Aras, birliğinin geri çekilmesi için verilen emir doğrultusunda ilerlerken, zihninde hâlâ belirsizlik hâkimdi. Dağların eteklerinde süren bu yolculuk, onun için sadece fiziksel bir dönüş değil, ruhsal bir hesaplaşmaydı.
Askerî konvoy ilerlerken, telsizden yeni bir mesaj
geldi: "Bölgeden çıkış yaparken dikkatli olun.
İstihbarat raporlarına göre ileride güvenli olmayan noktalar olabilir."
Bu uyarı, Aras’ı daha da tetikte tutuyordu. Savaş
sona ermiş olabilir, ancak tehlike hiçbir zaman tamamen kaybolmazdı.
Bir an için yanındaki askerlere baktı. Yorgun,
fakat dikkatliydiler. Her biri, savaşın yükünü farklı bir şekilde taşıyordu.
Ama Aras için bu yük, sadece bugün yaşananlardan ibaret değildi. Geçmişiyle
yüzleşmesi kaçınılmaz hale geliyordu.
Karanlık çökerken, konvoy yavaşladı. Önlerinde
bilinmezlik vardı. Ve bu bilinmezlik, Aras’ın en büyük savaşını başlatmaya
hazırdı.
Gökyüzü yavaş yavaş geceye teslim olurken, konvoy
ağır adımlarla ilerliyordu. Aras, zırhın ağırlığını omuzlarında hissediyordu,
fakat bu ağırlığın büyük bir kısmı zihnindeki yükten geliyordu. Geçmişin
gölgeleri ve bugün yaşananlar birbirine karışmıştı.
İlerledikleri yol, kıvrımlı dağ geçitleriyle
çevriliydi. Gece karanlığında, rüzgâr kayalıkları döverken telsizden gelen
kesik bir ses duyuldu: "İleride
hareketlilik var. Dikkatli olun!"
Aras, gözlerini dar geçidin sonuna doğru dikti.
Yol, gölgeler tarafından yutulmuş gibi görünüyordu. İçindeki huzursuzluk
büyürken, birliğe sessizce emir verildi. Tüm askerler mevzilerini sıklaştırdı,
silahlar hazır hale getirildi.
Tam bu sırada, yolun sonunda zayıf bir ışık
parıldadı. Aras, dürbünü kaldırarak ışığın kaynağını inceledi. İleride, eski
bir köy kalıntısına benzeyen birkaç harabe vardı. Bu bölge, terk edilmiş
olmalıydı—ama ışık varsa, burada yaşayan biri de olabilirdi.
Telsizden tekrar ses geldi: "Yaklaşmadan önce çevreyi tarayın. Pusuya düşmek istemiyoruz."
Aras, ekibiyle birlikte dikkatlice ilerlemeye
başladı. Silahını sımsıkı kavrarken, her adımda geçmişin yankıları onu takip
ediyordu.
Yaklaştıklarında, terk edilmiş yapının kapısı
hafifçe aralıktı. İçeriden gelen hafif bir hareket sesi duyuldu. Aras, ellerini
kaldırarak sessizce ekibine işaret verdi. Beklemek mi yoksa içeri girmek mi?
Zihnindeki düşünceler, geçmişten gelen görüntülerle
karışıyordu. Bu yolun sonunda, sadece düşman yoktu. Bir şeyler Aras’ı buraya
çekiyordu—ve bunu anlamadan ilerlemek imkânsızdı.
Gecenin karanlığı, dağların arasındaki dar geçidi
adeta bir labirente çevirmişti. Aras, gözlerini terk edilmiş yapının kapısına
dikti. İçeride bir şeyler vardı—ama düşman mıydı, yoksa geçmişinden gelen bir
hayalet mi?
Yanındaki askerler sessizdi. Silahlar hazır, gözler
tetikteydi. Telsizden kısa bir ses yükseldi: "İçeri
giriyor muyuz?"
Aras, bir an tereddüt etti. Bu yer, bir tuzak
mıydı? Yoksa burada bulunmasının bir sebebi mi vardı? Gecenin içinde süzülen
rüzgâr, eski ahşap kapıyı hafifçe salladı. İçeriden gelen o zayıf ışık, bir
hayat belirtisi olabilirdi.
Derin bir nefes alarak işaret verdi. Birlik, sessiz
adımlarla kapıya yaklaştı. Aras, yavaşça kapıyı iterek içeri adım attığında,
ortamı boğan tozlu hava ona geçmişten gelen bir anıyı hatırlattı.
Taş duvarlara sinmiş eski yazılar, yere saçılmış
birkaç eşya… Ancak asıl dikkatini çeken şey, duvarın köşesine yaslanmış soluk
yüzlü bir adamdı. Adam, yaralıydı. Gözleri Aras’a kilitlenmişti.
Aras, ellerini silahının üzerinde tutarak sessizce
adama yaklaştı. Yaralı adam, Aras’ın yüzüne bakarken hafifçe başını kaldırdı.
"Bunca yıl sonra… yine buradasın," diye fısıldadı.
Aras’ın kalbi hızlandı. Bu adam, onu tanıyor muydu?
Yoksa geçmişinden gelen bir şey mi yüzeye çıkıyordu? Bir saniyelik sessizlik,
geçmişin kapılarını bir kez daha araladı.
Gece, dağların arasındaki geçitte sessizce
ilerliyordu. Aras, yaralı adamın yüzüne bakarken zihnindeki sorular birbiri
ardına çoğalıyordu. Adamın yüzü ona yabancı gibi görünse de, içindeki garip his
bunun doğru olmadığını söylüyordu.
"Bunca yıl sonra... yine buradasın," diye fısıldamıştı adam. Bu sözler Aras’ın zihninde yankılanırken,
gözlerini adamın solgun yüzüne kilitledi.
Birlik, çevreyi kontrol etmeye devam ediyordu.
Komutan telsizden seslendi: "Aras,
orada ne var? Harekete geçmeliyiz."
Aras, adamın gözlerindeki derinliği görmezden
gelemezdi. Savaş alanındaki düşmanlar kendilerini saklamaya çalışırken, bu adam
ona doğrudan hitap ediyordu.
Etrafındaki askerler, adamın kim olabileceğini
anlamaya çalışıyordu. İçlerinden biri fısıldadı: "Onu tanıyor musun, komutan?"
Aras, gözlerini bir an kapatarak derin bir nefes
aldı. Sonra adamın yanına eğildi ve yavaşça sordu: "Sen kimsin?"
Adam, çatlamış dudaklarını araladı, zayıf bir nefes
aldı ve zorla konuştu: "Seninle
aynı yolu yürüyen biriydim… uzun zaman önce."
Aras’ın kalbinde aniden bir yük hissetti. Bu adam,
geçmişinden biri miydi? Yoksa sadece savaşın ortasında unutulmuş bir hayat
mıydı?
Tam o anda, dışarıdan gelen bir silah sesi herkesi
alarma geçirdi. Askerler pozisyon aldı, Aras silahını kaldırarak kapıya
yöneldi.
"Bu konuşma bitmedi," diye fısıldadı, adamı arkada bırakarak.
Ama bu sefer, Aras’ın yüzleşmesi gereken sadece
düşmanlar değil, kendi geçmişiydi.
Gece, dağların zirvesine bir ağırlık gibi çökmüştü.
Telsizden gelen silah sesleri ekibi alarma geçirdi. Aras, gözünü yaralı adamdan
ayırıp kapıya yöneldi. Dışarıda, bilinmeyen bir tehdit vardı. Ancak içeride de
cevapsız kalan bir geçmişin yankısı…
"Herkes pozisyon alsın!" diye emretti. Askerler hızla mevzilenirken, Aras kapının kenarında
durarak gözlerini karanlığa dikti.
Dışarıdan gelen adımlar giderek yaklaşıyordu.
Rüzgâr, taş zemini döverken Aras’ın içgüdüleri ona kaçmaması gerektiğini
söylüyordu. Buraya kadar gelmişken, ne geçmişinden ne de savaşın gerçek
yüzünden kaçabilirdi.
Bir anda, karanlığın içinden bir siluet belirdi.
İleriye doğru eğildi, gölgenin içine sinmiş bir başka figür ona yaklaştı. Aras,
silahını kaldırdı. Kalbi hızlanıyordu.
"Kim var orada?"
Sessizlik.
Yaralı adam içeriden fısıldadı: "Beni arıyorlar…"
Aras, bu cümlenin ağırlığını hissetti. Dışarıdaki
tehdit, yalnızca bir düşman birliği değil, adamın geçmişine ait bir şeydi. Eğer
burada kalırlarsa, savaş kaçınılmaz olacaktı.
Telsizden gelen emir, Aras’ı düşüncelerinden çekip
aldı: "Aras! Temas yakın. Hazır olun!"
Zihnindeki fırtına hâlâ dinmemişti. Ancak savaşın
ortasında geçmişle yüzleşmek için zaman yoktu. Aras, silahını sımsıkı kavradı.
Kapının önündeki gölge harekete geçti.
Gece, artık sadece bir örtü değil, ölümle yaşam
arasındaki çizginin başlangıcıydı.
Kapının önündeki gölge hızla ilerledi. Aras,
tetikte bekleyerek silahını kaldırdı. Birlik, çevreyi güvenlik altına alırken
içerideki yaralı adam gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.
"Onlar buraya benim için geldi," diye fısıldadı.
Aras, kafasındaki soru işaretlerini bir kenara
bırakmak zorundaydı. Geçmişin cevaplarını bulmak için zamanı yoktu—bu gece,
sadece hayatta kalmak için savaşmalıydı.
Silah sesleri yankılandığında, birlik koordineli
bir şekilde karşılık verdi. Düşman unsurları geri çekilmeye başladı. Gece,
metalin ve barutun kokusuyla ağırlaştı.
Son mermiler sıkıldığında, Aras kapının kenarında
durarak son bir kez yaralı adama baktı. Adamın gözleri, ona yüzleşmesi gereken
bir şeyler olduğunu söylüyordu.
"Bu savaş sadece burada bitmeyecek," dedi adam.
Aras, içindeki ağırlığı hissederek başını eğdi. Son
kez geçmişe dönüp dönmemesi gerektiğini düşündü. Ama cevap, çoktan verilmişti.
📖 Hikayeye Devam Et
Dağlarda Yalnız Bir Asker Karanlığın Eşiği Bölüm 5. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder