Murad, sabahın erken saatlerinde, sarayın
derinliklerinde başlayan talim seanslarına adım attığında, yeniçeri
disiplininin soğuk kurallarıyla yüzleşiyordu. Her şeyin düzen içinde işlediği
bu ortamda, cesaret ve sadakatle yoğrulan arkadaşlarının arasına karışmıştı.
Ancak o, yalnızca askeri emirlere boyun eğmekle kalmıyor, içsel dünyasında
filizlenen yasak aşkın yarattığı duygusal çalkantılarla da mücadele ediyordu.
Yeniçeri okulunun geniş avlusu, taş zeminine
yansıyan ilk güneş ışıklarıyla aydınlanırken, Murad ders başlamadan önce
sessizce derin düşüncelere dalıyordu. İçinde bir yandan sarayın talimatları,
disiplin ve savaşın getirdiği yük ağır bir sorumluluk hissi uyandırırken; diğer
yandan Elif’in zarif hatırası, kalbinde neşeyle karışık hüzünli bir özlem
yaratıyordu. Onun için aşk, hem cana yakındı hem de, yeniçeri hayatının katı
kurallarıyla çatışan tehlikeli bir ateş gibiydi.
Talim meydanında, köklü geleneklere uygun olarak
dizili yeniçeri arkadaşları, günün ilk dersini büyük bir ciddiyetle yapıyordu.
İmamın ve asker komutanlarının önderliğinde yapılan duygusal ve askeri eğitim,
Murad’ı her geçen dakika bir yandan bağlılık hissiyle doldururken, diğer yandan
kalbindeki özgür ruhla çatışıyordu. Ders sırasında komutanlarının sert
ifadeleri arasında, Murad’ın düşünceleri sakince Elif’in sıcak bakışlarına,
nazlı gülüşüne kayıyor, her adımında yasak aşkın hafif acısını hissediyordu.
Öğleden sonra, antrenman sahasında verilen
fiziksel egzersizler sırasında Murad, kılıcını ustaca savururken, rakiplerine
karşı gösterdiği çeviklikle dikkat çekiyordu. Ancak bu hareketler, onun iç
dünyasındaki çatışmayı tamamen örtbas edemiyordu. Zorlukla edinilen askerî
disiplin, kalbindeki kıvılcımın özgürce parlamasına engel olurken, o her darbe
aldığında, çocukluk arkadaşı olan ve şimdi saray entrikaları arasında beliren
hanım Elif’i aklından çıkaramıyordu.
Yeniçeri arkadaşları arasındaki sohbetlerde,
genellikle askeri operasyonlar ve stratejik planlar konuşulurken, aralarda
gizli tepkiler, fısıltılar ve bakışlar Murad’ın iç dünyasında hafif çalkantılar
oluşturuyordu. “Acaba bu yasak duygu, ömrümün neresinde yer alacak?” diye
sormak isterken, içindeki sorgulamalar arasında dahi, her biri kendini
disiplinin zırhına gömdüğü bu dünyada ifade edilemiyordu.
Bir akşam, talim sonrasında Murad,
huzursuzluğuyla yalnız kalmak için sarayın arka bahçesine çekildi. Ay ışığının
hafifçe aydınlattığı taş döşemeler üzerinde yürürken, yalnızlık ve çaresizlik
arasında sıkışmış duyguları, gökyüzündeki yıldızlara fısıldar gibi zihnine
kazındı. İçinde bulunduğu durumun getirdiği baskı, yalnızca askeri
yükümlülüklerle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda yasak aşkın verdiği ağır
sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Bu sessiz yürüyüş sırasında, Murad
bedeninde ve zihninde yavaş yavaş bir çözülme hissetti; hem geçmişin ve
geleceğin belirsizliğini hem de sarayın soğuk düzeniyle mücadelesini
derinlemesine düşünmeye başladı.
Ertesi sabah, gün doğumuyla birlikte, Murad için
yeni bir meydan okuma başlamıştı. Hem askeri disiplinin getirdiği ağırlık hem
de kalbinde taşıdığı yasak duygu, onu daha önce hiç yaşamadığı bir içsel
mücadeleye sürüklemişti. Yeniçeri ocağındaki rutin eğitim seansları, bu noktada
Murad’ın kendini ifade etme çabasına, duygusal çıkmazlarına ve kaderin
inceliklerine dair ilk belirgin izleri vermeye başladı. Her adımında, her
nefesinde, onun içinde hem savaşın getirdiği karanlık hem de aşkın aydınlatıcı
umut ışıkları birbirine karışıyordu.
Murad’ın bu içsel çalkantıları, yüzünde beliren
hafif asimetriyle ve içsel monologların yankısıyla birlikte, Edirne’nin tarihi
dokusu arasında derin bir iz bırakmaya başladı. Yeniçeri dünyasında yaşanan bu
çatışma, sadece kişisel bir mücadele olmanın ötesinde, sarayın, savaşın ve
yasak aşka dair bütün gizemlerin habercisi haline geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder