"Hoş geldiniz. Yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım. Ne tür bir baskı
arıyorsunuz?"
Adam, cebinden buruşuk bir not kağıdı
çıkardı. "Jane Austen'ın 'Aşk ve Gurur'unun ilk baskısı
olabilirse..."
Elif'in gözleri parladı. Nadir kitaplara olan
tutkusu hemen canlanmıştı. "Ah, 'Aşk ve Gurur'..." dedi heyecanla.
"Elimde ilk baskısı olmasa da, oldukça eski ve özel bir baskısı var.
Gelirseniz gösterebilirim."
Adamın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi.
"Memnun olurum."
Elif, öne doğru yürüyerek adamı rafların
arasına doğru yönlendirdi. Kitapların arasında ilerlerken, adamın yaydığı o
farklı, şehirli hava hala hissediliyordu. Sanki iki ayrı dünya, tozlu bir sahaf
dükkanının içinde ilk kez kesişiyordu. Bu kesişim, ikisinin de henüz bilmediği,
karmaşık bir "düğümün" ilk ilmeği olacaktı...
İnegöl'ün
telaşsız ritmi, ana caddenin üzerindeki birkaç dükkanın erken saatlerde
açılmasıyla hafifçe yükselir, sonra günün ilerleyen saatlerinde tatlı bir
uykuya dalardı.
İşte bu
sakin atmosferin tam ortasında, asırlık çınar ağaçlarının nazlı gölgesinde,
Elif Demir'in "Eski Zamanlar" adını taşıyan sahaf dükkanı, geçmişin
sessiz tanığı gibi duruyordu.
Soluk maviye
boyanmış, yer yer çatlaklar barındıran tabelası, esen hafif rüzgarla birlikte
hüzünlü bir şarkı fısıldıyordu sanki.
Dükkanın içi
ise dış dünyanın karmaşasından tamamen farklı bir boyuttu; yerden tavana dek
uzanan, ahşap rafların üzerinde binlerce kitap, her biri kendi çağının ve
yazarının ruhunu taşıyordu.
Bu
kitapların yaydığı o kendine has, hafif küf kokusuyla karışık mürekkep ve kağıt
kokusu, Elif için en kıymetli parfümdü.
Elif, bu
tozlu ve büyülü labirentin içinde adeta kendi yarattığı bir dünyada yaşıyordu.
Parmakları, ciltleri yıpranmış, köşeleri kıvrılmış kitapların üzerinde nazikçe
dans ediyordu. Her birinin dokunuşunda farklı bir zaman dilimine yolculuk
yaptığını hissederdi.
Bazen, bu
sessiz tanıkların fısıltılarını duyduğunu hayal eder, satır aralarında saklı
kalmış aşkları, acıları, umutları keşfederdi. Bugün, dükkan her zamanki gibi
huzurluydu. Öğle güneşi, vitrindeki antika bir gramofonun pirinç detaylarında
ışıltılar oluşturuyordu.
Elif,
dükkanın arka kısmındaki, üzeri eski dergi ve notlarla dolu küçük ahşap
masasında, yeni gelen bir kutu dolusu kitabı özenle tasnif ediyordu. Yanında
duran, demli ve sıcak çayından bir yudum alırken, kapının üzerindeki pirinçın o
tanıdık, melodik sesiyle hafifçe irkildi.
İçeriye
giren adam, sanki hareketli ve acımasız bir metropolün bağrından kopup gelmiş
gibiydi. Üzerindeki koyu renk, üzerini saran bir zırh gibi duran kusursuz
kesimli takım elbise, İnegöl'ün gündelik giyimine tamamen yabancıydı. Kısa ve
özenle taranmış koyu renk saçları, keskin yüz hatlarını daha da
belirginleştiriyordu.
Etrafına
attığı o kısa ve delici bakışlarında, büyük şehirlerin bitmek bilmeyen telaşı
ve sanki uykusuz geçen gecelerin izleri okunuyordu. Elif, dükkanının eşiğinde
böyle şık ve "şehirli" bir figür görmeye pek alışkın değildi. Bu
beklenmedik ziyaretçi, kalbinin normalden biraz daha hızlı atmasına neden
olmuştu.
Adam, birkaç
saniye boyunca dükkanın loş ve kitap kokulu atmosferini süzdü. Tavana kadar
yükselen raflardaki renkli ciltler, eski posterler ve antika objeler arasında
kayboldu bakışları. Sonra, kararlı adımlarla Elif'in bulunduğu arka tarafa
doğru yöneldi.
"Merhaba,"
dedi, sesi ilk bakışındaki o resmiyetin aksine, beklenenden çok daha yumuşak ve
derindi. "Burası hakkında internette birkaç olumlu yorum okudum. Özellikle
antika baskılar konusunda iyi olduğunuzu yazmışlardı. Belki bana yardımcı
olabilirsiniz."
Elif,
elindeki soluk renkli şiir kitabını nazikçe masaya bıraktı ve içten bir
gülümsemeyle karşılık verdi. "Hoş geldiniz. 'Eski Zamanlar'a geldiğiniz
için memnun oldum. Elbette, elimden gelen her türlü yardımı yaparım. Ne tür bir
antika baskı arıyorsunuz?" diye sordu merakla.
Adam, iç
cebinden dikkatlice katlanmış, hafifçe buruşuk bir not kağıdını çıkardı ve
yavaşça açtı. Parmağıyla kağıdın üzerindeki bir ismi işaret ederek, "Eğer
mümkünse, Jane Austen'ın 'Aşk ve Gurur'unun ilk baskısını arıyorum. Belki de
daha eski, özel bir baskısı da olabilir."
Elif'in
gözleri duyduğu isimle birlikte parladı. Jane Austen'a ve onun ölümsüz
eserlerine olan hayranlığı, nadir kitaplara duyduğu derin tutkusuyla birleşince
yüzünde sıcak bir ifade oluştu. "Ah, 'Aşk ve Gurur'..." diye
mırıldandı adeta büyülü bir kelime telaffuz eder gibi.
"İlk baskısı... oldukça nadir bulunur. Şu
anda elimde ilk baskısı olmasa da, koleksiyonumda bu kıymetli eserin 1830'lu
yıllara ait, özel ciltli bir baskısı mevcut. Eğer arzu ederseniz, size onu
göstermekten memnuniyet duyarım. İç sayfaları ve baskı kalitesi hala oldukça
etkileyicidir."
Adamın
yüzünde, ilk defa o gergin ifadenin yerini hafif ve samimi bir tebessüm aldı.
"Gerçekten mi? Bu harika olur. Zahmet olmazsa görmek isterim."
Elif,
sandalyesinden kalkarak öne doğru yürüdü ve rafların arasındaki dar koridorda
adama yol gösterdi. Kitapların arasında ilerlerken, Aras'ın (Elif içinden öyle
tahmin etmişti, bu kadar şık birinin adı kesinlikle Aras olmalıydı) yaydığı o
kendine özgü, büyük şehirli aura hala hissediliyordu.
Sanki
İnegöl'ün sakin ve toprağa yakın atmosferiyle, İstanbul'un hızlı ve modern
ritmi, tozlu bir sahaf dükkanının loş ışığı altında ilk kez karşılaşıyordu. Bu
beklenmedik kesişim, her ikisinin de henüz tam olarak idrak edemediği, karmaşık
ve belki de kaçınılmaz bir "düğümün" ilk nazik ilmeği olacaktı...
İnegöl'ün
yavaş akan zamanı, Elif'in sahaf dükkanının önünden geçen birkaç telaşsız
insanın adımlarıyla, uzaktan gelen bir horozun sesiyle ve rüzgarın çınar
yaprakları arasındaki hafif uğultusuyla ölçülürdü. "Eski Zamanlar,"
bu sakinliğin tam kalbinde, sanki kendi zaman diliminde hapsolmuş bir ada
gibiydi.
Bölüm 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder