Edirne Sarayı’nda büyük divan toplanmıştı. Gözler, yalnızca şehzadeye değil, yeni gelen haberlere de dikilmişti.
Şehzade Murad, tahtın önünde durarak konseydeki isimlere göz gezdirdi. Bu sefer, Osmanlı’nın sınırlarını genişletmek için değil, geleceğini korumak için yapılacaktı.
Tam o sırada, divan kapısı ağır ağır açıldı. Arslan içeri girdi.
Edirne Sarayı’nın büyük divan salonunda sessizlik hâkimdi. Herkes, şehzadenin ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu.
Arslan, ağır adımlarla salona girerken gözlerini çevresine gezdirdi. Buradaki yüzler, yalnızca dostları değil, düşmanlarını da barındırıyordu.
Şehzade Murad, tahtın önünde ayakta durarak ona göz gezdirdi. “Serdar Arslan. Geldiğin iyi oldu.”
Sadık Paşa hafifçe öne eğildi. “Bu sefer yalnızca düşmanlarımızla değil, içimizdeki hainlerle de savaşacağız.”
Arslan kaşlarını çattı. Bu seferin hedefi gerçekten belli miydi? Yoksa oyunun içinde bir oyun mu vardı?
Tam o anda, divanın köşesinde duran biri sessizce konuştu. Rüstem Ağa.
“Şehzade, Arslan’ın sadakati sınanmalı. Ona bu görevi verirken dikkatli olmalısınız.”
Salondaki hava giderek geriliyordu. Bu hesaplaşma artık kaçınılmazdı.
Edirne Sarayı’nın taş salonunda sessizlik hüküm sürüyordu.
Arslan, divanın içinde ilerlerken etrafını süzdü. Burada kendisine bakan yüzlerin çoğu, yalnızca Osmanlı’nın hizmetinde değildi—bazıları kendi çıkarlarının peşindeydi.
Şehzade Murad, tahtının önünde durarak ona döndü. “Serdar Arslan, sadakat yalnızca sözle mi gösterilir, yoksa eylemle mi?”
Arslan gözlerini şehzadeye dikti. “Sadakat, kılıç kadar keskin bir şeydir, Şehzade. Doğru ellerde adalet getirir, yanlış ellerde ihanet doğurur.”
Salonun köşesinde sessizce oturan Rüstem Ağa hafifçe gülümsedi. “Sadakat sınandığında ortaya çıkar, Serdar. Siz sınanmaya hazır mısınız?”
Tam o anda, bir yeniçeri içeri girerek bir mektup sundu. Bu mesaj, yalnızca Osmanlı için değil, Arslan’ın kaderi için de kritik bir dönüm noktasıydı.
Edirne Sarayı’nın büyük divan salonunda gerilim giderek tırmanıyordu.
Arslan, şehzadenin önünde dururken gözlerini taş zemine dikti. Sadakat sınanıyordu ve bu sınavdan her zaman herkes sağ çıkmazdı.
Şehzade Murad tahtının önünde ellerini arkasında birleştirdi, gözleri sertti. “Serdar Arslan, Osmanlı’nın topraklarını genişletmek için çıktığımız bu sefere sadık kalacak mısın?”
Arslan, derin bir nefes alarak başını kaldırdı. “Benim sadakatim sorgulanmaz, Şehzade. Ancak sadakatin yalnızca sözle değil, eylemle gösterildiğini bilirsiniz.”
Divan salonunun köşesinde sessizce duran Rüstem Ağa, gülümsemesini gizleyerek öne eğildi. “Sadakat, bazen en keskin hançerden bile tehlikelidir, Serdar.”
Tam o anda, sarayın kapıları ağır ağır açıldı. İçeri giren yeniçeri, elinde mühürlü bir mesaj taşıyordu.
Salondaki hava daha da ağırlaştı. Bu mesaj, yalnızca Osmanlı’nın geleceğini değil, Arslan’ın kaderini de değiştirebilirdi.
Divan salonunda sessizlik hâkimdi. Ancak bu sessizlik, yaklaşan fırtınanın habercisiydi.
Arslan, yeniçerinin sunduğu mühürlü mesajı eline aldı. Kağıdın üzerindeki mühür, yalnızca bir emir değil, kaderin işaretiydi.
Şehzade Murad, tahtının önünde durarak ona baktı. “Oku, Serdar. Öğrenme zamanı geldi.”
Arslan derin bir nefes aldı. Kağıdın mühürlü kısmını açarak gözlerini satırlara dikti. İlk cümle, tüm salonun kaderini değiştirecekti.
Salonun köşesindeki Rüstem Ağa, gözlerini Arslan’a dikerek hafifçe gülümsedi. “Bazı emirler, yalnızca verilen kişiye değil, tüm devlete hükmeder.”
Tam o anda, Zeynep, divanın kapısından içeri adım attı. Onun gelişi, Arslan’ın yalnız olmadığını gösteriyordu.
Edirne Sarayı’nın büyük divan salonunda herkes nefesini tutmuştu.
Arslan mühürlü mesajı açtığında, gözleri kâğıdın üzerindeki kelimeleri hızla taradı. Emir netti—ama bunun ardında gizlenen anlam daha da derindi.
Şehzade Murad tahtının önünde sessizce beklerken, salondaki gerilim giderek arttı. “Serdar Arslan, emri yüksek sesle oku.”
Arslan derin bir nefes aldı. Bu emir, yalnızca bir savaş stratejisi değil, sadakatin en büyük sınavıydı.
Tam o anda, Zeynep, kapının eşiğinde belirdi. Onun bakışları Arslan’a kilitlenmişti—bu hesaplaşmada yalnız olmadığını hatırlatıyordu.
Arslan, sesi titremeden konuşmaya başladı. “Şehzade Murad’ın emriyle… seferin yönü değişiyor. Ancak bu yalnızca düşmanı alt etmek için değil, içimizdeki hainleri açığa çıkarmak için de yapılacak.”
Salonda sessizlik yayıldı. Bu emir, yalnızca bir savaş değil, bir temizliğin habercisiydi.
Rüstem Ağa hafifçe öne eğildi, gülümsemesi gizli bir tehdit taşıyordu. “Sadakat test edildiğinde kimlerin düştüğünü görmek ilginç olacak, Serdar.”
Şehzade Murad hafifçe başını salladı. “Bu sefer, Osmanlı için olduğu kadar senin için de bir sınav olacak, Arslan. Kimin dost, kimin düşman olduğunu göreceğiz.”
Divan salonunun taş duvarları, gerilimin ağırlığını taşıyordu.
Arslan, elindeki parşömene bir kez daha göz gezdirdi. Bu emir, yalnızca bir savaş çağrısı değil, bir hesaplaşma davetiyesiydi.
Şehzade Murad, tahtının önünde ayakta durarak gözlerini ona dikti. “Serdar Arslan, sadakatin sınanacak. Bu görev senin yalnızca bir asker değil, bir lider olduğunu kanıtlayacak.”
Sadık Paşa hafifçe öne çıkarak konuştu. “Bu sefer, yalnızca düşmanla değil, kendi içimizdeki hainlerle de savaşacağız.”
Arslan başını kaldırdı, gözlerini salondaki kalabalığa dikti. Bu sefer, kılıçların olduğu kadar, sözlerin de hançer kadar keskin olduğu bir savaş olacaktı.
Tam o anda, Rüstem Ağa, derin bir nefes alarak oturduğu yerden konuştu. “Bazı sadakatler, sadece savaş meydanında değil, karanlık koridorlarda da sınanır, Serdar.”
Arslan kaşlarını çattı. Bu oyun büyüyordu. Ve içinde kalmak, yalnızca savaşmak değil, yaşamak için de mücadele etmek demekti.
Edirne Sarayı’ndaki divan salonunda gerilim gittikçe yoğunlaşıyordu.
Arslan, gözlerini salondaki kalabalığa gezdirirken, kendisine dikilen bakışların çoğunda şüpheyi görebiliyordu. Sadık Paşa’nın yanında duruşu sertti, ancak verdiği emirler kadar keskin olup olmadığını henüz bilmiyordu.
Şehzade Murad, tahtın önünde ellerini arkasında birleştirerek derin bir nefes aldı. “Bu sefer sadece Osmanlı topraklarını korumak için değil, içimizdeki hainleri açığa çıkarmak için de yola çıkıyoruz.”
Sadık Paşa gözlerini Arslan’a dikerek ekledi. “Serdar Arslan, sen bu göreve layık mısın?”
Arslan kaşlarını çattı. Bu sorunun altında yatan anlamı biliyordu. Sadakati sınanıyordu.
Tam o anda, kapının eşiğinde bekleyen Zeynep öne çıktı. Bakışlarında yalnızca endişe değil, bir meydan okuma da vardı.
Rüstem Ağa hafifçe gülümseyerek konuştu. “Sadakat, savaş meydanında değil, en çok burada sınanır. Bakalım Arslan, bu hançerin gölgesinden nasıl çıkacak?”
Divan salonunda gerilim giderek artıyordu.
Arslan, Sadık Paşa’nın sert bakışları altında dururken, elindeki mühürlü mesajın ağırlığını hissediyordu. Bu, yalnızca bir emir değil, aynı zamanda bir sınavdı.
Şehzade Murad tahtının önünde hafifçe öne eğildi. “Serdar, bu görevi üstleneceksen sadakatini kanıtlamalısın. Osmanlı’nın geleceği senin eylemlerine bağlı olacak.”
Tam o anda, kapının eşiğinde bekleyen Zeynep, ileri çıkarak konuştu. “Bu sadakat neyi gerektiriyor, Şehzade? Gerçek bir savaş mı, yoksa yalnızca söz oyunları mı?”
Rüstem Ağa hafifçe gülümsedi, salondaki gerilimi artıran bir sessizlikle konuştu. “Bazı sadakatler, yalnızca savaş meydanında değil, burada—saray duvarları arasında sınanır.”
Arslan kaşlarını çattı. Bu hesaplaşma büyüyordu.
Şehzade Murad hafifçe başını sallayarak emirlerini açıkladı. “Serdar Arslan, bu sefer yalnızca düşmanı alt etmek için değil, içimizdeki ihaneti açığa çıkarmak için düzenlenecek.”
Salondaki hava daha da ağırlaştı. Sadakat, hançer kadar keskin olabilirdi.
Divan salonunda sessizlik hâkimdi. Sadakat ve ihanet arasındaki çizgi giderek bulanıklaşıyordu.
Arslan, aldığı emirle birlikte gözlerini salondaki yüzlere dikti. Bu görev, yalnızca Osmanlı için değil, kendi geleceği için de kritik bir karardı.
Şehzade Murad, tahtının önünde hafifçe öne eğildi. “Serdar Arslan, bu sefer yalnızca savaşla değil, ihanetin gölgesiyle de mücadele edeceksin.”
Sadık Paşa sert bir ifadeyle konuştu. “İçimizde hainler var, Arslan. Onları ortaya çıkaracak kişi sen olacaksın.”
Zeynep, kapının eşiğinde durarak gözlerini ona dikti. “Bu görev seni hangi yola sokacak?”
Arslan, derin bir nefes aldı. Bu yalnızca bir savaş değil, sadakatin en keskin sınavıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder