Kağıdı tekrar
eline aldı, işaretli konumu bir kez daha inceledi. Eski fabrikanın haritasını,
çocukluğunda kaybolduğu bir labirenti andıran bir hisle izledi. Sanki tüm
hayatı, bu labirentten çıkmak için bir yol arayışından ibaretti. Bu, belki de o
çıkış kapısıydı. Ya da bir bataklığın içine giden son adımdı.
Leyla,
kararını vermişti. Belirsizliğin onu esir almasına daha fazla izin
vermeyecekti. Telefonu masanın üzerine koydu, artık onu kontrol eden şey sadece
parmaklarının ucundaki ekran değildi. Şimdi, içindeki o güçlü, kararlı ses
konuşuyordu.
Akşama kadar
saatler sürecek bir bekleyiş başlamıştı. Bu bekleyiş, her saniyesi gerilim ve
merakla dolu, bitmek bilmeyen bir zaman dilimi olacaktı. Leyla, bu süre boyunca
ne yapacağını, kimlerle konuşacağını, ya da kimseye haber vermeden mi
gideceğini düşünmeye başladı. Kendini korumak için bir şeyler yapmalıydı. Ama
ne?
Öğleden sonra
oldu. Leyla odasında volta atarken, güneş batıya doğru alçalmaya başlamıştı.
Odası, batan güneşin son ışınlarıyla kızıl ve turuncu tonlara bürünüyordu. Hava
karardıkça, içindeki gerilim de artıyordu. Kime güvenebilirdi ki? Annesi…
Annesi, onun bu meselelerle uğraşmasını istemezdi. Onu korumaya çalışırdı,
tıpkı yıllardır yaptığı gibi. Bu durum, onu daha da endişelendirirdi. Peki ya
en yakın arkadaşı Elif? Elif pratik zekalı ve cesurdu, ama onu bu tehlikenin
içine sürüklemeye hakkı var mıydı?
Leyla,
pencerenin önünde durup dışarıyı izledi. Sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya
başlamıştı. Şehrin uğultusu, odasının sessizliğine karışıyordu. Kendini
savunmasız hissediyordu. Bu buluşmaya hazırlıksız gitmek, intiharla eşdeğerdi.
Ama ne tür bir hazırlık yapabilirdi? Bir polis memuruyla konuşmak mı? Ama
elinde somut hiçbir şey yoktu. Sadece isimsiz bir mesaj ve el yazısıyla
yazılmış bir buluşma notu. Polisler muhtemelen onu ciddiye almazdı bile.
İçinden bir
ses, "Yalnız değilsin," diye fısıldadı. Ama kimdi bu ses? Bilinmeyen
numara mı? Yoksa kendi iç sesi mi? Leyla kafasını salladı. Yalnızdı ve bu
durumla tek başına yüzleşmek zorundaydı.
Vakit
ilerledikçe Leyla’nın kararlılığı daha da pekişti. Birine haber verseydi, o
kişiyi de tehlikeye atacaktı. En azından şimdilik, bu yükü tek başına
taşımalıydı. Ama tedbirli olmalıydı. Yanına ne almalıydı? Bir fener? Küçük bir
çanta? Telefonunun şarjının tam olduğundan emin olmalıydı. Konumunu açık
tutmalıydı, olur da başı derde girerse, bulunabilmek için.
Saatler dokuza
yaklaşırken, Leyla sessizce evden çıktı. Hava kararmıştı. İnegöl'ün akşamları
genellikle hareketli olurdu, ama bu semt, şehrin biraz dışında, daha sakin bir
yerdi. Sırtında küçük bir çanta vardı. İçinde, bir şişe su, şarjı dolu
telefonu, ve küçük, ancak işe yarayacağını umduğu bir çakı bulunuyordu. Üzerine
koyu renkler giymişti, dikkat çekmemek için.
Yürüyerek
otobüs durağına gitti. Fabrika, şehir merkezine oldukça uzaktı. Bir otobüsle
gitmek, hem daha az dikkat çekerdi hem de ulaşım açısından daha mantıklıydı.
Otobüs, bomboştu. Leyla, arka koltuklardan birine oturdu ve haritayı tekrar
inceledi. İşaretli nokta, şehrin sanayi bölgesinin terk edilmiş kısmında, eski
dokuma fabrikalarının arasında bir yerdi. Çocukluğundan beri o bölgeye hiç
gitmemişti. Orası, zamanın durduğu, paslı makinelerin ve unutulmuş hikayelerin
diyarı gibiydi.
Otobüs, sokak
lambalarının soluk ışığında ilerlerken, Leyla'nın zihni geçmişe döndü. Babası…
Her şey onun ölümüyle mi başlamıştı? Yoksa çok daha öncesinde, göremediği bir
şey mi vardı? Bu gizemli kişi, babasıyla ilgili bir şeyler mi biliyordu?
Otobüs,
nihayet hedef durağına yaklaştığında, Leyla otobüsten indi. Terk edilmiş
binaların silüeti, ay ışığında ürkütücü görünüyordu. Fabrikaların çatılarında
paslanmış bacalar, gökyüzüne uzanan iskeletler gibiydi. Etraf sessizdi, sadece
hafif bir rüzgarın uğultusu ve uzaktan gelen köpek havlamaları duyuluyordu.
Adımları
yavaşladı. Kalbi kulaklarında atıyordu. İşaretli fabrika binasının önüne
geldiğinde durdu. Büyük, paslı demir kapılar, kapalıydı. Yan tarafta, küçük,
aralıklı bir kapı vardı. Leyla, derin bir nefes aldı. Bu, şimdiye kadarki en
cesur adımı olacaktı.
Kapıyı itti.
Gıcırtılı bir sesle açıldı. İçerisi tamamen karanlıktı. Cebinden telefonunu
çıkardı ve fenerini açtı. Işık huzmesi, tozlu zemini ve paslı makineleri
aydınlattı. Hava, ağır ve nemliydi, eski metal ve küf kokusu vardı.
"Kimse
var mı?" sesi, boşlukta yankılandı. Cevap yoktu. Sadece kendi nefesinin ve
kalp atışlarının sesi. İleri doğru bir adım attı.
Leyla’nın
attığı ilk adım, fabrikanın tozlu zemininde yankılandı. Telefonunun fenerinden
yayılan soluk ışık, etrafındaki karanlığı delmeye çalışırken, fabrikanın
ürkütücü atmosferi her geçen saniye daha da yoğunlaşıyordu. Hava ağırdı, pas ve
küf kokusu genzini yakıyordu. Sanki yıllardır nefes almamış bir devin
ciğerlerine girmiş gibiydi. Büyük, hantal makinelerin siluetleri, ışık
huzmesinin titrek dansında birer canavara dönüşüyordu. Her bir gölge, geçmişten
gelen bir fısıltıyı, duyulmamış bir hikayeyi saklıyor gibiydi. Leyla, kalbinin
ritmini kulaklarında duyuyordu. Bu, sadece korku değildi; aynı zamanda, uzun
zamandır aradığı bir şeye yaklaştığının tuhaf hissiydi.
Birkaç adım
daha attı, gözleri etrafı tarıyordu. Sol tarafta, tavan arasında asılı kalmış
paslı bir vinç, geçmiş günlerin endüstriyel gücünün sessiz bir tanığı gibi
duruyordu. Sağda ise, devasa bir dokuma tezgahı, çarkları ve dişlileriyle
hareketsiz, ancak bir hayalet gibi varlığını sürdürüyordu. Toz tabakası, her
şeyin üzerini örtmüştü, sanki zaman bu mekanda donmuştu. Leyla, ışığı tavana
doğru tuttuğunda, örümcek ağlarının labirent gibi uzandığını gördü. Sanki bu
ağlar, fabrikanın sırlarını örüyor, dışarıya sızmasını engelliyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Aşkın Son Perdesi Bölüm 22 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder