Bölüm 2: Fısıltıların Ardında
Toprak nemliydi. Ayaklarının altındaki yapraklar, her adımda hafifçe hışırdıyor, sanki ormanın derinliklerinde gizlenmiş bir canlı bu sesi dinliyordu. Ekin, ormanın içine ilerledikçe, etrafını saran ağaçların giderek büyüdüğünü fark etti. Gövdeleri karanlık, kabukları yosunlarla örtülüydü. Güneş ışığı neredeyse tamamen kaybolmuştu. Yapraklar arasından süzülen cılız ışık, sadece belli belirsiz bir yön duygusu veriyordu.
Kalbinin atışı hızlanmıştı. Ama bu korkudan çok, içsel bir uyanıştı. Sanki o anı beklemişti yıllardır. Sanki bu orman, onu çağırmakla kalmamış, büyütmüş, hazırlamıştı da…
İlk tuhaflık, bir ağacın gövdesinde başladı.
Ekin, yaşlı bir çam ağacının köklerine yaklaşırken, gövdesinde kazınmış bir sembol gördü. Yuvarlak bir şekil, içinde iç içe geçmiş üçgenler ve dairesel çizgiler... Ortasında küçük bir göz simgesi. Parmaklarını oymaya dokundurduğunda, bir sıcaklık yayıldı içinden. O an çevresindeki kuşlar bir anda sustu. Rüzgâr durdu. Zaman kısa bir anlığına nefesini tuttu sanki.
Birdenbire bir fısıltı yükseldi ağaçların arasında. Duyulamayacak kadar hafif ama yok sayılamayacak kadar net. Kelimeleri anlayamasa da, tonlaması hissediliyordu: “Hoş geldin, Seçilen.”
Ekin geri çekildi. Gözlerini ovuşturdu, kulaklarını kapattı ama ses gitmiyordu. Sonra birden gözlerinin önüne bir görüntü düştü – gerçek olmayan bir anı gibi: Ağaçların arasında yürüyen bir kadın. Elbisesi yapraklardan örülmüş, saçları saman sarısı, elleri ışıkla dolu. Kadın, Ekin’e dönüyor ve gözlerinin içine bakıyordu: “Sakın geri dönme.”
Görüntü bir anda kayboldu. Ekin sersemlemiş halde etrafına baktı ama yalnızdı.
Yoluna devam etti. Ağaçlar daha da sıklaştı. Her adımda eski bir dünyanın izlerine rastlıyordu: Taşlarla çevrilmiş dairesel yapılar, yosun tutmuş taş merdivenler, neredeyse tamamen doğaya karışmış eski heykel başları...
Bir düzlüğe ulaştığında, tam ortasında duran eski bir taş sunak gördü. Üzerinde yine aynı sembol kazılıydı: Göz içinde üçgenler. Taşa yaklaştı. Üzerinde bir şeyler yazılıydı. Harfler, Latin alfabesine benziyordu ama başka bir dildendi.
"Urak-nen Tal Asran"
Ekin bu sözleri yüksek sesle tekrar ettiğinde, taş sunağın üzeri ışımaya başladı. Hafif bir uğultu yükseldi toprağın altından. Gökyüzü bir anda karardı. Orman titredi.
Birden arkasından bir çıtırtı duydu.
Döndüğünde, ağaçların arasında bir siluet gördü. İnsan biçimindeydi ama normalden daha uzun boylu ve başında boynuzlara benzeyen bir taç vardı. Gözleri olmamasına rağmen Ekin’e baktığını hissediyordu.
Siluet yavaşça elini uzattı ve parmaklarıyla havaya bir çizgi çizdi.
Bir kapı açıldı.
Ama bu kapı bir yapının kapısı değildi. Havanın içinde, ağaçların ortasında beliren, dönen bir ışık halesi... Ekin’in gözleri kamaştı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bir adım geri çekildi ama sonra tekrar ilerledi. İçgüdüleri, bu kapının sırların başladığı yer olduğunu söylüyordu.
Kapıdan içeri adım attığında, dünya değişti.
Zamanın, mekanın ve mantığın dışına çıkmıştı. Yeni bir evre başlamıştı. Ve artık Ekin için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 3 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder