Gece, ormanın üzerine kadim bir örtü gibi
serilmişti. Yıldızlar, gökyüzüne asılı kalmış puslu anılar gibi titreşiyordu.
Mira ve Aras, kamp ateşinin başında sessizce oturuyordu. Her ikisi de gün boyu
yaşadıklarının etkisi altındaydı. Taş kapı, yalnızca geçmişin değil,
bilinmeyenin de habercisiydi. Artık geriye dönmek bir seçenek değil, çoktan
geride bırakılmış bir ihtimaldi.
“Bu geçit,” dedi Mira, ateşe bakarken, “ya bizi
tüketir… ya da yeniden doğurur.”
Aras başını salladı. “Orası… annemin son
yolculuğunun başladığı yer olabilir.”
Mira, yanına taşıdığı kitabı tekrar açtı.
Parşömen sayfaların arasında, taş kapının üzerindeki sembollerle eşleşen bir
desen daha bulmuştu. Ama bu desen, kitaptaki diğerlerine kıyasla çok daha
detaylı ve karmaşıktı. Ortasında iç içe geçmiş üç spiral vardı. Her bir spiral,
başka bir elemente karşılık geliyordu: Toprak, hava ve zaman.
“Bu geçidi açmak için sadece fiziksel bir
anahtar değil, bir tür ruhsal denge gerekiyor,” dedi Mira. “Bu semboller,
geçide girecek kişinin içsel yolculuğunu da simgeliyor.”
Ertesi sabah sis yeniden çöktüğünde, ikili taş
kapının önüne vardı. Bu sefer daha hazırlıklılardı; Mira sembolleri ezberlemiş,
Aras ise yanında getirdiği annesine ait birkaç eşya ile ruhsal bağlantıyı
kurmaya kararlıydı.
Kapının önünde meditasyon yapmaya başladılar.
Sessizlik onları sararken, doğa da yankı verir gibi tepki gösterdi. Hafif bir
rüzgâr, yaprakların arasında dolanıyor, kuşlar ötmeden dallarda izliyordu olan
biteni. Derken Mira’nın sesi duyuldu:
“Spiralin ilk kolu: Toprak. Kendini doğanın
özüne bırak.”
Gözlerini kapadı, ellerini toprağa bastırdı.
Kalp atışları yavaşladı. Zihninde derin bir kuyu belirdi; çocukken annesinin
ona anlattığı toprak hikâyeleri, yağmur sonrası çıkan toprak kokusu ve toprağın
doğurgan, kabul edici yüzü… Hepsi bir araya gelerek bir bütün oluşturdu. Sanki
toprak onu içine aldı.
Aras aynı anda spiralin ikinci koluna
odaklandı: “Hava. Düşüncelerini serbest bırak, yüklerinden arın.”
Gözlerini gökyüzüne dikti. Annesiyle geçirdiği
son gün, onun gidişi ve ardında kalan boşluk… Tüm duyguları havaya bırakır gibi
nefes vererek saldı. Bir ağırlık sırtından kalkmış gibiydi. Kapının sembolleri
hafifçe titremeye başladı.
Ve birlikte, üçüncü kola geçtiler: “Zaman. Ne
geçmiş, ne gelecek… yalnızca şu an.”
Sessizlik ağırlaştı. Ne Mira ne de Aras
konuştu. Dakikalar, belki de saatler geçti. Zaman bir anlamını yitirmiş
gibiydi. Birden kapıdan gelen hafif bir ışık, sembollerin içinden yükseldi.
Spiraller parladı ve kapı kendiliğinden, ağır ağır açılmaya başladı.
İçeride bir geçit değil, bir oda vardı. Taştan
örülmüş duvarlar, doğanın desenleriyle bezeliydi. Fakat asıl dikkat çekici
olan, odanın tam ortasında duran masaydı. Masanın üstünde toprak kaplı, yarı
açık bir kitap ve onun yanında bir kolye vardı.
Aras kolyeye yaklaşınca kalbi hızlandı. Kolyeyi
tanıyordu. Bu, annesinin boynundan hiç çıkarmadığı şeydi. Usulca aldı, avucuna
koydu. Gözleri doldu.
“Annem buradaydı,” dedi titrek bir sesle. “Bu
odaya girdi… ve bir şey buldu. Belki de bu kitabı.”
Mira, kitabın kapağını dikkatle çevirdi.
Sayfalar yıpranmıştı ama yazılar hâlâ okunuyordu. Bu kitap, antik koruyuculara
ait bir tür günlük gibiydi. İçinde geçmişte bu kapıdan geçenlerin hikâyeleri
vardı. Bazıları geri dönmüş, bazıları ise sonsuza dek unutulmuştu.
“Burası bir sınav odası değil,” dedi Mira. “Bu,
hatırlayanların yeri. Buraya gelenler sadece geçit aramaz… kendilerini arar.”
İkili sessizce birbirine baktı. Bu yolculuk,
dışarıdan göründüğü kadar fiziksel değildi artık. Her geçit, geçmişlerine
açılan bir ayna gibiydi. Ve şimdi, bu ayna daha da derine inmeye başlamıştı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 19 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder