Cemile işlerini bitirdikten sonra mutfak iskemlesini balkona çıkarır,
orada bir süre ağlar ve komşu apartmanların arkalarındaki balkonları,
dar pencerelerini seyrederek avunmaya çalışırdı.
Okula gittiği sırada arkadaş olduğu bitişik apartmandaki Sevim, orada ders çalışır,
balkonun korkuluğundan uzanarak:
— O r a d a mısın Cemile? Ne yapıyorsun?
— Ne yaparım ben, derdi Cemile. Ağlıyorum işte.
— Kız neden çekiyorsun bu kadının kahrını? Başı
nın çaresine bak.
— Ne yapabilirim? derdi Cemile.
— Ne yapacaksın, git bir yerde çalış.
— Burası benim anamın evi, babamın evi.
Sonra neyim ben? Sokaklarda mı dileneyim?
Sevim artık, o r t a okulun sonuna gelmişti.
Doktor
kızıydı. Babası, Cemile'nin babasının hastalığı sırasında çok gelip gitmişti onlara.
Albay Nazım Bey hasta yatağında ona da dert yanardı:
— Komşu, öldüğüme yanmam, ama bu kız ne olacak?
Aşçı diye aldığım bu karı kızıma
etmediğini koymaz.
Hakikaten aşçı Hafize, albaya bakmak şartıyla evlenmiş,
onun ölümünden sonra bütün varlığına ilk
onun ölümünden sonra bütün varlığına ilk
eşinden olan Cemile'nin annesinin eşyasına konduğu
gibi,
Cemile de onun gözlerine diken olmuştu.
Sevim biraz sonra seslendi:
— Cemile, nerede o kadın, yatıyor mu?
—- Ne yatması, dedi Cemile. Odanın kapısını kilitledi, çıkıp gitti.
Komşu komşu dolaşıyor.
— Sen beni dinle, bu sana babandan, annenden kaldı,
ama kimse senin halini anlamaz. Babamın bir arkadaşı var.
Yaşlıca bir hekim. O n u n muayenehanesinde çalışsana.
ama kimse senin halini anlamaz. Babamın bir arkadaşı var.
Yaşlıca bir hekim. O n u n muayenehanesinde çalışsana.
Cemile sordu:
— Beni kabul eder mi?
— Sen her işi başarırsın, dedi Sevim.
— Kadın bana rahat verir mi?
— Sen kendini bu daireden dışarıya at, artık bulabilirse bulsun.
Cemile düşünürken Sevim anlattı:
— Babam biliyor senin halini. Doktor Kerim Bey
de muayenehanesine bir yardımcı arıyormuş. Kaçır
ma bu fırsatı. Hatta babam söylemiş bile: " G e l s i n
göreyim." demiş hoca.
— Hoca kim? diye sordu Cemile.
— Doktor Kerim Bey, dedi. Benim babamın hoca
sıdır, öğleden sonra çalışıyor. Daire küçük. Temizler
havalandırırsın, hastalara randevu verirsin. Orada yatar, kalkarsın.
havalandırırsın, hastalara randevu verirsin. Orada yatar, kalkarsın.
— İyi ama biliyorsun ki bu kadın benim ayakkabı
larımı bile odasına alıp kapıyı kilitliyor. Bir yere çıkmasın diye.
— Sen orasını düşünme. Jimnastik ayakkabılarımı veririm sana.
— Kapıyı da üstüme kilitliyor kadın.
— Sen gidecek ol. Balkondan bizim tarafa geçer,
bizim kapıdan çıkar, gidersin. Artık arasın da bulsun
seni. Dinle beni. Doktorun muayenehanesi Lamartin
Caddesi'nde. Saat ikiden sonra oraya gidersin. Babam
söylemiş zaten.
— Söylemiş mi?
— Söylemiş hocaya. Ona güvenmese bu işe girişmezdi.
Babamın tarafından geldiğini söylersin.
Babamın tarafından geldiğini söylersin.
— Yapabilir miyim?
— Neden yapamayacaksın çileli kız.
Cemile'nin evden kaçışı işte bu nedenle olmuştu.
Komşu dairenin balkonuna geçmiş, nüfus kâğıdını,
ilk okul diplomasını alarak hocanın muayenehanesine
girmiş ve yaşlı gözlerle onun karşısına çıkmıştı.
girmiş ve yaşlı gözlerle onun karşısına çıkmıştı.
Abdülkerim Bey, ona sadece "Kerim B e y " diyorlardı.
Saçı sakalı ağarmış, kırmızı yüzlü, gözlüklü bir hekimdi.
Saçı sakalı ağarmış, kırmızı yüzlü, gözlüklü bir hekimdi.
Cemile'yi hastalarından birinin kızı sanmıştı. Komşu doktorun kartını aldı ve:
— H a , dedi. Sen misin? İyi, ama sen çocuksun kızım.
Karşısında bir yere oturmuş telefona sarılmıştı:
— Yahu doktor, demişti. Bana hademe lâzım. Sen
bana bir çocuk göndermişsin.
Cemile gözlerinden yaşlar, akarak nüfus kâğıdını hocanın
masasının üzerine koymuştu. Kerim Bey:
masasının üzerine koymuştu. Kerim Bey:
— Benim başımı derde sokacaksınız, diyordu. Ya
parmış, ne yapacak. Bir de bunun başına bekçi mi koyacağım?
Saat bir buçuğa gelmişti. Bekleme odası hastalarla
dolmuştu. Bu odaya sigara dumanından girilmiyor
du. Hastalar Kerim Bey'in dolaştırdığı bu kızın nenin nesi
olduğunu birbirlerine soruyorlardı.
olduğunu birbirlerine soruyorlardı.
Muayene odası, yanında mutfak gibi kullanılan küçük oda,
onun yanındaki tuvaleti gezdirdikten sonra
onun yanındaki tuvaleti gezdirdikten sonra
doktor:
— Deneyelim bakalım, dedi. Başarır mısın? Ne başaracaksın acaba?
Burası okul değil, deneyelim bakalım.
Burası okul değil, deneyelim bakalım.
Sonra saat sekize kadar hastalar münakaşa ederek
birbirlerine sataşarak doktorun yanına girmişlerdi.
Cemile küçük odaya kapanmıştı. Açtı, yerler, muşambalar toz toprak ve sigara
izmariti içindeydi. Hatta
izmariti içindeydi. Hatta
yerlere tükürenler olmuştu.
Kerim Bey, ona bir miktar para verdi:
— Kapının anahtarını kaybetme, kapıyı da kimseye açma, dedi.
Git, kendine yiyecek bir şeyler al.
Yarın ben gelinceye kadar, her tarafı elinden geldiği kadar temizle.
Git, kendine yiyecek bir şeyler al.
Yarın ben gelinceye kadar, her tarafı elinden geldiği kadar temizle.
Benim odamdaki kâğıtları karıştırma.
Aletlere, ecza şişelerine elini sürme. Telefon durmadan çalar,
kimin aradığını randevu defterine yazarsın.
Saat ikiden önce kimseyi alma içeri. Gelenlere dikkat et.
kimin aradığını randevu defterine yazarsın.
Saat ikiden önce kimseyi alma içeri. Gelenlere dikkat et.
Cemile kısa zamanda çok çile çekmişti. Ana ve babasından
kalan apartman dairesinde ona "çileli kız",
kalan apartman dairesinde ona "çileli kız",
derlerdi. Aşçı diye eve aldıkları Hafize Kadın ona yüklendikçe yüklenmişti.
En tatlı lâfı:
— Bana bak, demek olurdu. Ben senin anan değilim, alırım ayağımın altına.
Benimle şaka olmaz.
Benimle şaka olmaz.
Yediği, giydiği, her şeyi göze batardı Cemile'nin.
Canına yetmeseydi böyle evinden ayrılmazdı.
tik işi kızın yüzüne, sonra kendi odasına bakmak
oldu. Yerdeki muşambalar silinmiş, muayene göm
leği yıkanarak askıya asılmıştı. Muayene masasının
örtüsü de temizdi. Günlerce temizlik yüzü görmeyen
yazıhanenin üzeri tertemizdi. Küçük oda ve bekleme
odası iyice temizlenmiş ve havalandırılmıştı. Sigara
tablaları dökülmüş, yıkanmış ve kurulanmıştı. Kapı
nın ö n ü n d e de temizlenmiş bir paspas vardı.
— Aferin kız, dedi Kerim Bey. İyice havalandır
mışsın muayenehaneyi. Şimdi neredeyse gelirler. Ben
d a h a bir şey yemedim.
Yiyeceklerinden Cemile'ye de ısmarladı ve garso
na:
— Bana bak, dedi. Küçük hanım burada çalışacak.
Telefonla ne ısmarlarsa bekletmeden getir.
Cemile sanki uzun bir süreden beri orada kalıyor
muş gibi işe başlamıştı. Telefonları, hastalan, kapı
ya gelenleri kaydediyor, randevu defterine adlarını ya
zıyor ve sonra onları sırası gelince içerideki hastayı
çıkarıp yenisini hekimin yanına sokuyordu.
Gündüzün ikisinden akşamın sekizine kadar sürü
yordu bu işler. Kerim Bey'in gedikli hastaları kızın
adını öğrenmişlerdi. Ona Cemile Hanım, yahut hem
şire diye sesleniyorlardı.
Her çeşitten insan geliyordu muayenehaneye. Sigara
içiyorlardı. Yere tükürmeye kalkanlar oluyordu. Ce
mile:
— Burası sağlık yeri, diyordu. Yerlere tükürmeyiniz. Gerekirse tuvalete
gidiniz.
Sigaralarını yere atıp çiğneyenlere de darılıyordu:
— Yanınızda küllük var, muşambalar yanık dolu.
Arada bir pencereyi açarak içerisini havalandırıyor
du. Çocuklu kadınlar da geliyordu. Cemile bekleye
bekleye uyuyan çocukları kendi yattığı yere götürü
yor, yatağının üzerine yatırıyordu.
Ağır hastalar da geliyordu. Cemile böylelerini da
ha önce hekimin yanına sokmak için, sırası gelen has
talardan rica ediyordu.
İki gün sonra Kerim Bey çantasına, Cemile'ye göre bir hemşire önlüğü ve hemşire başlığı koyup getirmişti.
Buna siyah topuksuz ayakkabılar ilâve edildi. Bir
hafta bile kızın yanaklarının kızarmasına yetti. Susuz kalmış da bol suya kavuşmuş bir çiçeğe benzemişti
Cemile.
Kendisinde bir canlılık, bir güç duyuyordu. Daha
yürekli konuşuyordu.
Yaşının küçüklüğüne rağmen aklı başında bir kızdı.
Saat iki olmadan gelen ve sabırsızlanan hastaların itirazlarına karşı:
Saat iki olmadan gelen ve sabırsızlanan hastaların itirazlarına karşı:
— Haklısınız a m a , hoca da bu saatlere kadar hastahanedeydi, diyordu.
Yaşlı a d a m , o da dinlenecek,
o da yaşayacak.
— Ben avuç dolusu p a r a veriyorum.
Diyenler oluyordu. Cemile:
— Bu para işi değil, diyordu. Haklısınız ama insanlar işlerini iyi yapabilmek için güçlü olmak zorundalar.
Bazen Kerim Hoca, kızın neler söylediğini duyuyor ve başını iki tarafa sallıyordu.
Cemile'nin yüzünde birkaç çil vardı. Bu çiller onu
sevimli yapmışlardı. Rahmetli babası ona "Çili K ı z "
derdi. Adamcağızın ölümünden sonra bu isim "Çileli K ı z " olmuştu.
A m a hastalar onunla bozuşmak istemiyorlardı.
Sıra kavgası hemen her gün oluyordu. Bazen Kerim Bey, muayene odasından çıkar ve müdahale ederdi.
— Sıranızı bekleyiniz efendim.
Hastaların içinde su isteyen, hatta hap isteyen ve
aspirin gibi hap arayanlar oluyordu. Bunlar Cemile'nin beyaz önlüğünün
cebine bir şeyler bırakırlardı. Cemile bu bahşişleri muayene saati bittikten sonra Kerim Bey'in masasının üzerine koymuştu.
Hoca:
— Bana bak kız, dedi. Bunlar senin hakkın. İstemiyorsun, ama veriyorlar. At cebine. Bu kadar dürüstlüğe gerek yok.
Doktor, yaşlı ve elleri titreyen bir adamdı. Bazen
oturduğu yerde uyurdu.
ORTAOKUL
Hastaların verdikleri bahşişler bile yetti Cemile'ye.
Kerim Hoca ona iki yüz bin lira aylık veriyordu. Hemen hemen ilk baharda muayenehaneye kapılanmış olan Cemile, eylül ayında bayağı paralı bir kız olmuş,
üstünü başını yoluna koymuştu.
Böyle bir sırada, Kerim H o c a ' y a rica etmişti:
— Efendim, müsaade ederseniz ben ortaokul imtihanına gireyim.
Hoca şaşmıştı:
— İyi ama sen okula gitmiyorsun ki.
— Efendim, ne zamandır ortaokul imtihanlarına
hazırlanıyorum. Ben ilkokulu bitireli dördüncü yıla
giriyor. İmtihana girmek benim hakkım.
— Peki bu işler ne olacak?
— İşlerle ilgisi yok efendim. Sabahtan öğleye kadar, sonra gene sabaha kadar benim vaktim var.
— İyi, hoş a m a orta okul imtihanına girmek de ne
olacak?
— Hiç olmazsa okumuş, elime bir diploma almış
olurum.
— Ne istersen yap kızım, sana engel o l a m a m .
Cemile bu imtihanı verebilmek için Milli Eğitim
Müdürlüğüne, orta okula birkaç kez gidip gelmiş, bir
hayli terledikten sonra orta okul diplomasını Kerim
Hoca'ya göstermişti:
— Sayenizde başardım efendim.
Kerim H o c a yaşlı bir insandı ve kızın bu halinden
çok memnun kalmış, onun aylığını iki yüz elli bin liraya çıkarmıştı.
A n a yok, baba yok, akraba yoktu. Cemile kendisinden başka güvenecek kimseyi bulamıyordu. Hatta Kerim H o c a , hayli yaşlı ve gücünü kaybetmiş bir
hekimdi. Bunu kendisi de biliyor ve:
-— Kız diyordu, bu işe girdin, bari bir şeyler öğrende benden sonra bir hastaneye filân kapılanırsın.
Cemile'ye nabız saymasını, tansiyon ölçmesini, iğne yapmasını öğretmeye başlamıştı.
Hasta muayeneye girdiği zaman, Cemile onun nabzını sayıyor, tansiyonunu ölçüyor, ateşine bakıyordu.
Bunları yazıp hekime vererek çekiliyordu. Bazı hastalar güceniyorlardı:
— Doktor Beyefendi, bir de siz baksanız.
Kerim Bey:
— Benim kulaklarım Cemile'ninki kadar iyi değil,
diyordu.
Cemile, hekim enjeksiyon vermişse bunu da yapıyordu. Gayet dikkatli ve temiz, sonra eline çabuk bir
kızdı.
Verem aşılarını, çocuk felci aşılarını da yapıyordu.
Getirilen çocuklar bu aşının yapıldığını duymazlardı bile.
Muayenehane Cemile'nin evi gibi olmuştu. Silip süpürüyor,
Kerim Bey'in muayene gömleklerini yıkıyor,
Kerim Bey'in muayene gömleklerini yıkıyor,
yerlerden topladığı vizite paralarından dökülenleri masanın üzerine koyuyordu.
Haftada beş gün muayene vardı, öğleden sonra
muayenehane dolup taşıyordu. Kerim Bey'in buna dayanacak gücü yoktu. Kazanıyordu, çok para kazanıyordu
ama ömrü de tükeniyordu.
Cemile, biriktirdiği aylıklarını dikkatle sayıyor ve
bunun üzerine bahşişlerini de koyuyordu.
O kışın ilk aylarında, Sevim'in babası Cemile'yi telefonla aradı ve kendisine haber verdi:
— Kızım, Hafize Hanım yanına bir evlâtlık almış.
Bunu kendisine evlât edinmiş. Sonra da evi satılığa
çıkarmış. Bak haberin olsun kızım, bu kadın bir yolunu bulur, tapu dairesini ve alıcıyı aldatıp daireyi satar. Bu iş için nüfus memurluğuna git, işi anlat. Satış
için muhakkak oraya gidecektir.
KİTABI PDF OLARAK SATIN ALMAK İSTİYORSANIZ BİZİMLE
gzmm_2016@hotmail.com DAN İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ
KİTABI PDF OLARAK SATIN ALMAK İSTİYORSANIZ BİZİMLE
gzmm_2016@hotmail.com DAN İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder