Güneş, dağların arasından usulca yükselirken, Aras birliğin konvoyuyla ilerlemeye başladı. Gece boyunca süren çatışma sona ermişti, ancak zihninde yankılanan sorular daha yeni başlıyordu.
Yanında sessizce yürüyen askerlerden biri
mırıldandı: "Buradan sonra ne olacak, komutan?"
Aras, kısa bir süre sessiz kaldı. Sonra gözlerini
önündeki dar patikaya dikerek cevap verdi: "Bir
şeyler değişti. Ama neyin değiştiğini henüz bilmiyoruz."
Telsizden yeni emirler gelmeye başladı. Yeni
görevleri, bilinmeyen bir bölgeye doğru ilerlemekti. Ancak Aras için bu sadece
bir görev değildi—bu, kendi geçmişine uzanan bir yolculuktu.
İçinde taşıdığı soruların cevaplarını bulmak için
yoluna devam edecekti.
Gölgenin Ardındaki Gerçek
Güneş, ufuk çizgisinde silik bir ışık gibi
süzülüyordu. Yol, giderek daha sessizleşiyor, bitki örtüsü ise gittikçe daha
vahşi ve istilacı bir hal alıyordu. Aras’ın birliği, dikkatlerini dağıtmamaya
çalışarak ilerlemeye devam etti. Ancak her geçen kilometrede, bu bölgenin
sıradan bir keşif noktası olmadığını daha fazla hissediyorlardı.
Haritada işaretlenmemiş bir köyün kalıntıları
karşılarına çıktı. Evler ahşaptı ama çatılar çökmüş, yollar ise otlarla
kaplanmıştı. Konvoy duraksadı. Aras, dikkatlice etrafına bakarak telsizinden
birkaç emir verdi. Askerlerden biri, yere düşmüş ama hâlâ bozulmamış bir radyo
buldu. Kendi kendine cızırtılı sesler çıkarıyordu—sanki bir şey söylemek
istermiş gibi.
“Burada bir şeyler yaşanmış,” dedi Aras, içindeki
huzursuzluk giderek büyürken.
Grup ilerledikçe, daha fazla iz bulmaya başladı:
eski kömürleşmiş mektuplar, yarım kalmış not defterleri, bozulmuş elektronik
eşyalar... Ancak en endişe verici olanı, yerin hemen yanında bulunan derin ayak
izleriydi—insana ait gibi ama tuhaf bir şekilde düzensizdi. Sanki buradan
geçenler telaş içinde kaçmaya çalışmıştı.
Tam o sırada, telsizden alışılmadık bir frekansta
gelen şifreli bir mesaj yankılandı:
"Buradan geri dönmeyin. Bunu bulursanız çok
geç olacak."
Aras’ın içinde bir şeyler kıpırdadı. Bilinmeyen
bölge, artık sadece bir keşif noktası değil, geçmişin karanlık sırlarını
saklayan bir labirente dönüşüyordu.
Konvoy, sessizliğin hakim olduğu topraklarda
ilerlemeye devam etti. Gökyüzü, sanki bilinmeyen bir gücün etkisi altındaymış
gibi, olağan dışı bir solgunluk içindeydi. Yol kenarındaki bitkiler garip
şekilde kıvrılmış, sanki bir zamanlar şiddetli bir rüzgar burada her şeyi
altüst etmişti.
Aras, telsizini yeniden ayarlayarak komuta
merkezine bağlanmayı denedi. Ancak her seferinde sadece boğuk bir cızırtı
duyuluyordu.
“Kapsama alanı dışına çıkmış olamayız,” diye
mırıldandı. Sesindeki huzursuzluk, askerlerin yüzlerine yayılmaya başladı.
Tam o anda, konvoyun en önündeki araç aniden durdu.
İçerideki askerler hızla dışarı çıkarak yolun kenarına baktılar. Eski bir
tabelanın paslı kalıntıları yerde yatıyordu. Ancak dikkat çeken şey tabelanın
değil, hemen yanında duran taşlarla kaplı yuvarlak bir alanın varlığıydı.
Bu, bir mezarın işareti miydi? Yoksa bir tür sınır
taşı mıydı?
Aras öne çıktı. Eğilip taşları incelediğinde, bir
tanesinin yüzeyinde kazınmış eski semboller olduğunu fark etti. Tanıdık
görünüyordu—çok tanıdık. Ancak nereden bildiğini tam olarak hatırlayamıyordu.
Birlik sessizce beklerken, birden rüzgar yön
değiştirdi. Hafif bir uğultu, uzaklardan gelen ayak seslerine dönüştü.
Sonrasında…
Bir ses.
Ne insan sesi gibiydi ne de doğal bir ses. Gecenin
içinde yankılanan ve havayı dalgalandıran garip bir frekans… Konvoyun radyoları
bir anda anormal bir şekilde çalışmaya başladı. Telsizlerden bilinmeyen bir
dilde anlaşılmaz kelimeler dökülüyordu.
Aras, içinde büyüyen garip duyguyu bastırmaya
çalışarak birliğe döndü:
“Burada kalamayız. Hemen devam edin.”
Ancak bilmedikleri şey, ileride onları bekleyen
gölgenin artık uyanmaya başlamış olmasıydı.
Rüzgar, giderek daha rahatsız edici bir uğultuya
dönüşüyordu. Aras ve birliği, terk edilmiş köyü geçtikten sonra hiç kimsenin
işaretlemediği dar bir patikaya yöneldi. Yol boyunca ağaçlar kıvrılmış,
gövdeleri sanki bir tür güç tarafından parçalanmış gibiydi.
Telsizlerden gelen garip frekans, hâlâ boğuk sesler
çıkarıyordu. Askerlerden biri, cihazın ekranında kısa süreliğine beliren
sayıları fark etti—rasgele gibi görünen ama tekrar eden şifreli bir dizilim.
Aras, gözlerini ekrandan ayırmadan mırıldandı:
“Bunlar koordinatlar olabilir mi?”
Tam o anda, ormanın içinden gelen tiz bir çığlık
duyuldu. Ne insan sesine benziyordu ne de bir hayvanın çıkardığı sese. Birlik
hızla silahlarını kaldırdı, fakat ortalıkta hiçbir hareket yoktu. Ancak
ağaçların arasına dikkatlice baktıklarında, yerde bir şeyin hareket ettiğini
fark ettiler.
Eski bir not defteri… ve kan lekeleriyle kaplı.
Aras onu alıp hızla sayfalarını çevirdi. Yazılar
titrek bir el tarafından yazılmıştı ve bazıları silinmişti. Ancak birkaç sayfa
açıkça okunabiliyordu:
"Bu bölge haritalarda yok, çünkü kimse buraya
tekrar dönmedi. Eğer bu satırları okuyorsan, gölgeler hareket etmeye başladı
demektir. Onlar bekliyor."
Tam o sırada konvoyun arka tarafındaki askerlerden
biri aniden yere düştü.
“Komutan! Burada bir şey var!” diye bağırdı. Ancak
onu kaldırmaya çalışan asker, bir anda duraksadı. Yüzü solmuştu.
Yere düşen askerin sırtında, tıpkı deriye kazınmış
gibi görünen eski semboller vardı. Sanki vücudu bu topraklara ait olabilirmiş
gibi.
Aras hızla harekete geçti. “Burada kalamayız. Hemen
ilerleyin!”
Ancak bilmedikleri şey, gizemin artık peşlerine
takılmış olmasıydı.
Aras’ın emriyle birlik hızla ilerlemeye başladı.
Ancak atmosfer giderek daha ağır bir hâl alıyordu—sanki hava bile bu bölgeye
girmelerine karşı direniyordu. Telsizlerdeki cızırtılı frekans kaybolmuştu, ama
garip bir sessizlik çökmüştü.
Birkaç kilometre ilerlediklerinde, ormanın içinde
unutulmuş bir yol buldular. Eski taş döşemeler kısmen toprağa gömülmüş,
üzerleri yosunlarla kaplanmıştı. Aras, yere eğilip taşlardan birini
temizlediğinde üzerinde belirgin bir sembol gördü—aynısı, düşen askerin
sırtındaki izlere benziyordu.
Bir şey buraya ait olduğunu iddia ediyordu.
Tam o sırada, en arkadaki araçtan bir bağırış
geldi. Bir asker, çevresine şaşkın bir şekilde bakıyordu.
“Komutan! Burada biri var!”
Herkes silahlarını kaldırarak askerin işaret ettiği
yöne döndü.
Ormanın derinliklerinde, taş bir yapının gölgesi
görünüyordu. Duvarları zamanla parçalanmış, ancak halen ayakta duruyordu. Fakat
dikkat çeken şey, yapının kapısıydı—hafif aralıktı ve içeriye doğru karanlık
bir koridor uzanıyordu.
Aras, içindeki tereddüdü bastırarak kapıya doğru
yürüdü. Parmaklarını eski metal yüzeye dokunduğunda, metal hafifçe titredi.
Sanki uzun zamandır bekliyormuş gibi.
Kapının içinden gelen yankılanan bir ses duyuldu.
Tıpkı telsizlerdeki cızırtı gibi.
Tüm birlik tetikteydi. Aras derin bir nefes alarak
bir karar verdi.
“İçeri giriyoruz.”
Aras, elini eski kapının soğuk metaline koyarken
derin bir nefes aldı. İçeriden gelen yankılanan ses, hafifçe titreşen bir
uğultuya dönüşüyordu. Birlik, tetikte beklerken Aras, kapıyı yavaşça itti.
Paslı menteşeler protesto edercesine gıcırdadı ve karanlık koridorun
derinlikleri gözler önüne serildi.
İçeri adım attığında, hava bir anda değişti—soğuk,
ama garip bir şekilde ağırdı. Konvoyun diğer askerleri Aras’ın hemen ardında
ilerlerken, yerde gömülü kablolardan birinin hâlâ zayıf bir şekilde
titreştiğini fark etti.
“Burası… terk edilmemiş olabilir,” diye mırıldandı.
Duvarlarda, zamanla solmuş ve yırtılmış haritalar
asılıydı. Bazıları bilinen bölgeleri gösterirken, diğerleri hiçbir kayıtta yer
almıyordu. En dikkat çekici olanı ise, üzerinde Aras’ın doğduğu kasabanın
işaretlendiği ama orijinal haritalarda olmayan kırmızı mürekkep izleriydi.
Tam o anda, birliğin en arkasındaki askerlerden
biri hızla döndü.
“Komutan, burası boş değil.”
Aras refleksle silahını kaldırdı, ancak gözleri
gölgelerin içindeki harekete odaklandı.
Koridorun sonunda, hafifçe aralanmış bir kapının
ötesinde, birinin hareket ettiği barizdi.
Kapının altından yayılan soluk ışık aniden titredi.
Ve sonra…
Havaya keskin bir metal kokusu yayıldı.
Telsizlerden yeniden cızırtılı sesler yükseldi—bu
kez daha belirgin kelimelerle.
“Burada olmamalısın.”
Aras, derin bir nefes alarak kapıya doğru adım
attı.
Ancak bilmedikleri şey, geride bırakılan geçmişin
artık uyanmaya başladığıydı.
Gölgenin Ardındaki Gerçek
Aras, elini
titreyen kapıya koydu. Parmaklarının ucunda, eski metalin soğukluğu ve
üzerindeki ince toz tabakası hissediliyordu. Birliğin nefes alışları giderek
ağırlaştı. Herkes tetikteydi.
Derin bir
nefes aldı, ardından kapıyı yavaşça itti.
Paslı
menteşeler protesto edercesine inledi. Kapının ardındaki karanlık oda ortaya
çıktığında, içerideki hava bir anda değişti—sanki bu alan uzun zamandır kapalı
kalmış ve şimdi serbest bırakılmıştı.
Önünde geniş,
gölgelerle dolu bir mekan uzanıyordu. Tavandan sarkan kablolar, yarım kalmış
monitörler ve yere saçılmış belgeler... Duvarlara kazınmış semboller, köşelerde
unutulmuş metal kasalar ve eskimiş silahlar görünüyordu.
Ancak en
dikkat çekici olan şey, odanın tam ortasındaki büyük cam bölmeydi.
İçinde...
Aras’ın
gözleri daraldı.
İçinde bir şey
hareket ediyordu.
Bir anlığına
ışık yansıdı ve o anda Aras, bölmenin içinde duran figürü gördü.
Uzun, ince
yapılı… ama insan formundan çok uzak.
Aras’ın kalbi
hızlandı.
Tam o sırada
telsizlerden gelen cızırtılı sesler yükseldi. Ancak bu sefer...
Daha net bir
mesaj vardı:
“Çok geç.”
Birden cam
bölme çatırdamaya başladı.
İçerideki
varlık, aniden başını kaldırdı.
Ve karanlık,
artık sessiz kalmayacaktı.
Cam bölme çatırdamaya devam ediyordu. Aras’ın
gözleri içindeki gölgeye kenetlenmişti—figür, hareket etmeye başlamıştı.
Bir anlığına göğsünün sıkıştığını hissetti. Geri
çekilmek mi, yoksa ilk hamleyi yapmak mı gerekiyordu?
Arkasında birliği tetikte bekliyordu. Telsizlerden
yayılan cızırtılı frekans, garip bir uğultuya dönüştü.
Sonra…
Bir patlama sesi!
Cam bir anda parçalandı. İçindeki varlık, hızla
serbest kaldı ve tüm oda, titreyen ışıklarla aydınlandı.
Aras, anında emir verdi: “Hedefi baskı altına alın! Ateş serbest!”
Tetikler çekildi. Mermi sesleri yankılanırken,
varlık doğrudan ileriye sıçradı—normal bir insan hareketi gibi değildi.
Saniyeler içinde, saldırı yön değiştirerek kaotik bir çatışmaya dönüştü.
Varlık, çevresinde bir tür enerji yaratarak gelen
kurşunlardan kaçınıyordu. Askerlerden biri panikle bağırdı: “Komutan, hedef zırhlı gibi hareket ediyor!”
Aras dişlerini sıkarak hızla plan yaptı. Varlık
insana benzemiyordu, ama zeki olduğu kesindi. Gelen saldırılara bilinçli bir
şekilde tepki veriyor, hataya yer bırakmıyordu.
Tam o anda, odanın yan tarafındaki duvardan garip
bir sinyal yayıldı.
Birliğin teknik uzmanı, panikle bağırdı: “Komutan, burada başka bir enerji kaynağı var!
Kontrol merkezi olabilir!”
Aras tereddütsüz emir verdi: “Saldırı birimi hedefi oyalasın, teknik ekip kontrol
merkezine ilerlesin!”
O an, varlık doğrudan Aras’a döndü.
Gözleri…
Aras’ın daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu.
Ve şimdi, geçmişin gölgeleri tamamen uyandı.
📖 Hikayeye Devam Et
Dağlarda Yalnız Bir Asker Karanlığın Eşiği Bölüm 7. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder