Kapıdan geçtiği anda tüm sesler kesildi. Ne kuşların ötüşü, ne yaprakların hışırtısı, ne de kalbinin çarpıntısı… Hiçbir şey yoktu. Ekin, gözlerini açtığında kendini renklerin ve ışığın anlamlarını yitirdiği bir boşlukta buldu. Ayakta duruyordu ama toprak yoktu altında. Yürüyordu ama adımları bir yere basmıyordu.
Bu yer, zamanın ve mekânın dışındaydı. Bir düş kadar gerçek, bir anı kadar uzak.
Bir süre boyunca yönsüz ve amaçsız yürüdü. Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu. Belki saniyeler, belki saatler. Derken, önünde kıpırtılar oluştu. Işıktan örülmüş gibi görünen bir şekil beliriyordu; insan formuna benziyordu ama gövdesi parlıyordu, çevresinden toprak, su, rüzgâr ve ateş kıvılcımları saçılıyordu.
“Hoş geldin, Ekin,” dedi varlık. Sesi aynı anda hem kadın hem erkekti. Aynı anda hem yaşlı hem gençti.
Ekin şaşkınlıkla geriledi. “Sen… Kimsin? Burası neresi?”
Varlık yaklaştı. Adımlarıyla birlikte etraf canlanıyordu. Çevrede ağaçlar belirdi. Gökkuşağı gibi renkleri olan çiçekler açtı. Toprak yeşerdi, kuşlar yeniden ötmeye başladı. Dünya tekrar şekil aldı. Artık bir ormanın içindeydiler. Ama bu orman... o eski ormandan çok daha farklıydı.
Ağaçlar ışıkla dokunmuş gibiydi. Gövdeleri kristal, yaprakları altın rengine çalıyordu. Göl kenarında yüzen hayvanlar tanıdık değildi; kuğuya benzeyen ama sırtında dallar taşıyan canlılar vardı. Gökyüzü mavi değil, soluk gümüş rengindeydi.
“Burası İlk Orman,” dedi varlık. “Ormanların ormanı. Her tohumun atıldığı, her sırrın yazıldığı ilk yer. Ve sen... buraya gelen ilk insansın uzun zamandır.”
Ekin’in kalbi yeniden atmaya başladı. “Neden ben? Ben kimim ki?”
Varlık gülümsedi. “Sen soruları soransın. Soru soranlar, cevaplara yaklaşanlardır. Ama cevaplar kolay gelmez.”
Bir anda elini Ekin’in alnına götürdü. Ekin’in zihninde yüzlerce görüntü belirdi: Yakılan köyler, karanlık bir ormanın içinde yürüyen gölgeler, gökyüzüne yükselen bir dağ ve orada parlayan bir taç… Sonra bir ağaç: Kökleri gökyüzüne uzanmış, dalları toprağın altına gömülmüş ters bir ağaç…
“Bu ağaç seni çağırıyor.” dedi varlık. “Onu bulmalı, onun içindeki mühürleri açmalısın. Ama dikkatli ol. Her cevap yeni bir sorudur. Her adım bir bedel ister.”
Ekin’in etrafı bir anda yeniden sisle doldu. Gözlerini kırptığında, kendini yeniden normal ormanın içinde buldu. Ama bir şey farklıydı.
Elinde bir yaprak vardı. Bu yaprak sıradan değildi. Üzerinde semboller vardı, tıpkı taş sunağın üzerindeki gibi. Ve yaprağın ortasında bir kelime yanıyordu:
"Sarvan."
Ekin o kelimeyi yüksek sesle söylediğinde orman tekrar dalgalandı. Yüz metre ötede bir ağacın gövdesi çatladı. İçinden loş sarı ışık sızıyordu.
Görev başlamıştı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 4 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder