Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi,Osmanlı tarihi roman,tarihi aşk romanı,Osmanlı saray entrikaları,sultanın hikayesi,taht mücadelesi roman,ihanet ve savaş romanı,Osmanlı İmparatorluğu kitap,tarihi kurgu roman,entrika dolu romanlar,Osmanlı dizileri tadında roman,padişah dönemi hikayesi,tarih severler için kitap,destansı tarihi roman,Osmanlı aşk ve ihanet hikayesi
Anadolu, Kılıç Arslan'ın dehası ve Selçuklu'nun
azmi sayesinde yeniden ayağa kalkmış, yaralarını sarmaya başlamıştı. Köyler
yeniden kuruluyor, tarlalar bereketleniyor, Kayseri bir kez daha ilmin ve
sanatın merkezi haline geliyordu. Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın evlilikleri, bu
dirilişin sembolü olmuş, onların aşkı savaşın ve yıkımın ortasında bir efsane
gibi parlamıştı. Ancak gökyüzündeki bulutlar yeniden kararıyor, batıdan gelen
fısıltılar, daha büyük ve daha acımasız bir fırtınanın yaklaştığını haber veriyordu.
Üçüncü Haçlı Seferi, kapıdaydı.
Melikşah'ın genç yaşına rağmen sergilediği
olgun liderlik, Nizamülmülk'ün bilge rehberliği ve Kılıç Arslan'ın her geçen
gün artan itibarı, Selçuklu'yu bu yeni tehdide karşı daha güçlü kılıyordu.
Bizans ile yapılan kırılgan barış devam ediyor, ancak Haçlıların Anadolu'ya
yönelik bitmek bilmeyen emelleri, her an bir patlamaya dönüşebilirdi.
Kılıç Arslan, son zaferlerinin ardından
Kayseri'de geçirdiği birkaç ay, hem dinlenmek hem de ailesiyle vakit geçirmek
için bir fırsat olmuştu. Aslıhan ile olan bağları, savaşların getirdiği her
ayrılıkta daha da güçleniyordu. Bir öğleden sonra, Kayseri'nin yemyeşil
bahçelerinden birinde, Aslıhan, Kılıç Arslan'a müjdeli haberi verdi.
"Kılıç Arslan," dedi, gözleri
parlıyordu. "Bir bebek bekliyoruz."
Kılıç Arslan'ın yüzünde, savaşların ve
endişelerin yerini saf bir sevinç aldı. Aslıhan'ı kollarına aldı ve sıkıca
sarıldı. "Allah'a şükürler olsun, Aslıhan! Bu, bizim için yeni bir
başlangıç, yeni bir umut."
Bu haber, sarayda da büyük bir sevinçle
karşılandı. Melikşah ve Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ı tebrik etti. Selçuklu
hanedanı, geleceğe daha umutla bakıyordu. Ancak bu kişisel sevinç, çok geçmeden
yeni bir tehdidin gölgesinde kalacaktı.
Konstantinopolis'ten ve Anadolu'nun batı
sınırlarından gelen istihbarat raporları, yeni Haçlı ordularının büyüklüğü ve
hazırlığı hakkında korkutucu detaylar içeriyordu. Bu kez, başında Avrupa'nın en
güçlü monarklarından ikisi, Alman İmparatoru Frederick Barbarossa ve İngiltere
Kralı Aslan Yürekli Richard'ın bulunduğu ordular geliyordu. Fransız Kralı
Philip Augustus'un ordusu da yoldaydı. Amaçları, önceki seferlerden farklı
olarak, Anadolu'yu kalıcı olarak ele geçirmek, Selçuklu'yu tamamen ortadan
kaldırmaktı.
Nizamülmülk, divanda toplanan beylere durumu
anlattığında, salonu derin bir sessizlik kapladı. "Sultanım, bu kez karşı
karşıya olduğumuz düşman, önceki seferlerden çok daha organize ve güçlü.
Barbarossa'nın ordusu disiplinli ve tecrübeli. Richard ise savaş meydanında
eşsiz bir komutan."
Melikşah'ın yüzünde ciddi bir ifade vardı.
"Anadolu, bir kez daha büyük bir sınavdan geçecek. Ne yapmalıyız Kılıç
Arslan? Ordularımız henüz tamamen toparlanamadı."
Kılıç Arslan, ayağa kalktı. "Sultanım,
önceki seferlerde uyguladığımız stratejileri daha da geliştirmeliyiz. Haçlıları
Anadolu'nun içlerine çekmeli, yıpratmalı ve açlıkla susuzlukla terbiye
etmeliyiz. Ancak bu kez, düşmanın gücünü ve kararlılığını asla hafife
almamalıyız. Bu, tek bir zaferle bitecek bir savaş değil, uzun soluklu bir
mücadele olacak."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın sözlerini
onayladı. "Evet. Ayrıca, Bizans ile olan ittifakımızı daha da
güçlendirmeliyiz. Onların desteği, Haçlıların ilerlemesini yavaşlatacaktır.
Özellikle, Haçlıların tedarik hatlarını kesmek ve erzak bulmalarını engellemek
için Bizans'ın yardımı hayati öneme sahip."
Melikşah, kararlı bir şekilde konuştu.
"Pekala beyler. Kılıç Arslan, ordunun başında sen olacaksın. Tüm Anadolu,
senin liderliğinde bu yeni fırtınaya karşı direnecek. Nizamülmülk, sen de
sarayda diplomasi ve lojistik desteği sağlayacaksın. Bu savaş, Selçuklu'nun
varoluş mücadelesidir!"
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın hamileliğinin bu zorlu
döneme denk gelmesinden dolayı endişeliydi. Onu yalnız bırakmak istemiyordu ama
görevi onu çağırıyordu. Ayrılmadan önceki son akşam, Aslıhan ile konağında baş
başa kaldılar.
"Kılıç Arslan," dedi Aslıhan, elini
karnına koyarak. "Bu kez içimde bir can taşıyorum. Lütfen kendine çok
dikkat et. Bebeğimizin babasına ihtiyacı var."
Kılıç Arslan, Aslıhan'a sarıldı.
"Biliyorum, Aslıhan. Bu kez daha dikkatli olacağım. Ve senin duaların,
benim zırhım olacak. Melikşah ve Nizamülmülk, senin bu saraydaki desteğine
güveniyorlar. Sen burada olmasan, ben cephede gözüm arkada kalırdı."
Aslıhan başını salladı. Kılıç Arslan'ın sözleri
ona güç veriyordu. Bu savaşta herkesin bir rolü vardı ve o da kendi üzerine
düşeni yapacaktı.
Ertesi sabah, Kılıç Arslan, toplanan
ordularıyla birlikte Kayseri'den ayrıldı. Onun atının toynak sesleri, Haçlı
Seferleri'nin yeni dalgasının ayak seslerine karışıyordu. Anadolu, bir kez daha
kan ve kılıç sesleriyle yankılanacak, efsane ve yıkım, yeni bir sayfa açacaktı.
Alman İmparatoru Frederick Barbarossa'nın
ordusu, Bizans topraklarından Anadolu'ya girdiğinde, karşılaştıkları ilk şey,
Kılıç Arslan'ın ustaca planlanmış yıpratma taktikleri oldu. Bizans
İmparatoru'nun da desteğiyle, Haçlıların geçiş yolları kesiliyor, su kaynakları
zehirleniyor veya saklanıyor, erzak hatları sürekli baskına uğruyordu.
Haçlılar, her adımda Selçuklu'nun gölgesini enselerinde hissediyorlardı.
Barbarossa'nın ordusu, Anadolu'nun çorak
topraklarında ilerledikçe, açlık ve susuzlukla mücadele etmek zorunda kaldı.
Askerler arasında hastalıklar yayılıyor, moraller düşüyordu. Kılıç Arslan'ın
küçük ve çevik birlikleri, düşmanı bir an bile rahat bırakmıyordu. Gece
baskınları, ani saldırılar, Haçlıları sürekli tetikte tutuyordu.
Ancak Barbarossa, tecrübeli bir liderdi. Kılıç
Arslan'ın taktiklerine karşı koymak için elinden geleni yapıyordu. Disiplini
elden bırakmıyor, ordusunu bir arada tutmaya çalışıyordu. Konya yakınlarında,
iki büyük ordu karşı karşıya geldi. Bu, İkinci Haçlı Seferi'ndeki Dorileon'dan
bile daha büyük bir savaş olacaktı.
Kılıç Arslan, Haçlı ordusunu dar bir alana
sıkıştırmış, onların sayısal üstünlüğünü boşa çıkarmaya çalışmıştı. Savaş, tüm
şiddetiyle başladı. Kılıç Arslan, ordusunun başında, bir aslan gibi savaşıyor,
kılıcını ustaca savurarak düşman saflarını yarıyordu. Selçuklu okçuları,
gökyüzünü ok yağmuruyla kaplıyor, Haçlı şövalyelerini zırhlarının en zayıf
noktalarından vuruyordu.
Barbarossa, savaş meydanında Selçuklu'nun azmi
ve Kılıç Arslan'ın dehası karşısında zor anlar yaşıyordu. Ordusu, ağır kayıplar
veriyordu. Ancak Barbarossa, geri çekilmek istemiyordu. O, kutsal bir savaşa
inanıyordu ve ölümü bile göze almıştı.
Kayseri'de ise Aslıhan, her geçen gün büyüyen
karnıyla birlikte, savaşın haberlerini endişeyle bekliyordu. Her gelen haberci,
yüreğine bir kor düşürüyor, Kılıç Arslan'ın güvende olması için dualar
ediyordu. Saraydaki diğer kadınlar, Aslıhan'a destek oluyor, onu teselli etmeye
çalışıyordu.
Nizamülmülk de sarayda gergin bir bekleyiş
içindeydi. Bu savaş, Selçuklu'nun geleceğini belirleyecek, kader anıydı.
Melikşah, taht odasında sessizce oturmuş, gelecek haberleri bekliyordu. Genç
Sultan, omuzlarındaki yükün ağırlığını her zamankinden daha fazla hissediyordu.
Günler, haftalar birbirini kovaladı. Savaşın
belirsizliği, Kayseri'nin üzerinde bir kâbus gibiydi. Halk, camilerde toplanıp
zafer duaları ediyordu. Aslıhan, Kılıç Arslan'ın geri döneceğine dair inancını
asla kaybetmiyordu.
Nihayet, Konya'dan bir haberci geldi. Nefes
nefese, toz içinde, atından iner inmez divan salonuna koştu. "Sultanım!
Müjde! Emir Kılıç Arslan... Barbarossa'nın ordusunu bozguna uğrattı!"
Salon bir anda sevinç çığlıklarıyla doldu.
Nizamülmülk, gözleri dolu dolu, Allah'a şükretti. Melikşah, tahtından fırladı.
Aslıhan ise, haberi duyduğunda olduğu yere yığıldı, gözyaşları yanaklarından
süzülüyordu. Kılıç Arslan geri dönüyordu!
Konya yakınlarındaki büyük savaş, Selçuklu'nun
mutlak zaferiyle sonuçlanmıştı. Frederick Barbarossa, ordusunun büyük bir
kısmını kaybederek perişan bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak
talihsiz Alman İmparatoru, daha sonra Anadolu'da bir nehirde boğularak hayatını
kaybedecek ve ordusu tamamen dağılacaktı.
Kılıç Arslan, yorgun ama mağrur bir şekilde
Kayseri'ye döndüğünde, halk onu bir kez daha kahraman ilan etti. Bu kez,
kazanılan zaferin anlamı çok daha büyüktü. Anadolu'nun bağımsızlığı, bir kez
daha Selçuklu'nun azmi sayesinde korunmuştu.
Aslıhan, Kılıç Arslan'a koştuğunda, gözlerinde
sevgi ve gurur vardı. Karınında büyüyen bebekle birlikte, yeni bir umut
taşıyordu. Kılıç Arslan, Aslıhan'a sarılırken, artık sadece bir savaşçı değil,
aynı zamanda bir baba olmanın sorumluluğunu da hissediyordu.
"Geri döndün," diye fısıldadı
Aslıhan, gözleri yaşlarla doluydu. "Ve bu kez, oğlumuz da seni
bekliyor."
Kılıç Arslan gülümsedi. "Evet, Aslıhan.
Her şeyin bir bedeli vardı ama bu zafer, bu yeniden doğuş, her şeye
değer."
Ancak savaşın izleri hala derindi. Toprakların
yeniden inşası devam edecek, Bizans ile olan kırılgan barışın sürdürülmesi
gerekecek ve Batı'dan gelen diğer Haçlı kollarıyla mücadele devam edecekti.
Ancak Selçuklu, artık çok daha güçlü, çok daha birleşikti.
"Efsane ve Yıkım." Bu iki kelime,
Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın hayatlarının ve Selçuklu'nun tarihinin özeti olmaya
devam edecekti. Nice efsaneler yazılacak, nice yıkımlar yaşanacak ama onların
aşkı ve Selçuklu'nun direnişi, yüzyıllar boyu dilden dile dolaşacaktı.
Dorileon ve Kadmos'taki destansı zaferlerin
ardından, Kılıç Arslan, Selçuklu'nun üzerine çöken Haçlı gölgesini dağıtmıştı.
Kayseri'ye dönüşü, bir kahramanlık destanının zirvesiydi. Halkın coşkusu, Kılıç
Arslan'ın yorgunluğunu hafifletirken, Aslıhan'ın onu kucaklaması, tüm
savaşların ve ayrılıkların acısını unutturuyordu.
Ancak kazanılan zafer, aynı zamanda büyük bir
yıkımın da habercisiydi. Anadolu, yıllarca süren savaşlar ve Haçlıların
geçişiyle harabeye dönmüştü. Şimdi, Selçuklu'nun üzerine düşen görev, bu
toprakları küllerinden yeniden doğurmaktı.
Melikşah'ın genç ama kararlı liderliği,
Nizamülmülk'ün engin bilgeliği ve Kılıç Arslan'ın her geçen gün artan itibarı,
Selçuklu'yu bu yeni tehdide karşı daha güçlü kılıyordu. Bizans ile yapılan
kırılgan barış devam ediyor, ancak Haçlıların Anadolu'ya yönelik bitmek
bilmeyen emelleri, her an bir patlamaya dönüşebilirdi.
Kılıç Arslan, son zaferlerinin ardından
Kayseri'de geçirdiği birkaç ay, hem dinlenmek hem de ailesiyle vakit geçirmek
için bir fırsat olmuştu. Aslıhan ile olan bağları, savaşların getirdiği her
ayrılıkta daha da güçleniyordu.
Bir öğleden sonra, Kayseri'nin yemyeşil
bahçelerinden birinde, Aslıhan, Kılıç Arslan'a müjdeli haberi verdi.
"Kılıç Arslan," dedi, gözleri
parlıyordu. "Bir bebek bekliyoruz."
Kılıç Arslan'ın yüzünde, savaşların ve
endişelerin yerini saf bir sevinç aldı. Aslıhan'ı kollarına aldı ve sıkıca
sarıldı. "Allah'a şükürler olsun, Aslıhan! Bu, bizim için yeni bir
başlangıç, yeni bir umut."
Bu haber, sarayda da büyük bir sevinçle
karşılandı. Melikşah ve Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ı tebrik etti. Selçuklu
hanedanı, geleceğe daha umutla bakıyordu. Ancak bu kişisel sevinç, çok geçmeden
yeni bir tehdidin gölgesinde kalacaktı.
Konstantinopolis'ten ve Anadolu'nun batı
sınırlarından gelen istihbarat raporları, yeni Haçlı ordularının büyüklüğü ve
hazırlığı hakkında korkutucu detaylar içeriyordu. Bu kez, başında Avrupa'nın en
güçlü monarklarından ikisi, Alman İmparatoru Frederick Barbarossa ve İngiltere
Kralı Aslan Yürekli Richard'ın bulunduğu ordular geliyordu.
Fransız Kralı Philip Augustus'un ordusu da
yoldaydı. Amaçları, önceki seferlerden farklı olarak, Anadolu'yu kalıcı olarak
ele geçirmek, Selçuklu'yu tamamen ortadan kaldırmaktı.
Nizamülmülk, divanda toplanan beylere durumu
anlattığında, salonu derin bir sessizlik kapladı. "Sultanım, bu kez karşı
karşıya olduğumuz düşman, önceki seferlerden çok daha organize ve güçlü.
Barbarossa'nın ordusu disiplinli ve tecrübeli. Richard ise savaş meydanında
eşsiz bir komutan."
Melikşah'ın yüzünde ciddi bir ifade vardı.
"Anadolu, bir kez daha büyük bir sınavdan geçecek. Ne yapmalıyız Kılıç
Arslan? Ordularımız henüz tamamen toparlanamadı."
Kılıç Arslan, ayağa kalktı. "Sultanım,
önceki seferlerde uyguladığımız stratejileri daha da geliştirmeliyiz. Haçlıları
Anadolu'nun içlerine çekmeli, yıpratmalı ve açlıkla susuzlukla terbiye
etmeliyiz. Ancak bu kez, düşmanın gücünü ve kararlılığını asla hafife
almamalıyız. Bu, tek bir zaferle bitecek bir savaş değil, uzun soluklu bir
mücadele olacak."
Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ın sözlerini
onayladı. "Evet. Ayrıca, Bizans ile olan ittifakımızı daha da
güçlendirmeliyiz. Onların desteği, Haçlıların ilerlemesini yavaşlatacaktır.
Özellikle, Haçlıların tedarik hatlarını kesmek ve erzak bulmalarını engellemek
için Bizans'ın yardımı hayati öneme sahip."
Melikşah, kararlı bir şekilde konuştu.
"Pekala beyler. Kılıç Arslan, ordunun başında sen olacaksın. Tüm Anadolu,
senin liderliğinde bu yeni fırtınaya karşı direnecek. Nizamülmülk, sen de
sarayda diplomasi ve lojistik desteği sağlayacaksın. Bu savaş, Selçuklu'nun
varoluş mücadelesidir!"
Kılıç Arslan, Aslıhan'ın hamileliğinin bu zorlu
döneme denk gelmesinden dolayı endişeliydi. Onu yalnız bırakmak istemiyordu ama
görevi onu çağırıyordu. Ayrılmadan önceki son akşam, Aslıhan ile konağında baş
başa kaldılar.
"Kılıç Arslan," dedi Aslıhan, elini
karnına koyarak. "Bu kez içimde bir can taşıyorum. Lütfen kendine çok
dikkat et. Bebeğimizin babasına ihtiyacı var."
Kılıç Arslan, Aslıhan'a sarıldı.
"Biliyorum, Aslıhan. Bu kez daha dikkatli olacağım. Ve senin duaların,
benim zırhım olacak. Melikşah ve Nizamülmülk, senin bu saraydaki desteğine
güveniyorlar. Sen burada olmasan, ben cephede gözüm arkada kalırdı."
Aslıhan başını salladı. Kılıç Arslan'ın sözleri
ona güç veriyordu. Bu savaşta herkesin bir rolü vardı ve o da kendi üzerine
düşeni yapacaktı.
Ertesi sabah, Kılıç Arslan, toplanan
ordularıyla birlikte Kayseri'den ayrıldı. Onun atının toynak sesleri, Haçlı
Seferleri'nin yeni dalgasının ayak seslerine karışıyordu. Anadolu, bir kez daha
kan ve kılıç sesleriyle yankılanacak, efsane ve yıkım, yeni bir sayfa açacaktı.
Alman İmparatoru Frederick Barbarossa'nın
ordusu, Bizans topraklarından Anadolu'ya girdiğinde, karşılaştıkları ilk şey,
Kılıç Arslan'ın ustaca planlanmış yıpratma taktikleri oldu.
Bizans İmparatoru'nun da desteğiyle, Haçlıların
geçiş yolları kesiliyor, su kaynakları zehirleniyor veya saklanıyor, erzak
hatları sürekli baskına uğruyordu. Haçlılar, her adımda Selçuklu'nun gölgesini
enselerinde hissediyorlardı.
Barbarossa'nın ordusu, Anadolu'nun çorak
topraklarında ilerledikçe, açlık ve susuzlukla mücadele etmek zorunda kaldı.
Askerler arasında hastalıklar yayılıyor, moraller düşüyordu. Kılıç Arslan'ın
küçük ve çevik birlikleri, düşmanı bir an bile rahat bırakmıyordu. Gece
baskınları, ani saldırılar, Haçlıları sürekli tetikte tutuyordu.
Ancak Barbarossa, tecrübeli bir liderdi. Kılıç
Arslan'ın taktiklerine karşı koymak için elinden geleni yapıyordu. Disiplini
elden bırakmıyor, ordusunu bir arada tutmaya çalışıyordu. Konya yakınlarında,
iki büyük ordu karşı karşıya geldi. Bu, İkinci Haçlı Seferi'ndeki Dorileon'dan
bile daha büyük bir savaş olacaktı.
Kılıç Arslan, Haçlı ordusunu dar bir alana
sıkıştırmış, onların sayısal üstünlüğünü boşa çıkarmaya çalışmıştı. Savaş, tüm
şiddetiyle başladı. Kılıç Arslan, ordusunun başında, bir aslan gibi savaşıyor,
kılıcını ustaca savurarak düşman saflarını yarıyordu. Selçuklu okçuları,
gökyüzünü ok yağmuruyla kaplıyor, Haçlı şövalyelerini zırhlarının en zayıf
noktalarından vuruyordu.
Barbarossa, savaş meydanında Selçuklu'nun azmi
ve Kılıç Arslan'ın dehası karşısında zor anlar yaşıyordu. Ordusu, ağır kayıplar
veriyordu. Ancak Barbarossa, geri çekilmek istemiyordu. O, kutsal bir savaşa
inanıyordu ve ölümü bile göze almıştı.
Kayseri'de ise Aslıhan, her geçen gün büyüyen
karnıyla birlikte, savaşın haberlerini endişeyle bekliyordu. Her gelen haberci,
yüreğine bir kor düşürüyor, Kılıç Arslan'ın güvende olması için dualar
ediyordu. Saraydaki diğer kadınlar, Aslıhan'a destek oluyor, onu teselli etmeye
çalışıyordu.
Nizamülmülk de sarayda gergin bir bekleyiş
içindeydi. Bu savaş, Selçuklu'nun geleceğini belirleyecek, kader anıydı.
Melikşah, taht odasında sessizce oturmuş, gelecek haberleri bekliyordu. Genç
Sultan, omuzlarındaki yükün ağırlığını her zamankinden daha fazla hissediyordu.
Günler, haftalar birbirini kovaladı. Savaşın
belirsizliği, Kayseri'nin üzerinde bir kâbus gibiydi. Halk, camilerde toplanıp
zafer duaları ediyordu. Aslıhan, Kılıç Arslan'ın geri döneceğine dair inancını
asla kaybetmiyordu.
Nihayet, Konya'dan bir haberci geldi. Nefes
nefese, toz içinde, atından iner inmez divan salonuna koştu. "Sultanım!
Müjde! Emir Kılıç Arslan... Barbarossa'nın ordusunu bozguna uğrattı!"
Salon bir anda sevinç çığlıklarıyla doldu.
Nizamülmülk, gözleri dolu dolu, Allah'a şükretti. Melikşah, tahtından fırladı.
Aslıhan ise, haberi duyduğunda olduğu yere yığıldı, gözyaşları yanaklarından
süzülüyordu. Kılıç Arslan geri dönüyordu!
Konya yakınlarındaki büyük savaş, Selçuklu'nun
mutlak zaferiyle sonuçlanmıştı. Frederick Barbarossa, ordusunun büyük bir
kısmını kaybederek perişan bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak
talihsiz Alman İmparatoru, daha sonra Anadolu'da bir nehirde boğularak hayatını
kaybedecek ve ordusu tamamen dağılacaktı.
Kılıç Arslan, yorgun ama mağrur bir şekilde
Kayseri'ye döndüğünde, halk onu bir kez daha kahraman ilan etti. Bu kez,
kazanılan zaferin anlamı çok daha büyüktü. Anadolu'nun bağımsızlığı, bir kez
daha Selçuklu'nun azmi sayesinde korunmuştu.
Aslıhan, Kılıç Arslan'a koştuğunda, gözlerinde
sevgi ve gurur vardı. Karınında büyüyen bebekle birlikte, yeni bir umut
taşıyordu. Kılıç Arslan, Aslıhan'a sarılırken, artık sadece bir savaşçı değil,
aynı zamanda bir baba olmanın sorumluluğunu da hissediyordu.
"Geri döndün," diye fısıldadı
Aslıhan, gözleri yaşlarla doluydu. "Ve bu kez, oğlumuz da seni
bekliyor."
Kılıç Arslan gülümsedi. "Evet, Aslıhan.
Her şeyin bir bedeli vardı ama bu zafer, bu yeniden doğuş, her şeye
değer."
Ancak savaşın izleri hala derindi. Toprakların
yeniden inşası devam edecek, Bizans ile olan kırılgan barışın sürdürülmesi
gerekecek ve Batı'dan gelen diğer Haçlı kollarıyla mücadele devam edecekti.
Ancak Selçuklu, artık çok daha güçlü, çok daha birleşikti.
"Efsane ve Yıkım." Bu iki kelime,
Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın hayatlarının ve Selçuklu'nun tarihinin özeti olmaya
devam edecekti. Nice efsaneler yazılacak, nice yıkımlar yaşanacak ama onların
aşkı ve Selçuklu'nun direnişi, yüzyıllar boyu dilden dile dolaşacaktı.
Frederick Barbarossa'nın ordusunun Konya
yakınlarında aldığı ağır yenilgi ve Alman İmparatoru'nun talihsiz ölümü,
Selçuklu için büyük bir nefes alma fırsatı yaratmıştı. Ancak Haçlı Seferleri
bitmemişti. Batıdan gelen diğer büyük ordular,
Anadolu'ya doğru ilerlemeye devam ediyordu.
Özellikle İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard ve Fransa Kralı Philip
Augustus'un liderliğindeki kollar, Selçuklu'nun üzerine çöken yeni bir
gölgeydi.
Kılıç Arslan, Konya zaferinin ardından
Kayseri'ye döndüğünde, yorgunluğuna rağmen yüzünde bir zaferin gururu vardı.
Aslıhan'ın onu kucaklaması, karınındaki büyüyen canın müjdesi, bu zorlu
günlerin en büyük tesellisiydi. Ancak kılıcını kınına sokmak için henüz çok
erkendi.
Melikşah ve Nizamülmülk, Kılıç Arslan'ı divan
salonunda karşıladılar. Haberler hızlı yayılıyordu. "Emir," dedi
Melikşah, "Barbarossa'nın yenilgisi büyük bir moral kaynağı oldu. Ama
diğer kralların orduları çok daha güçlü ve öfkeliler. Özellikle Aslan Yürekli
Richard'ın Anadolu'dan geçmek için her yolu deneyeceği söyleniyor."
Kılıç Arslan başını salladı. "Sultanım,
Richard'ın ünü kulağımıza kadar geldi. O, sıradan bir kral değil, savaş
meydanında eşsiz bir komutan. Ancak Anadolu, onun için de bir mezar
olabilir."
Nizamülmülk, haritalar üzerinde eliyle bir
bölgeyi işaret etti. "Richard'ın ordusu, deniz yoluyla Akdeniz kıyılarına
ulaştı. Oradan karadan ilerleyerek Kudüs'e ulaşmayı hedefliyor. Bu, daha önce
karşılaştığımız Haçlılardan farklı bir strateji. Sahil bölgelerimiz ve
geçitlerimiz tehdit altında."
Kılıç Arslan, hızla bir plan oluşturdu.
"Bizans İmparatoru ile yaptığımız ittifakı bu kez daha aktif kullanmalıyız
Vezirim. Onların donanması, Richard'ın ikmal hatlarını kesmeli, denizden
gelecek takviyeleri engellemelidir.
Karada ise, onların ilerlemesini yavaşlatmak ve
yıpratmak için yeni taktikler geliştirmeliyiz. Bu kez, düşmanı denizde ve
karada aynı anda yıpratacağız."
Melikşah, Kılıç Arslan'ın kararlılığından
etkilendi. "Pekala Emir. Sana güveniyorum. Bu kez de Anadolu'yu kurtaracak
olan sensin!"
Kılıç Arslan, kısa bir dinlenmenin ardından
yeniden yola çıktı. Bu kez hedef, Anadolu'nun güney kıyılarıydı. Yolda, Bizans
İmparatoru'nun gönderdiği elçilerle buluştu ve Richard'ın ordusu hakkındaki son
istihbaratları aldı.
Bizans, Kılıç Arslan'ın talebine uyarak,
Richard'ın Akdeniz'deki gemilerini hedef almaya başlamıştı.
Kılıç Arslan'ın stratejisi, Richard'ın ordusunu
kıyı şeridinde, dar geçitlerde ve kalelerde oyalamak, iç bölgelere
ilerlemelerini engellemekti.
Özellikle Toros Dağları'nın geçitleri,
Selçuklu'nun savunması için kilit öneme sahipti. Selçuklu atlıları, Richard'ın
ordusunun etrafında bir fırtına gibi dönüyor, ani baskınlarla düşmanı
şaşırtıyor ve tedariklerini kesiyordu.
Aslan Yürekli Richard, Anadolu'da karşılaştığı
bu direnç karşısında şaşkına döndü. Selçuklu'nun bu denli organize ve dirençli
olmasını beklemiyordu. Kılıç Arslan'ın taktikleri, onun meşhur şövalyelerini
bile çaresiz bırakıyordu. Richard, savaş meydanında ne kadar cesur olsa da,
Anadolu'nun coğrafyası ve Selçuklu'nun vurkaç taktikleri karşısında
zorlanıyordu.
Kayseri'de ise Aslıhan'ın heyecanlı bekleyişi
devam ediyordu. Karnı her geçen gün büyüyor, bebeklerinin gelişini
sabırsızlıkla bekliyordu. Ancak Kılıç Arslan'ın yokluğu ve savaşın
belirsizliği, onun yüreğini sıkıştırıyordu. Sarayda, Nizamülmülk ve diğer beyler,
Kılıç Arslan'dan gelecek haberleri dört gözle bekliyorlardı.
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın güvenliği için dualar
ederken, bir yandan da Kayseri'deki darüşşifada gönüllü çalışmaya devam
ediyordu. Yaralı askerlerin bakımıyla bizzat ilgileniyor, onların morallerini
yüksek tutmaya çalışıyordu. Onun varlığı, Kayseri halkı için bir umut ışığı,
bir dayanışma sembolüydü.
Bir akşam, Aslıhan, konağında Kılıç Arslan'ın
dönüşünü beklerken, içerideki sancılarla irkildi. Doğum sancıları başlamıştı.
Saraydaki ebeler ve Ayşe Hanım, hemen Aslıhan'ın yanına koştular.
Uzun ve
zorlu bir bekleyişin ardından, sabaha karşı, Kayseri Sarayı'nda bir bebek sesi
yankılandı. Aslıhan, gözleri yaşlarla dolu, sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya
getirmişti.
Bu haber, Kılıç Arslan'a ulaşana kadar günler
sürecekti. Ancak Kayseri'de, savaşın gölgesinde bir umut ışığı doğmuştu.
Melikşah, Kılıç Arçlan'ın oğlunun dünyaya gelişini büyük bir sevinçle
karşıladı. Bebeğe Rükneddin adı verildi.
Bu, Selçuklu'nun geleceği için yeni bir umuttu.
Kılıç Arslan, Richard'ın ordusunu Tarsus
yakınlarında bir kez daha durdurmayı başardı. Kılıç Arslan'ın yürüttüğü
yıpratma savaşı, Haçlıları tamamen tüketmişti.
Richard, ordusunun büyük bir kısmını kaybetmiş,
açlık ve hastalıklarla boğuşuyordu. Sonunda, Haçlılar geri çekilmek zorunda
kaldı. Aslan Yürekli Richard, Kudüs'e ulaşmak bir yana, Anadolu'dan bile
geçemedi. Onun ünü, Selçuklu'nun kılıcından geçememişti.
Kılıç Arslan, bu zaferle Anadolu'nun geçilmez
olduğunu bir kez daha tüm dünyaya kanıtlamıştı. Haçlı Seferleri'nin bu büyük
dalgası da Selçuklu'nun direnişi karşısında çökmüştü. Ancak bu, son savaş
değildi. Batıdan gelen tehdit, zaman zaman dinse de, tamamen ortadan
kalkmıyordu.
Kılıç Arslan, savaşın ardından Kayseri'ye
döndüğünde, onu karşılayan sadece zafer alkışları değil, aynı zamanda oğlu
Rükneddin'in sevinçli çığlıklarıydı. Aslıhan, bebeğiyle birlikte onu kapıda
karşıladı. Kılıç Arslan, oğlunu ilk kez kucakladığında, savaş meydanlarındaki
tüm acıları unutmuştu. Bu, zaferin en güzel meyvesiydi.
"Hoş geldin oğlum," diye fısıldadı
Kılıç Arslan, Rükneddin'in küçük yüzünü okşarken. "Bu topraklar için
savaştık. Ve sen, bu toprakların geleceğisin."
Aslıhan, Kılıç Arslan'ın omzuna yaslandı.
"Evet, Kılıç Arslan. Gelecek, umutla dolu."
Ancak bu barış ve aile saadeti, Selçuklu'nun
içindeki gölgeleri tamamen ortadan kaldıramamıştı. Melikşah'ın gençliği ve
Kılıç Arslan'ın artan gücü, bazı beylikler arasında kıskançlık ve huzursuzluk
yaratmaya devam ediyordu.
Özellikle ülkenin uzak bölgelerindeki beyler,
merkezi otoriteye karşı direnç göstermeye başlamışlardı. Ayaz'ın bıraktığı
tohumlar, hala filizlenmeye devam ediyordu.
Nizamülmülk, bu durumu dikkatle takip ediyordu.
"Sultanım," dedi Melikşah'a bir akşam, "Dış düşmanı alt ettik
ama iç düşmanlar uyanmaya başlıyor. Bazı beyler, senin gençliğinden
faydalanarak kendi bölgelerinde bağımsızlık ilan etmeye çalışıyorlar."
Melikşah'ın yüzü ciddileşti. "Bunu
önlemeliyiz Vezirim. Kılıç Arslan'a ihtiyacımız var. Bu kez, kılıcını iç
düşmanlara karşı sallayacak."
Kılıç Arslan, Haçlı tehdidini bertaraf etmiş
olsa da, şimdi çok daha acımasız ve kişisel bir mücadeleyle yüzleşmek
zorundaydı: Kendi halkından bazılarıyla savaşmak.
Anadolu'nun dirilişi, içerideki bu çetin
sınavlarla sınanacaktı. "Efsane ve Yıkım" destanı, en karanlık ve
zorlu sayfalarını yazmaya hazırlanıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 10 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder