Leyla'nın
gönderdiği mesajın üzerinden dakikalar, sonra saatler geçti. Telefonu sessizdi.
Cevap gelmiyordu. Her geçen saniye, içindeki belirsizliği daha da büyütüyordu.
Güneş iyice yükselmiş, odanın içine parlak bir ışık doldurmuştu. Ama Leyla'nın
zihni hala karanlıktaydı.
Kimdi bu
kişi? Neden şimdi ortaya çıkmıştı? Ve en önemlisi, neden ona güvenmeliydi? Tüm
bunlar, yaşadığı karmaşık olayların üzerine yeni bir katman ekliyordu.
Sabahın
ortasında, kapı çalındı. Leyla irkildi. Gelen kim olabilirdi ki? Ayak sesleri
duymayı beklerken, kapının ardında bir anlık sessizlik oldu. Sonra, kapının
altından küçük bir zarf itildi.
Leyla
yavaşça kapıya yaklaştı. Zarfı yerden aldı. Üzerinde hiçbir isim ya da adres
yoktu. Yalnızca el yazısıyla yazılmış, sanki aceleyle karalanmış tek bir
kelime: "Buluşma."
İçini açtı.
Zarfın içinde katlanmış küçük bir kağıt parçası vardı. Kağıdı açtığında, bir
harita parçası ve belirli bir konum işaretlenmişti. İşaretli yer, şehrin biraz
dışında, terk edilmiş eski bir fabrika binasıydı. Altında, tek bir saat
yazılıydı: "21:00."
Leyla'nın
kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu, az önceki mesajın devamı mıydı? Yoksa tamamen
farklı bir şey mi? Terk edilmiş bir fabrika… Gece dokuzda… Bu riskliydi. Ama
aynı zamanda, beklediği cevapları bulabileceği tek yol da bu olabilirdi.
Elleri
hafifçe titreyerek telefonu yeniden eline aldı. Mesaja cevap veren olmamıştı.
Ama şimdi elinde somut bir buluşma yeri ve saati vardı.
Leyla’nın
zihninde bir düşünce belirdi: Ya bu bir tuzaksa?
Leyla'nın
gönderdiği o iki kelimelik mesaj, "Kim olduğunu söyle," havada asılı
kalmış, bir yankı gibi zihninde dönüp duruyordu. Telefonu elinden bıraktığında,
sessizliğin ağırlığı odanın her köşesini doldurmuştu. Dakikalar, saatlere
karışıyor, pencereden içeri süzülen sabah güneşi bile içindeki karanlığı
dağıtamıyordu. Her geçen saniye, belirsizliğin pençesi ruhunu daha da
sıkıyordu. Kimdi bu gizemli kişi? Neden şimdi, tüm bu karmaşanın ortasında
ortaya çıkmıştı? Ve en önemlisi, neden ona kayıtsız şartsız güvenmeliydi?
Leyla'nın yaşadığı olaylar zinciri, zaten içinden çıkılmaz bir hal almışken, bu
yeni gelişme üzerindeki baskıyı kat be kat artırıyordu.
Zihni, olası
senaryoları bir film şeridi gibi ardı ardına oynatıyordu. Bir tuzak mıydı?
Yoksa gerçekten bir umut ışığı mı? Tüm bunlar yetmezmiş gibi, beyninin bir
köşesinde yıllardır süregelen sorular, hiç susmayan bir uğultu gibi Leyla'nın
peşini bırakmıyordu. Yaşıyordu, evet. Ama her gün, adını koyamadığı bir sis
perdesinin ardında, bir gölgeyle birlikte yürüyordu sanki. Bu gölge,
çocukluğundan beri peşini bırakmayan o belirsiz, yakalanamayan duygu yumağıydı.
Şimdi bu mesaj, o perdenin aralanmasına bir işaret miydi? Yoksa daha da
kalınlaşmasına mı yol açacaktı?
Sabahın
ortasında, tam da bu düşüncelerin girdabında boğulurken, bir anda kapı çalındı.
Leyla irkildi. Gelen kim olabilirdi ki? Annesini aramayı düşünmüştü ama
şimdilik bu ani gelişme onu daha çok meraklandırıyordu. Aceleci, hatta biraz da
ürkek adımlarla kapıya yöneldi. Parmak uçlarında durup, kapının deliğinden
dışarı bakmaya çalıştı. Ama kimse yoktu. Sadece kapının ardında bir anlık
sessizlik oldu, sonra hafif bir hışırtı duyuldu ve kapının altından küçük, bej
rengi bir zarf içeri itildi.
Leyla yavaşça
yere eğildi, kalbi göğüs kafesini zorluyordu. Zarfı titreyen parmaklarıyla
yerden aldı. Üzerinde hiçbir isim ya da adres yoktu. Yalnızca el yazısıyla,
aceleyle karalanmış gibi duran tek bir kelime: "Buluşma." El yazısı,
kendine özgü bir karaktere sahipti; keskin ve hızlı çizgiler, sanki yazan kişi
bir an önce kağıdı bırakmak ister gibiydi. Leyla zarfı açtı. İçinde katlanmış
küçük bir kağıt parçası vardı. Kağıdı açtığında, şaşkınlık ve merak bir araya
geldi. Bir harita parçası ve üzerinde kırmızı bir daireyle işaretlenmiş belirli
bir konum. İşaretli yer, şehrin biraz dışında, eski, terk edilmiş bir fabrika
binasıydı. Haritanın altında, yine aynı el yazısıyla yazılmış tek bir saat
ibaresi duruyordu: "21:00."
Leyla'nın
nefesi kesildi. Bu, az önceki mesajın devamı mıydı? Yoksa tamamen farklı, yeni
bir bilinmezin başlangıcı mı? Terk edilmiş bir fabrika… Gece dokuzda… Bu
riskliydi, evet. Belki de deli bir hareketti. Ama aynı zamanda, içindeki o
yakan soruların cevabını bulabileceği tek yol da bu olabilirdi. İçindeki ses,
"Gitme!" diye bağırırken, başka bir ses fısıldıyordu:
"Gitmelisin. Öğrenmelisin."
Elleri hafifçe
titreyerek telefonu yeniden eline aldı. Mesaja cevap veren olmamıştı. Ama şimdi
elinde somut bir buluşma yeri ve saati vardı. Beyni, hızla artıları ve eksileri
tartmaya başladı. Buraya gitmek, bilmediği bir tehlikeye atılmak demekti. Ya bir
tuzaksa? Ya onu bekleyen, cevaplar değil de daha büyük bir yıkımsa? İçindeki bu
endişe, bir buz topu gibi midesinde büyüyordu.
Fakat diğer
yandan, Leyla'nın içinde yıllardır uyuyan bir yan vardı; her şeyi çözme,
karanlıkta kalan her noktayı aydınlatma arzusu. Bu arzu, şimdi bir volkan gibi
patlamaya hazırdı. Tüm bu belirsizlikler, uykusuz geceler, peşini bırakmayan
gölgeler… Yeter artık. Bir cevap istiyordu. Ne pahasına olursa olsun.
Gözlerini
kapatıp derin bir nefes aldı. Zihninde, çocukluk anılarından, babasının
fısıltılarından, annesinin kaygılı bakışlarından parçalar canlandı. Hepsi, bu
anın bir parçasıydı sanki. Bu gizemli buluşma, sadece o anı değil, tüm
geçmişini de kapsayan bir düğümü çözecek miydi?
📖 Hikayeye Devam Et
Aşkın Son Perdesi 21 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder