Melikşah'ın vefatıyla Kayseri Sarayı bir anda kaosun pençesine düşmüştü. Tahtın boşalmasıyla birlikte, Selçuklu'nun dört bir yanındaki beylikler, her biri kendi adayını öne sürerek birer kurda dönüşmüştü. Nizamülmülk'ün ölümüyle kaybolan denge, şimdi yerini tam bir belirsizliğe bırakmıştı.
Emir
Bahadır ve yandaşları, Melikşah'ın son sözlerini kendi çıkarlarına göre
yorumlamaya çalışıyor, tahtı kendi kontrolleri altında bir kuklaya teslim etme
peşindeydiler. Ancak halkın ve ordunun büyük bir kısmı, gözlerini tek bir isme
çevirmişti: Kılıç Arslan.
Kılıç Arslan, Melikşah'ın cansız bedeninin
başında dururken, yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Melikşah'a verdiği yemin,
zihninde yankılanıyordu: "Rükneddin, benim oğlumdur.
Ama Selçuklu Devleti, ondan da, benden de
büyüktür. Rükneddin, sadece sizin seçtiğiniz veliahtın sadık bir hizmetkarı
olacaktır." Şimdi bu yemin, Kılıç Arslan'ın omuzlarına ağır bir yük
bindiriyordu. Halk onu istiyor, ordusu onun ardında duruyordu. Ama yeminine ne
olacaktı?
Sarayın sessiz ama gergin atmosferinde,
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın en büyük destekçisiydi. Kılıç Arslan'ın konağında,
Rükneddin huzursuzca uyurken, Aslıhan kocasının yanına oturdu.
"Kılıç Arslan," dedi, sesi yumuşaktı
ama kararlıydı, "Melikşah, Nizamülmülk'ün yokluğunda yanlış kararlar aldı.
Saraydaki fesat, devleti neredeyse yıkımın eşiğine getirdi. Senin yeminini
anlıyorum ama bu yemin, seni ve devleti kaosa sürükleyecekse, ne anlamı
kalır?"
Kılıç Arslan başını kaldırdı. "Bir emir,
sözünü çiğnerse ne olur Aslıhan? Benim itibarım, halkın bana olan
güveni..."
"Halk sana güveniyor çünkü sen bu devleti
kurtardın," diye araya girdi Aslıhan. "Onlar seni istiyor. Onlar, bu
yemininden daha büyük bir gerçeğe inanıyor: Senin liderliğine. Rükneddin de
senin evladın, Selçuklu'nun varisi. Eğer sen onu savunmazsan, kim
savunacak?"
Aslıhan'ın sözleri, Kılıç Arslan'ın kalbine
dokundu. Oğlu Rükneddin'in masum yüzü gözlerinin önüne geldi. Babasıyla gurur
duyan, Selçuklu'nun geleceği için yetişen bir prens.
Kılıç
Arslan, yıllardır verdiği mücadelelerin, çektiği çilelerin, yaptığı
fedakarlıkların bu an için olduğunu hissetti. Anadolu, onun liderliğine
muhtaçtı. Yemini, kişisel bir fedakarlık olsa da, devletin ve halkın bekası her
şeyden önemliydi.
Melikşah'ın ölümünün üzerinden iki gün
geçmişti. Sarayda kargaşa giderek artıyordu. Emir Bahadır ve yandaşları, durumu
kendi lehlerine çevirmek için hızla harekete geçtiler. Melikşah'ın uzaktan bir
akrabasını tahta çıkarmaya çalıştılar.
Ancak Kayseri halkı ve ordu, bu duruma sessiz
kalmadı. Kayseri sokakları, "Kılıç Arslan! Sultan Kılıç Arslan!"
nidalarıyla yankılanmaya başladı. Askerler, sarayın kapılarında toplandı ve
Kılıç Arslan'ın tahta çıkmasını talep etti.
Kılıç Arslan, bu çağrı karşısında daha fazla
sessiz kalamazdı. Nizamülmülk'ün mezarını, ardından Melikşah'ın yeni mezarını
ziyaret etti. Orada, sessizce, kalbindeki tüm ikilemleri çözdü. Devlet, her
şeyden önce gelirdi. Birlik ve düzen sağlanmalıydı.
Sarayın büyük divan salonunda, beyler
toplanmıştı. Emir Bahadır, Melikşah'ın vasiyetini okumaya hazırlanırken,
salonun kapıları açıldı. Kılıç Arslan, Aslıhan ve Nizamülmülk'ün eski
danışmanlarından oluşan bir grupla birlikte içeri girdi. Kılıç Arslan'ın yüzü
kararlıydı, gözlerinde yılların yorgunluğu ama aynı zamanda yeni bir dönemin
başlangıcının ateşi vardı.
Emir Bahadır, Kılıç Arslan'ı görünce şaşkına
döndü. "Emir Kılıç Arslan," dedi, sesi titriyordu, "Sultanımızın
vasiyeti okunmak üzereyken bu ne cüret?"
Kılıç Arslan, salona yayılan sessizliği delerek
gür bir sesle konuştu: "Melikşah Sultan'ın vasiyeti, devleti kaosa
sürüklememeli! Onun son arzusunun, Selçuklu'nun birliği ve bekası olduğuna
inanıyorum!" Sözleri, salondaki beylere ve askerlere cesaret verdi.
Ardından devam etti: "Yıllardır bu devlete hizmet ettim, kanımı döktüm.
Anadolu'yu Haçlılardan, isyancılardan
kurtardım. Bugün, bu tahtın hakkı, halkın iradesi ve devletin geleceği için
benim ve oğlumun omuzlarındadır!"
Salon bir anda ayaklandı. Kılıç Arslan'ın
yandaşları ve halktan gelen sesler "Sultan Kılıç Arslan!" diye
haykırırken, Emir Bahadır ve yandaşları şaşkınlık içinde kaldı.
Kılıç Arslan, tereddüt etmeden, tahta doğru
ilerledi. Aslıhan, yanında gururla duruyordu. Rükneddin de, annesinin elini
sıkıca tutmuş, babasının bu anını anlamaya çalışıyordu.
Kayseri Ulu Camii'nde kılınan cuma namazının
ardından, Kılıç Arslan, Selçuklu Sultanı ilan edildi. Kılıç Arslan'ın tahta
çıkışı, halk arasında büyük bir coşkuyla karşılandı. Anadolu, uzun süren
belirsizlik ve iç çekişmelerin ardından, güçlü bir liderin elinde yeniden umut
bulmuştu.
Emir Bahadır ve onun yandaşları, kısa sürede
yakalandı ve yargılandı. Kılıç Arslan, onların devlete verdikleri zararları göz
önünde bulundurarak adil ama kararlı cezalar verdi.
Kılıç Arslan'ın ilk işi, devleti yeniden
yapılandırmak oldu. Nizamülmülk'ün bıraktığı mirasın takipçisi olarak, adalet
sistemini güçlendirdi, eğitimi teşvik etti ve ekonomiyi canlandırmak için yeni
projeler başlattı. Kervansaraylar, medreseler, köprüler inşa edildi. Ticaret
yolları güvenli hale getirildi. Selçuklu, Kılıç Arslan'ın liderliğinde, yeni
bir altın çağa doğru ilerlemeye başlamıştı.
Aslıhan, Sultan'ın eşi olarak, sadece sarayda
değil, halk arasında da büyük bir saygı görüyordu. Darüşşifalardaki çalışmaları
devam ediyor, ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatıyordu. Onun adaletli ve
merhametli kişiliği, Kılıç Arslan'ın sert savaşçı imajını tamamlıyordu.
Rükneddin ise, babasının izinde büyüyordu.
Kılıç Arslan, oğluna devlet yönetimi ve savaş sanatları konusunda bizzat eğitim
veriyordu. Rükneddin, babasının bilge sözlerini dinliyor, onun adaletli yönetim
anlayışını benimsiyordu. Kılıç Arslan, geçmişte verdiği yeminine rağmen,
kaderin ve halkın iradesinin onu bu noktaya getirdiğini biliyordu. Rükneddin'i,
Selçuklu'nun geleceği için en iyi şekilde hazırlamak onun en büyük amacıydı.
Kılıç Arslan'ın tahta çıkması, dış düşmanlar
için de önemli bir mesajdı. Anadolu'nun güçlü bir lideri vardı ve o, devleti
parçalamak isteyenlere karşı kararlı bir şekilde duruyordu. Yeni bir Haçlı
Seferi, Selçuklu'nun iç karışıklıklarından faydalanamayacak, Kılıç Arslan'ın
sağlam yönetimi karşısında çaresiz kalacaktı.
Ancak "Efsane ve Yıkım" destanı henüz
sona ermemişti. Kılıç Arslan, tahtın getirdiği yeni sorumluluklarla, iç ve dış
düşmanlarla mücadelesine devam edecekti. Yeminini bozmanın getirdiği vicdani
yük ve oğlunun geleceğine dair belirsizlikler, onun hayatının son yıllarında da
onu yalnız bırakmayacaktı.
Selçuklu'nun altın çağı, aynı zamanda büyük
fedakarlıkların ve zorlu sınavların da yaşandığı bir dönem olacaktı. Kılıç
Arslan'ın hükümdarlığı, Anadolu'nun tarihine altın harflerle yazılırken,
kişisel hikayesi de efsanelerdeki yerini alacaktı.
Sultan Kılıç Arslan, hükümdarlığının ilk
yıllarını ülkeyi toparlamaya ve merkezi otoriteyi güçlendirmeye adadı.
Anadolu'nun dört bir yanındaki beyliklere elçiler gönderdi, onların sorunlarını
dinledi ve devletle olan bağlarını yeniden tesis etti.
Çoğu bey, Kılıç Arslan'ın gücü ve halk
arasındaki desteği karşısında boyun eğdi. Ancak bazıları, içten içe hala yeni
bir fırsat kolluyorlardı. Kılıç Arslan, bu potansiyel tehlikelerin farkındaydı
ve gözünü onlardan ayırmıyordu.
Diplomatik alanda da önemli adımlar attı.
Bizans İmparatorluğu ile ilişkileri yeniden canlandırdı. Önceki dönemlerde
yaşanan gerilimler, şimdi Kılıç Arslan'ın barışçıl ve adil yaklaşımıyla
yumuşatılıyordu. Ortak ticaret anlaşmaları yapıldı, sınırlardaki çatışmalar
sona erdirildi.
Hatta,
Avrupa'daki bazı krallıklarla dahi elçilik ilişkileri kurularak, Selçuklu'nun
gücü ve kültürel zenginliği tanıtıldı. Kılıç Arslan, kılıç kadar kalemine de
güvenen bir Sultan olduğunu gösteriyordu.
Kılıç Arslan'ın tahta çıkışının üzerinden beş
yıl geçmişti. Anadolu, daha önce hiç olmadığı kadar refah ve istikrar
içindeydi. Şehirler yeniden inşa ediliyor, bilim ve sanat gelişiyordu.
Kayseri, bilginlerin ve sanatkârların merkezi
haline gelmişti. Kılıç Arslan, bu dönemde, özellikle bilimsel çalışmalara ve
medreselere büyük destek verdi. Tıp, astronomi ve felsefe alanında önemli
eserler kaleme alındı.
Aslıhan, bu dönemde de aktif rol oynuyordu.
Özellikle kadınların eğitimine ve toplumsal hayattaki yerine büyük önem
veriyordu. Kayseri'de sadece kadınlara özel medreseler ve kütüphaneler açtı.
Kadınların ticaretle uğraşmaları ve meslek
sahibi olmaları için teşviklerde bulundu. Onun çabalarıyla, Selçuklu toplumunda
kadınların statüsü yükseldi. Aslıhan'ın adı, sadece bir Sultan eşi olarak
değil, aynı zamanda bir sosyal reformcu olarak da anılıyordu.
Rükneddin ise genç bir delikanlı olmuştu.
Babasının gölgesinde büyüse de, kendi kişiliğini ve yeteneklerini
geliştiriyordu. Kılıç Arslan, oğlunun eğitimini bizzat denetliyor, ona askeri
stratejileri, devlet yönetimi prensiplerini ve adaletin önemini öğretiyordu.
Rükneddin, babasının ona anlattığı Melikşah ile
olan yeminini biliyor, ancak kaderin ve halkın iradesinin babasını bu noktaya
getirdiğini de görüyordu. Tahtın kendisi için bir yük mü, yoksa bir sorumluluk
mu olacağını merak ediyordu. Kılıç Arslan, oğlunun gözlerindeki bu soruları
hissediyor ama geleceğin ne getireceğini sadece zamanın göstereceğini
biliyordu.
Selçuklu'nun bu yükseliş döneminde, ufukta yeni
bir tehlike beliriyordu. Doğu'dan, uzak steplerden gelen fısıltılar, Anadolu'ya
ulaşmaya başlamıştı: Moğollar. Henüz uzaktalar, ancak onların yakıp yıkan
atlılarının haberleri, ticaret yollarıyla geliyordu.
Kılıç Arslan, bu yeni ve bilinmeyen tehdidin
farkındaydı. Daha önce Haçlılarla, iç isyancılarla savaşmıştı ama Moğollar,
bambaşka bir düşmandı. Onların acımasızlığı, sayıları ve savaş taktikleri
hakkında korkunç hikayeler anlatılıyordu.
Kılıç Arslan, bu yeni tehdit karşısında
hazırlıklara başladı. Sınır kalelerini güçlendirdi, ordusunu yeniden düzenledi
ve Moğol istihbaratı toplamaya başladı. Bu, Selçuklu'nun kaderini etkileyecek
en büyük sınav olacaktı.
"Efsane ve Yıkım" destanı, şimdiye
kadarki en zorlu bölümüne girmeye hazırlanıyordu. Kılıç Arslan'ın kılıcı, bir
kez daha Anadolu'yu korumak için çekilecekti. Ama bu kez, düşman bambaşkaydı ve
bu savaşın bedeli, Selçuklu için çok daha ağır olabilirdi.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 14 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder