Ormanın içlerine doğru ilerledikçe, etraflarını
saran doğa yalnızca sessizlik değil, aynı zamanda bir uyarı gibiydi. Kuş
sesleri, böceklerin uğultusu ve rüzgârın yapraklara fısıltısı aniden
kesilmişti. Artık her adımda, toprağın altında gizlenen bir sır açığa
çıkacakmış gibi gerilmişti hava.
Mira ve Aras, çürümüş ağaç gövdelerinin
arasında ilerlerken sis yeniden çökmeye başlamıştı. Bu sis, bildikleri gibi
değildi; yoğunluğu göz gözü görmez hâle getiriyor, adeta yolun nerede bittiğini
fark ettirmeden zihne oynuyordu. Gözlerinin önüne gelen halüsinasyonlar
gerçeklik duygularını sorgulatıyor, her şeyin bir hayal olup olmadığını
düşündürüyordu.
Derken sisin içinden silik bir şekil belirdi.
Yuvarlak bir taş kapıydı bu. Yüzeyi yosunlarla kaplanmış, üzerinde doğanın
diliyle yazılmış eski semboller vardı. Mira eğilip yakından baktığında,
sembollerin bazılarını kitabında gördüğünü fark etti. Fısıltılarla çevrilmişti
o an; rüzgârın değil, taşların içinden gelen bir tür çağrının yankısıydı bu.
“Bu kapı, büyünün mühürlediği geçittir,” dedi
Mira, kitaptan ezberlediği satırları anımsayarak. “Ve sadece doğanın özünü
anlayanlar tarafından açılır.”
Aras, cebinden küçük bir aynayı çıkararak
sembollere tuttu. Güneş ışığı yansıdığında semboller bir anda parladı, sanki
uyanmışlardı. Aynı anda kapının içinden gelen titrek bir ışıltı onları içine
çekti.
Kapı yavaşça aralandı. İçeriden yoğun bir
sıcaklık ve yanık reçine kokusu yükseldi. Bu kapının ardında başka bir dünya
vardı — görünmeyenin, unutulmuşun ve kadim olanın dünyası. Aras bir adım
atacakken Mira onu durdurdu.
“Henüz hazır değiliz,” dedi, sesi ciddiyetle
doluydu. “Burası sadece bilgiyle değil, niyetle de sınar gelenleri. Eğer
içimizde bir şüphe varsa, o şüphe bizi tüketir.”
Geri çekildiler, ama gözlerini kapıdan
alamadılar. Burası, yolculuklarının en önemli duraklarından biri olacaktı.
Aras, elini kapının taş kenarına koyduğunda bir sıcaklık hissetti; geçmişe dair
bir görüntü zihninde canlandı: Genç bir kadın, elinde aynı kitapla, bu kapının
önünde bekliyordu. Gözleri Aras’a çok tanıdık gelmişti. “Annem…” dedi,
fısıltıyla.
Bu görüntü, yolculuklarının sadece efsanelere
değil, kendi geçmişlerine de uzandığını gösteriyordu. Mira ve Aras, ormanın
yalnızca büyülü sırlarla değil, kişisel sırlarla da örülü olduğunu anlamıştı
artık. Her adım, kendi geçmişlerine bir ayna tutuyordu.
Kamp yerine döndüklerinde gece çökmüştü. Ama bu
gece, diğerlerinden farklıydı. Gökyüzü, tanımadıkları takımyıldızlarla doluydu.
Ay, olması gerekenden daha büyüktü ve yeryüzüne bir sır döküyormuş gibi
parlaktı.
Mira, gece boyunca taş kapının sembollerini
kitabındaki işaretlerle karşılaştırdı. Aras ise annesiyle ilgili hatıralarını
yazdı, çünkü bu anların bir daha geri gelmeyeceğini biliyordu. Bu yolculukta
yalnızca efsanelerin değil, ailelerinin gölgeleriyle de yüzleşmeleri
gerekecekti.
Ve sisin ardındaki o geçit, artık bir sınav
kapısıydı. İlerlemek için sadece cesaret değil, geçmişle yüzleşme de
gerekecekti.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 17 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder