Barbarossa'nın yenilgisi ve Richard'ın Anadolu'dan çekilmesiyle Selçuklu, Haçlı Seferleri'nin en büyük dalgasını atlatmıştı. Kılıç Arslan'ın dehası, Anadolu'yu bir kez daha kurtarmış, halk ona "Anadolu'nun Kurtarıcısı" lakabını takmıştı. Kayseri'ye döndüğünde, oğlu Rükneddin'in doğumuyla gelen sevinç, savaşın acılarını bir nebze olsun dindirdi. Kılıç Arslan ve Aslıhan'ın hayatları, bir savaşçı ve bir ana olarak yeni bir denge buluyordu. Ancak dış düşmanlar geri çekilmiş olsa da, Selçuklu'nun içinde, yıllardır biriken gerginlikler ve eski hesaplaşmalar yeniden yüzeye çıkmaya başlamıştı.
Melikşah'ın genç yaşına rağmen sergilediği
olgun liderlik, bazı beylikler arasında huzursuzluk yaratıyordu. Özellikle
Ayaz'ın devrilmesiyle birlikte, merkezi otoriteye olan bağlılıkları zayıflamış
olanlar, Kılıç Arslan'ın ve Nizamülmülk'ün artan gücünden rahatsızlık
duyuyordu. Tahtın veliahtlık meselesi, bu huzursuzluğu daha da körüklüyordu.
Melikşah'ın genç bir erkek evladı olmaması, bazı beylerin kendi oğullarını veya
akrabalarını tahta aday göstermeye çalışmasına neden oluyordu.
Kılıç Arslan, savaş meydanındaki zaferlerinden
sonra kendini daha çok devlet yönetimine adamıştı. Nizamülmülk ile birlikte,
ülkenin yeniden inşası, adalet sisteminin güçlendirilmesi ve ekonomik refahın
artırılması için çalışıyordu. Ancak iç siyasetin çetrefilli yolları, kılıcın
keskinliğinden çok daha farklıydı. Saray entrikaları, fısıltılar, gizli
toplantılar... Kılıç Arslan, düşmanı görmeden savaşmak zorunda kalıyordu.
Bazı beyler, özellikle Danişmendli Beyliği'nin
güçlü lideri, Melikşah'ın otoritesini sorgulamaya başlamıştı. Haçlılarla
yapılan savaşlarda kendi topraklarının da zarar gördüğünü bahane ediyorlar,
ancak asıl amaçları Selçuklu'nun zayıflamasından faydalanarak kendi güçlerini
artırmaktı. Kayseri'ye gelen raporlar, bu beyliklerin kendi aralarında gizli
anlaşmalar yaptığını, asker toplamaya başladığını gösteriyordu.
Melikşah, bu durumdan derin bir endişe
duyuyordu. "Vezirim," dedi Nizamülmülk'e, "Bu beylerin isyan
etmesi, Haçlı Seferleri'nden daha büyük bir tehlike yaratır. İç çatışma,
Selçuklu'yu zayıflatır ve düşmana fırsat verir."
Nizamülmülk, yüzünde ciddi bir ifadeyle başını
salladı. "Evet Sultanım. Emir Kılıç Arslan'ın bu duruma müdahale etmesi
gerekiyor. Ama bu kez, kılıçla değil, bilgelikle ve diplomasiyle."
Kılıç Arslan, bu iç çekişmelerin kaçınılmaz
olduğunu biliyordu. Bir öğleden sonra Aslıhan'la bahçede otururken, içini
döktü. "Anadolu'yu Haçlılardan temizledik ama şimdi kendi kardeşlerimizle
savaşmak zorunda kalacağız, Aslıhan. Bu, en acı verici savaş."
Aslıhan, elini Kılıç Arslan'ın elinin üzerine
koydu. "Biliyorum, Kılıç Arslan. Ama bu da senin görevin. Bu devleti
ayakta tutmak için, içindeki her türlü çürümüşlüğü temizlemen gerekiyor. Ve ben
her zaman yanındayım."
Kılıç Arslan, iç isyanları bastırmak için yeni
bir strateji izledi. Doğrudan askeri güç kullanmak yerine, önce diplomasi
yolunu denedi. İsyankar beyliklerin liderleriyle görüşmek üzere elçiler
gönderdi. Onlara, Selçuklu'nun gücünü, birliğin önemini ve isyan etmeleri
durumunda karşılaşacakları sonuçları anlattı. Ancak bazı beyler, Kılıç
Arslan'ın sözlerini dinlemedi. Özellikle Danişmendli Beyi, merkezi otoriteye
karşı açıkça meydan okudu.
Bu durum, Kılıç Arslan'ı askeri bir müdahaleye
zorladı. Ancak bu kez, düşman tanıdık değil, kendi kanından olan insanlardı.
Savaş, Anadolu'nun farklı bölgelerinde küçük çaplı çatışmalarla başladı. Kılıç
Arslan, yine de kan dökülmesini en aza indirmeye çalışıyor, isyancı beyliklerin
halkına zarar vermemeye özen gösteriyordu. Amacı, beylikleri cezalandırmak
değil, merkezi otoriteye yeniden bağlamak ve birliği sağlamaktı.
Aslıhan, bu süreçte Kayseri'de önemli bir rol
oynuyordu. İç çatışmaların halk arasında yarattığı gerginliği azaltmak için
çalışıyordu. Şehirde bir arabuluculuk divanı kurarak, isyankar beyliklerin
halkından gelen şikayetleri dinliyor, adil kararlar alıyordu. Onun bu çabaları,
halkın ona olan sevgisini daha da artırıyordu. Aslıhan, halk arasında
"Adaletli Aslıhan" olarak anılmaya başlamıştı.
Bu iç çekişmelerin ortasında, Kılıç Arslan ve
Aslıhan'ın oğlu Rükneddin büyüyordu. Kayseri Sarayı'nda, savaşın gölgesine
rağmen bir çocuk sesi yankılanıyordu. Rükneddin, babasının yokluğunda annesi
Aslıhan'ın ve dedesi Nizamülmülk'ün yanında büyüyor, Selçuklu'nun değerlerini
öğreniyordu. Kılıç Arslan, savaşlardan döndüğünde, oğluyla vakit geçirmek, ona
kılıç tutmayı, at sürmeyi öğretmek en büyük keyfiydi. Bu küçük aile,
Selçuklu'nun geleceği için bir umut kaynağıydı.
Ancak Rükneddin'in varlığı, saraydaki taht
kavgasını daha da alevlendirdi. Melikşah'ın genç yaşı ve henüz bir erkek
evladının olmaması, bazı beylerin Rükneddin'i bir rakip olarak görmesine neden
oldu. Kılıç Arslan'ın gücü ve popülaritesi, bazı çevreleri tedirgin ediyordu.
"Kılıç Arslan, Sultan'ın yerini almak mı istiyor?" gibi fısıltılar
yayılmaya başlamıştı.
Nizamülmülk, bu durumu yakından takip ediyordu.
Melikşah'ı bu fısıltılardan korumak için büyük çaba sarf ediyordu. Ancak genç
Sultan, bu tür sözlerden etkilenmeye başlamıştı. Kılıç Arslan ile Melikşah
arasındaki güven ilişkisi, yavaş yavaş yıpranıyordu.
Kılıç Arslan, Danişmendli Beyliği'nin lideriyle
yaptığı son çatışmada galip geldi. Bey, merkezi otoriteye boyun eğmek zorunda
kaldı. Kılıç Arslan, zaferinin ardından Kayseri'ye döndüğünde, iç savaşın
yaralarını sarmakla meşguldü. Ancak onu bekleyen, saraydaki soğuk bir
atmosferdi.
Melikşah, Kılıç Arslan'ı eskisi gibi sıcak
karşılamadı. Gözlerinde bir şüphe, bir mesafe vardı. Kılıç Arslan, bu
değişikliği hemen fark etti. Nizamülmülk ile konuştuğunda, Vezir durumu
açıkladı.
"Sultan, bazı beylerin kışkırtmalarıyla,
senin gücünden ve halk arasındaki sevginden endişe duymaya başladı Emir. Senin
tahta göz diktiğini düşünüyorlar."
Kılıç Arslan'ın yüzü öfkeyle kasıldı. "Bu
nasıl bir iftira! Ben tüm hayatımı bu devlete adadım, Sultanımın kılıcı oldum.
Nasıl böyle düşünebilir?"
"Siyaset, Emir," dedi Nizamülmülk,
"Saf ve temiz bir alan değildir. İnsanların hırsları, gerçeğin önüne
geçebilir."
Bu durum, Kılıç Arslan için en büyük sınavdı.
Dış düşmanlarla savaşmak daha kolaydı. Ama kendi içindeki düşmanlarla,
ihanetle, şüpheyle savaşmak, yüreğine bir hançer gibi saplanıyordu. Aslıhan da
bu gerginliği hissediyordu. Sarayda yükselen fısıltılar, onların da hayatını
etkiliyordu.
Kayseri Sarayı'nda gerginlik, görünmez bir
zehir gibi yayılıyordu. Melikşah'ın, Kılıç Arslan'a olan güveninin sarsılması,
saraydaki dengeleri alt üst etmeye başlamıştı. Bazı beyler, bu durumu fırsat
bilerek Kılıç Arslan'ın gücünü daha da zayıflatmak için yeni entrikalar
çeviriyorlardı. Onlar, Kılıç Arslan'ın halk arasındaki popülaritesini ve askeri
dehasını kendi çıkarları için bir tehdit olarak görüyorlardı.
Nizamülmülk, bu tehlikeli oyunu farkındaydı ve
Melikşah'ı korumak, aynı zamanda Kılıç Arslan'ın itibarını sarsmamak için büyük
bir çaba sarf ediyordu. Ancak yaşlı vezirin de gücü sınırlıydı. Fısıltılar,
giderek daha yüksek sesle dillendiriliyor, Kılıç Arslan'ın her hareketi
şüpheyle izleniyordu.
Bir gün, divan toplantısında, Melikşah, Kılıç
Arslan'dan, son kazandığı zaferlerde elde edilen ganimetlerin dağıtımı
konusunda beklenmedik bir şekilde hesap sordu. Ses tonu soğuk ve mesafeliydi.
"Emir Kılıç Arslan, ordularının kazandığı ganimetlerin büyük bir kısmının,
doğrudan senin emrinle dağıtıldığı söyleniyor. Bu, devletin hazinesine ait olan
bir haktır."
Kılıç Arslan, bu suçlamayla şaşkına döndü.
"Sultanım, ganimetler, savaşta şehit düşenlerin ailelerine ve yaralı
askerlere dağıtılmıştır. Bu, ordunun moralini yüksek tutmak ve halkın refahını
sağlamak içindir. Her kuruşu kayıt altındadır."
Ancak Melikşah'ın yüzündeki ifade değişmedi.
Bu, sadece bir bahaneydi. Asıl mesele, Kılıç Arslan'ın gücüydü. "Yine de,
bu tür kararların doğrudan Divan tarafından alınması gerekmez mi, Emir? Bu,
devletin nizamına aykırıdır."
Kılıç Arslan, bu aleni itham karşısında derin
bir öfke hissetti. Ancak kendini tuttu. "Sultanım, savaş meydanında alınan
kararlar, bazen Divan'ın ağır işleyişini bekleyemez. Her zaman devletin ve
halkın çıkarına hareket ettim."
Nizamülmülk, ortamı yumuşatmaya çalıştı.
"Sultanım, Emir Kılıç Arslan'ın bu konudaki niyeti halistir. Ganimetlerin
dağıtımı, savaşın yıkımını hafifletmek için yapılan önemli bir adımdır."
Melikşah, Nizamülmülk'ün sözlerini dinler gibi
yapsa da, Kılıç Arslan'a olan güvensizliği iyice yerleşmişti. Toplantının
sonunda, Melikşah beklenmedik bir karar aldı. "Emir Kılıç Arslan, son
seferlerin yorgunluğunu atman için, bir süre Kayseri'de kalmanı ve askeri
görevlerinden uzak durmanı istiyorum. Orduların komutası, geçici olarak Vezir
Nizamülmülk'e devredilecektir."
Bu karar, Kılıç Arslan için soğuk duş etkisi
yarattı. Bu, açıkça bir görevden uzaklaştırma, bir itibar sarsmaydı. Kılıç
Arslan'ın yüzündeki şaşkınlık, yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktı.
Nizamülmülk de bu durumdan rahatsız olmuştu.
Kılıç Arslan, konağına döndüğünde, Aslıhan onun
yüzündeki bu derin ifadeyi hemen fark etti. "Ne oldu Kılıç Arslan?"
diye sordu endişeyle.
Kılıç Arslan, olan biteni anlattığında,
Aslıhan'ın gözleri doldu. "Bu nasıl bir haksızlık! Tüm hayatını bu devlete
adadın, onca savaşı kazandın!"
"Siyaset, Aslıhan," dedi Kılıç
Arslan, yorgun bir sesle. "Bazen kılıçtan daha keskin, düşmandan daha
acımasız olabiliyor."
Bu olaydan sonra, Kılıç Arslan kendini konağına
kapattı. Halk arasında bu haber hızla yayıldı. Kimi Kılıç Arslan'ı savunuyor,
kimi ise saraydaki entrikalara sessiz kalıyordu. Kılıç Arslan'ın gücü, tahtın
gözünde bir tehdit haline gelmişti.
Bu süre zarfında, Kılıç Arslan, oğlu Rükneddin
ile daha fazla vakit geçirmeye başladı. Ona kılıç kullanmayı, at sürmeyi
öğretiyor, ama aynı zamanda tarihin derslerini, siyasetin karmaşıklığını
anlatıyordu. Rükneddin, babasının bu derin bilgeliğine hayranlıkla bakıyordu.
Ancak bu pasiflik, Kılıç Arslan'ın içindeki
savaşçıyı susturamıyordu. Dışarıda yeni Haçlı tehditleri belirirken, içerideki
bu iç çekişmeler Selçuklu'yu zayıflatıyordu. Kılıç Arslan, tahtın gölgesinde ne
kadar kalacaktı? Ve Anadolu, onsuz bu fırtınaya nasıl direnecekti? "Efsane
ve Yıkım" destanı, en acı ve kişisel sayfalarını yazmaya devam ediyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Efsane ve Yıkım Sultanın Gölgesi 11 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Efsane ve Yıkım: Sultanın Gölgesi", Osmanlı İmparatorluğu’nun entrikalar, ihanetler ve kudret dolu döneminde geçen; aşk, savaş ve taht mücadelesini derinlemesine işleyen epik bir tarihi romandır. Saray entrikalarının gölgesinde kalan bir sultanın hikâyesi, ihanetle yoğrulmuş dostluklar ve kanla yazılmış bir kader… Tarihi roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder