Elif, gece boyunca kaç defa uyandığını sayamamıştı. Her ne kadar yorgunluktan bitap düşmüş olsa da, zihni sürekli tetikteydi. Konağın derin sessizliği bile kendi içinde sesler barındırıyordu; ahşap zeminden gelen belli belirsiz gıcırtılar, rüzgarın pencerenin pervazlarında çıkardığı uğultu, tarif edemediği uzak tıkırtılar...
Bir ara, tam
uykuya dalmak üzereyken, koridordan geldiğine yemin edebileceği hafif bir ayak
sesi duyar gibi olmuş, ama gözlerini açıp kapıya baktığında sadece karanlığı
görmüştü. Belki de hepsi zihninin bir oyunuydu, bu eski ve yabancı mekâna
alışma sürecinin bir parçasıydı. Ama yine de yorganı üzerine daha sıkı
çekmekten kendini alamamıştı.
Sabahın ilk
ışıkları, penceredeki tül perdenin arasından sızıp odayı aydınlatmaya
başladığında, Elif yorgun ama bir o kadar da kararlı bir şekilde doğruldu. Dün
gece hissettiği korku, yerini gün ışığıyla birlikte inatçı bir meraka
bırakmıştı. Bu konak bir sır saklıyorsa, onu ortaya çıkaracaktı. Arşivci ruhu,
çözülmeyi bekleyen bu gizem karşısında harekete geçmişti.
Yataktan
kalkıp pencereye yürüdü. Dışarısı sakindi. Arka bahçe, sabah mahmurluğuyla daha
az tekinsiz görünüyordu. Kuş sesleri duyuluyordu. Dün gece hissettiği o yoğun,
baskıcı atmosfer biraz dağılmış gibiydi. Belki de her şey gecenin karanlığıyla
ilgiliydi.
Hızlıca
giyinip yüzünü yıkadıktan sonra, dün gece komodinin üzerine bıraktığı deri
kaplı günlüğü eline aldı. İşte asıl iş şimdi başlıyordu. Odanın tek koltuğuna
yerleşip defteri dizlerinin üzerine koydu. Dün gece okuduğu ilk iki cümleyi
atlayıp sayfaları çevirmeye başladı.
Neriman
Teyze'nin el yazısı zamanla değişiyordu; bazen muntazam ve okunaklı, bazen
aceleyle karalanmış, bazen de titrek ve zor seçilir bir haldeydi. Günlük, ilk
bakışta sıradan bir yaşlı kadının notları gibiydi: Hava durumu, bahçedeki
çiçeklerin durumu, komşularla ilgili kısa gözlemler, okuduğu kitaplar, denediği
yemek tarifleri... Ama aralara serpiştirilmiş tuhaf notlar vardı. Tarihlerin
yanına çizilmiş küçük semboller – bir hilal, bir göz, bazen de ne olduğu
anlaşılmayan geometrik şekiller. Bazı sayfaların kenarlarına karalanmış tek
harfler
– K, A, M? –
veya kısa, üstü çizili cümleler dikkatini çekiyordu. Örneğin, bir tarifin
ortasında aniden "Yine geldiler. Bodrum kapısını zorluyorlar." gibi
bir not vardı, üzeri mürekkeple karalanmıştı ama dikkatli bakınca
okunabiliyordu. Başka bir sayfada, kasabadaki bir olaydan bahsederken
"Ahmet Bey haklıydı, susmalıydım." yazıyordu.
Elif, yanında
getirdiği küçük not defterine bu tuhaf detayları, tarihleri, harfleri ve
sembolleri kaydetmeye başladı. Özellikle sık tekrarlanan tarihler veya isimler
var mıydı? Bir örüntü yakalayabilir miydi? Tam bu detaylara dalmışken, dış
kapının gürültüyle çalınmasıyla yerinden sıçradı. Ses, konağın sessizliğinde
bir bomba gibi patlamıştı.
Kalbi hızla
çarparak aşağı indi. Kapının arkasında kim olabilirdi? Avukat mı? Yoksa
kasabadan biri mi? Kapının üzerindeki küçük gözetleme deliğinden baktı. Ellili
yaşlarında, başında yemenisi, üzerinde çiçekli basma elbisesi olan, yuvarlak
yüzlü, meraklı gözlerle etrafa bakınan bir kadın duruyordu. Dün kasabaya
indiğinde kahvehanenin önünde gördüğü kadınlardan birine benziyordu.
Derin bir
nefes alıp kapıyı araladı. Kadın, Elif'i görünce yüzüne geniş, biraz da
yapmacık duran bir gülümseme yerleştirdi.
"Aa, Elif
kızım sen misin? Hoş geldin, sefa geldin!" dedi hızlı hızlı konuşarak.
"Ben Fatma. Karşı komşun sayılırım, yolun aşağısında otururum. Rahmetli
Neriman teyzenle pek görüşürdük, arada gelir bir ihtiyacı var mı bakardım. Dün
geldiğini duydum da bir 'geçmiş olsun'a, bir de 'hoş geldin'e geleyim dedim.
Tek başına buralarda zorlanırsın şimdi sen."
Fatma Hanım,
Elif'in davet etmesini beklemeden bir adımını içeri atmıştı bile. Gözleri hızla
holü, sonra da aralık kapıdan salonu tarıyordu. Meraktan çok, bir teftiş hali
vardı üzerinde.
Elif, biraz
şaşkınlıkla "Hoş bulduk Fatma Hanım, teşekkür ederim," diyebildi.
"Zahmet etmişsiniz."
"Ne
zahmeti kızım, komşu sayılırız," dedi Fatma Hanım, sesini biraz
alçaltarak. "Rahmetli pek severdi beni. Ama son zamanlarda iyice içine
kapanmıştı garibim. Hele o... neyse... Allah taksiratını affetsin."
Cümlenin sonunu bilerek havada bırakmıştı.
Elif'in merakı
anında depreşti. "Son zamanlarda bir sorunu mu vardı?"
Fatma Hanım
omuz silkti, gözlerini kaçırdı. "Eee, yaşlılık işte kızım. Bir de bu koca
konakta tek başına... Kolay değil. Evin de kendine göre huyları vardır
hani," dedi yine o imalı ses tonuyla. Gözleri Elif'in elindeki küçük not
defterine ve kalemine takıldı. "Oo, pek çalışkansın bakıyorum sabah
sabah."
Elif, defteri
fark ettirmeden arkasına saklamaya çalıştı. "Sadece... etrafa
bakınıyordum."
Fatma Hanım'ın
bakışları daha da keskinleşti. Elif, bu kadının meraklı tavırlarının altında
başka bir şey olduğunu seziyordu. Belki gerçekten sadece dedikoducu bir
komşuydu, belki de daha fazlası... Belki de Neriman Teyze'nin günlüğünde
bahsettiği 'susması gereken' konulardan birini biliyordu. Fatma Hanım'ın bu
davetsiz ziyareti, konağın gizemini daha da artırmıştı.
Elif, defteri
arkasına doğru iterken hafifçe gülümsedi. "Sadece evin genel durumuyla
ilgili notlar alıyordum," diye geçiştirdi. "Nereden başlayacağımı
bilemiyorum, o kadar çok iş var ki."
Fatma Hanım'ın
gözleri hala Elif'in üzerinde, sanki yalan söylediğini anlamış gibiydi.
"Ah canım," dedi, sesi biraz fazla şefkatliydi. "Sen hiç merak
etme. Tek başına başa çıkamazsın bu koca harabeliği toparlamaya. Ben yardım
ederim sana ara sıra. Hem rahmetli Neriman teyzenin de ruhu şad olur, evi
sahipsiz kalmadı diye.
" Holün
ortasına doğru birkaç adım daha attı, bakışları yukarı kata çıkan merdivenlere
kaydı. "Ama dikkatli ol ha," diye fısıldadı birden, sesi
ciddileşmişti. "Bu evin tekin olmadığını söylerlerdi eskiler. Geceleri çıt
çıkmaz ama sanki birileri geziyor gibi olur içinde. Rahmetli de son zamanlarda
'duvarlar konuşuyor' der dururdu."
Elif'in
tüyleri tekrar diken diken oldu. Günlükteki cümleler... "Duvarlar
konuşuyor" mu? Fatma Hanım, Neriman Teyze'nin bu sözlerini biliyor muydu?
Yoksa bu kasabada yaygın bir söylenti miydi? "Ne demek duvarlar
konuşuyor?" diye sordu Elif, sesindeki merakı gizlemeye çalışarak.
Fatma Hanım
eliyle ağzını kapattı, sanki büyük bir sır vermiş gibi yaptı. "Aman kızım,
lafın gelişi işte! Eski ev ya, gıcırdar, ses yapar... Rahmetli de biraz
bunamıştı son zamanlarında, biliyorsun. Kendi kendine konuşur, olmayacak şeyler
görürdü. Sen onun her dediğine bakma." Ama gözlerindeki ifade,
söyledikleriyle çelişiyor gibiydi. Sanki Elif'i hem uyarmak hem de korkutmak
istiyordu.
"Anlıyorum,"
dedi Elif sakince. Konuyu değiştirmek istedi. "Peki, teyzem... kasabada
pek kimseyle görüşmez miydi? Arkadaşları var mıydı?"
Fatma Hanım
elini 'yok' anlamında salladı. "Neriman teyzen pek kimseyi sokmazdı
hayatına. Hele o... tatsız olaydan sonra iyice kapandı içine."
"Tatsız
olay mı?" Elif'in kaşları çatıldı. İşte bu yeni bir bilgiydi.
Fatma Hanım
aniden suskunlaştı, sanki ağzından bir şey kaçırmıştı. "Boş ver kızım,
eski meseleler," dedi hızla. "Benim şimdi gitmem lazım, ocakta
yemeğim vardı. Bir şeye ihtiyacın olursa çekinme, hemen seslen aşağıya, tamam
mı? Bak, bu numaradan da arayabilirsin," diyerek cebinden çıkardığı
buruşuk bir kağıt parçasını Elif'in eline tutuşturdu. Üzerinde bir telefon
numarası yazılıydı.
"Çok
teşekkür ederim Fatma Hanım, çok naziksiniz," dedi Elif, kadını kapıya
doğru yönlendirirken.
"Ne demek
kızım, görevimiz," dedi Fatma Hanım ve son bir kez holü süzdükten sonra
dışarı çıktı. Demir kapının gıcırtıyla kapanma sesi duyuldu.
Elif kapıyı
arkasından kapatıp sırtını dayadı. Derin bir nefes aldı. Fatma Hanım'ın
ziyareti kısacıktı ama Elif'in kafasını allak bullak etmeye yetmişti. Kadının
merakı mıydı sadece, yoksa Elif'i test mi ediyordu? Neriman Teyze'nin
"bunaklığı", "duvarların konuşması", "tatsız
olay"... Bunlar ne anlama geliyordu? Fatma Hanım bir şeyler biliyor ama
söylemekten çekiniyor gibiydi.
Tekrar salona
döndü, koltuğuna oturdu ve günlüğü açtı. Fatma Hanım'ın bahsettiği "tatsız
olay" ile ilgili bir ipucu bulabilir miydi? Sayfaları daha dikkatli
çevirmeye başladı. Tarihlere, isimlere, üstü çizili notlara odaklandı. Birkaç
sayfa sonra, Neriman Teyze'nin daha öfkeli ve kararlı bir el yazısıyla yazdığı
bir nota rastladı:
"O kapı bir daha
açılmayacak. Ne pahasına olursa olsun. A.'nın hatırası buna izin vermez."
A? Bu günlükte
daha önce de gördüğü o tek harf miydi? Ve hangi kapıdan bahsediyordu? Bodrum
kapısı mı? Yoksa konaktaki başka bir kilitli oda mı vardı? Fatma Hanım'ın
ziyareti, sorularına cevap vermek yerine yenilerini eklemişti.
Elif, bu
bilmecenin parçalarını tek başına birleştiremeyeceğini anladı. Daha fazla
bilgiye ihtiyacı vardı. Belki de kasabaya inip şu Ahmet Bey'i bulmalıydı.
Emekli bir öğretmen veya kütüphaneci, kasabanın geçmişini Fatma Hanım'dan daha
objektif bir şekilde biliyor olabilirdi. Hem biraz hava almak da iyi gelecekti.
Bu konak,
duvarlarıyla, gölgeleriyle ve şimdi de komşularının imalı sözleriyle üzerine
gelmeye başlamıştı. Günlüğü ve not defterini çantasına atıp ceketini aldı.
Kasabanın sessiz sokakları, şu an için konağın boğucu atmosferinden daha
davetkâr görünüyordu.
Elif, konağın
ağır demir kapısını arkasından çekip kilitlediğinde, sırtından bir yük kalkmış
gibi hissetti. Güneş şimdi daha tepedeydi ve sabahın serinliği yerini Ege'nin
tanıdık sıcağına bırakmaya başlamıştı. Yine de burada, kasabanın biraz
dışındaki bu yokuşta, hava hala şehir merkezine göre daha esintiliydi.
Aşağıya doğru,
taş döşeli yoldan inerken adımlarını daha rahat attığını fark etti. Konak, tüm
gizemi ve ağırlığıyla arkasında kalmıştı, en azından şimdilik.
Kasabanın
içine yaklaştıkça, hayatın yavaş ritmi kendini daha çok belli ediyordu.
Panjurları aralanmış birkaç dükkân, kapı önlerine oturmuş sohbet eden yaşlı
kadınlar, meydandaki kahvehaneden gelen tavla zarlarının ve çay kaşıklarının
sesi...
Dün geldiğinde
hissettiği o yoğun, meraklı bakışlar sanki biraz azalmıştı, ya da Elif onlara
alışmaya başlamıştı. Yine de insanların konuşmalarının, o yaklaştığında
alçaldığını veya kesildiğini fark etmiyor değildi. Neriman Yıldırım'ın yeğeni,
o tekinsiz konağın yeni sahibi olarak kasabanın gündemine oturduğu belliydi.
Fatma Hanım'ın
bahsettiği emekli öğretmen veya kütüphaneci Ahmet Bey'i nerede bulabilirdi?
Meydan kahvesine sormak bir seçenekti ama dedikoduların merkezi olan bir yere
hemen dalmak istemiyordu. Gözü, meydanın köşesindeki, diğer dükkânlardan biraz
daha bakımlı, iki katlı eski bir taş binaya takıldı. Üzerinde solmuş harflerle
"Kasaba Kütüphanesi ve Okuma Evi" yazıyordu. Burası olmalıydı.
Kapısı
aralıktı. İçeri girdiğinde onu serin, kitap ve hafif naftalin kokulu bir hava
karşıladı. Girişte küçük bir danışma masası vardı ama boştu. Sağlı sollu
duvarlar boyunca uzanan ahşap raflar, tavana kadar eski ve yeni kitaplarla
doluydu. Ortadaki birkaç masada kimse oturmuyordu. Sessizlik, konağınkinden
farklıydı; buradaki sessizlik huzurlu, davetkâr ve bilgi doluydu.
"Merhaba?
Kimse var mı?" diye seslendi Elif, sesini alçak tutarak.
İlerideki
rafların arasından hafif bir hışırtı duyuldu, ardından gözlüklü, beyaz saçlı,
yetmişli yaşlarında, üzerinde ütülü bir gömlek ve yelek olan bir adam belirdi.
Yüzünde nazik ama sorgulayıcı bir ifade vardı.
"Buyurun
hanımefendi," dedi sakin bir sesle. "Hoş geldiniz. Yardımcı olabilir
miyim?"
Elif, aradığı
kişinin o olduğunu hissetti. "Merhaba," dedi gülümsemeye çalışarak.
"Ben Elif Yıldırım. Şey... Neriman Yıldırım'ın yeğeniyim. Konağın yeni
sahibiyim."
Adamın
yüzündeki nazik ifade bir anlığına donuklaştı, gözleri Elif'i dikkatle süzdü.
Şaşırmış görünüyordu ama bunu belli etmemeye çalıştı. "Ah, evet,"
dedi yavaşça. "Duymuştum. Hoş geldiniz kasabamıza, Elif Hanım. Ben Ahmet
Tekin. Emekli öğretmenim ama vaktimin çoğunu burada, kitapların arasında
geçiririm diyelim." Elini uzattı.
Elif, Ahmet
Bey'in kuru ve kemikli elini sıktı. Adamın bakışları keskin ve zekiydi.
"Memnun oldum Ahmet Bey," dedi. "Aslında size birkaç sorum
olacaktı, eğer vaktiniz varsa. Büyük teyzem hakkında pek bir şey bilmiyorum
da... Kasabanın ve konağın tarihi hakkında sizden bilgi alabilir miyim diye
düşünmüştüm."
Ahmet Bey,
Elif'i baştan aşağı tekrar süzdü. Sanki niyetini anlamaya çalışıyor gibiydi.
"Elbette," dedi sonunda, hafif bir tereddütle. "Rahmetli Neriman
Hanım... uzun yıllardır buradaydı ama dediğiniz gibi, pek kimseyle görüşmezdi.
Biraz... kendi halinde bir hanımefendiydi diyelim." Danışma masasının
arkasındaki sandalyeyi işaret etti. "Buyurun oturun isterseniz."
Elif masanın
önündeki sandalyeye oturdu. Ahmet Bey de yerine geçti. Şimdi aralarında sadece
eski, üzeri kağıtlarla dolu bir masa vardı. Elif, nereden başlayacağını
bilemiyordu. Fatma Hanım'ın imalı sözleri, günlükteki şifreli notlar... Bunları
hemen ortaya dökemezdi. Daha dikkatli olmalıydı.
"Teyzemin
neden bu kadar... yalnız yaşadığını merak ediyorum," diye başladı söze.
"Ailemle de pek bağı yoktu sanırım."
Ahmet Bey
ellerini masanın üzerinde birleştirdi, parmaklarıyla hafifçe oynuyordu.
"Dediğim gibi, Neriman Hanım biraz içe dönük bir yapıdaydı. Ama
gençliğinde böyle değilmiş diyorlar. Hayat... bazen insanları değiştirir,
bilirsiniz." Gözlerini Elif'in gözlerine dikti. "Hele bazı
olaylar..."
Elif, aradığı
kapının aralandığını hissetti. "Ne gibi olaylar Ahmet Bey?" diye
sordu doğrudan.
Ahmet Bey bir
an duraksadı, bakışlarını kütüphanenin uzak bir köşesine çevirdi. Sanki eski
anıları tartan, neyi ne kadar anlatacağına karar vermeye çalışan bir hali
vardı. Ortama yine bir sessizlik çökmüştü, ama bu kez gergin bir bekleyişle
doluydu.
Ahmet Bey
derin bir nefes aldı, sanki yıllar öncesine bir yolculuğa çıkıyordu. Sesi,
kütüphanenin sessizliği içinde daha da ağırlaşmıştı. "Neriman Hanım...
gençliğinde çok güzel, çok hayat dolu bir kızdı. Kasabanın en gözde
bekarlarından biriydi. İyi bir ailesi vardı, sevilen, sayılan insanlar. Ama
sonra... sonra talihsiz bir aşk yaşadı."
Elif dikkatle
dinliyordu. İşte, Neriman Teyze'nin hayatında bir kırılma noktası, bir
"tatsız olay" daha.
"Kasabamızın
zengin ailelerinden birinin oğluyla nişanlandı," diye devam etti Ahmet
Bey. "Yakışıklı, eğitimli bir gençti. Herkes çok yakıştırmıştı onları. Ama
düğünlerine bir hafta kala... genç adam aniden ortadan kayboldu."
Elif'in
kaşları çatıldı. "Kaçırıldı mı? Başına bir şey mi geldi?"
Ahmet Bey omuz
silkti. "Kimse tam olarak ne olduğunu öğrenemedi. Bazıları kaçırıldığını
söyledi, bazıları başka bir kadınla kaçtığını, bazıları da intihar ettiğini...
Ama cesedi bile bulunamadı. O günden sonra Neriman Hanım bambaşka bir insan
oldu. Nişanı atıldı, ailesi bir süre sonra kasabayı terk etti. O ise, o koca
konakta tek başına yaşamaya başladı."
Elif sessizce
dinliyordu. Bu aşk hikayesi, günlüğün o karmaşık ve tuhaf sayfalarına nasıl bir
ışık tutuyordu?
"Peki, bu
kaybolan genç adamın adı neydi?" diye sordu Elif, merakla.
Ahmet Bey bir
an tereddüt etti. Sanki bu ismi söylemek istemiyor gibiydi. Sonunda, yavaşça,
"Adı... Ali'ydi," dedi.
Elif'in zihni
bir an duraksadı. Ali... Günlükte bahsi geçen "A." harfi... O kapı
bir daha açılmayacak... A.'nın hatırası buna izin vermez... Bir şeyler yerine
oturmaya başlıyordu.
"Ali..."
diye fısıldadı Elif, sanki kendi kendine konuşuyordu. "Peki, bu olaydan
sonra Neriman Teyze'nin konağa kapanması... bu olayla mı ilgiliydi?"
Ahmet Bey
başını salladı. "Sanırım öyleydi. O koca konak, onun hem sığınağı hem de
mezarı oldu. Gençliğinin hatıralarını, o bitmemiş aşkı orada sakladı. Bir daha
da kimseyi hayatına almadı."
"Peki, bu
olayla ilgili kasabada başka hikayeler, söylentiler var mı?" diye sordu
Elif. "Fatma Hanım da bir şeyler ima etti ama tam olarak ne olduğunu
anlamadım."
Ahmet Bey bir
an düşündü. "Kasabada çok söylenti döner," dedi sonunda. "Ama
çoğu kulaktan dolma, abartılı şeylerdir. Yine de bazıları... ilginçtir."
Gözleri Elif'in yüzünde gezindi. "Mesela, bazıları o konağın lanetli
olduğunu söyler. Ali'nin ruhunun orada dolaştığına, Neriman Hanım'ı rahat
bırakmadığına inanırlar."
Elif'in
tüyleri yine diken diken oldu. Konağın o ürkütücü atmosferi, duvarların
konuşması... Tüm bunlar, sadece birer tesadüf müydü? Yoksa gerçekten de
doğaüstü bir şeyler mi vardı?
"Peki, bu
söylentilere siz inanıyor musunuz?" diye sordu Elif, sesindeki şüpheyi
gizlemeye çalışarak.
Ahmet Bey
hafifçe gülümsedi. "Ben bir öğretmenim Elif Hanım. Kitaplara, bilgiye
inanırım. Ama bu kasabada, o konakta yaşananlar... Bazen en akla yatkın
açıklamalar bile yetersiz kalır."
Elif,
kütüphanenin o sessiz ve huzurlu atmosferinde bile, yine o tanıdık ürpertiyi
hissetmeye başlamıştı. Bu konak, geçmişiyle, sırlarıyla ve belki de doğaüstü
fısıltılarıyla onu içine çekiyordu. Ahmet Bey'in anlattıkları, Neriman
Teyze'nin günlüğündeki o tuhaf notlar... Hepsi birleşince, çözülmesi gereken
bir gizem değil, kaçınılması gereken bir lanet gibi görünüyordu.
"Anlıyorum,"
dedi Elif, yavaşça. "Çok teşekkür ederim Ahmet Bey, bana çok yardımcı
oldunuz."
Ahmet Bey
başını salladı. "Ne demek Elif Hanım, her zaman. Ama size bir tavsiyem
olacak."
Elif, adamın
gözlerinin içine baktı.
"O konağa
dikkat edin. Geçmişi karanlık. Ve bazı sırlar, en iyisi açılmamış kalır."
Ahmet Bey'in
son sözleri, kütüphanenin sessizliğinde yankılanır gibi oldu. "Bazı
sırlar, en iyisi açılmamış kalır." Bu bir tavsiye miydi, yoksa üstü kapalı
bir tehdit mi? Elif, adamın gözlerindeki o bilge ama aynı zamanda mesafeli
ifadeye baktı. Ahmet Bey, bu kasabanın ve konağın sırlarına ne kadar vakıftı?
Ve neden onu uyarma gereği duymuştu?
"Tavsiyeniz
için teşekkür ederim Ahmet Bey," dedi Elif, ayağa kalkarken. Sesinin
titrememesine özen gösterdi. "Ama sanırım... teyzemin neden bu kadar üzgün
olduğunu anlamak istiyorum. Belki de... huzur bulmasına yardımcı
olabilirim." Bu son cümleyi neden söylediğini kendi de bilmiyordu. Belki
de sadece kendini ikna etmeye çalışıyordu.
Ahmet Bey
hafifçe başını eğdi. "Umarım aradığınızı bulursunuz Elif Hanım. Ama
unutmayın, bazı kapılar kapalı kalmalıdır." Bu sözleri söylerken gözleri
yine o uzak noktaya dalmıştı.
Elif,
kütüphaneden çıktığında öğleden sonranın güneşi yüzüne vurdu. Gözleri kamaştı.
Ahmet Bey ile yaptığı konuşma zihninde dönüp duruyordu. Ali... Kaybolan
nişanlı. Neriman Teyze'nin hiç bitmeyen yası. Konağa dair lanet söylentileri.
Duvarların
konuşması... Tüm bunlar, Fatma Hanım'ın imalarıyla ve günlükteki şifreli
notlarla birleşince, ortaya ürkütücü bir tablo çıkıyordu. Artık bu sadece eski
bir konağın ve unutulmuş bir akrabanın hikayesi değildi; bu, trajediyle, belki
de doğaüstüyle örülü, tehlikeli bir bilmeceydi.
Kasabanın
meydanından geçerken etrafına daha dikkatli baktı. Şimdi insanların
yüzlerindeki ifadeler daha anlamlı geliyordu. O meraklı bakışların ardında
acıma mı vardı, yoksa korku mu? Belki de her ikisi. Bu kasaba, o konağın
sırrıyla birlikte yaşamaya alışmış, belki de onu korumaya çalışıyordu. Ve Elif,
bu dengeyi bozan yabancıydı.
Yokuşu
tırmanıp konağın demir kapısına yaklaştığında, öğleden sonra ışığında yapı daha
da kasvetli görünüyordu. Taş duvarlardaki gölgeler uzamış, pencereler karanlık
göz çukurları gibi boşluğa bakıyordu. Sanki Elif'in yokluğunda içine daha da
kapanmış, sırlarını daha derine gömmüştü. Ahmet Bey'in uyarısı kulaklarında
çınlıyordu: "O konağa dikkat edin."
Elini kapının
soğuk demirine koyduğunda bir an tereddüt etti. Geri dönüp ilk otobüsle bu
kasabadan, bu konaktan kaçıp gitmek hala bir seçenekti. Ama içindeki bir ses,
merakı ve belki de ailesine karşı hissettiği o yeni yeni filizlenen sorumluluk
duygusu, onu durduruyordu. Neriman Teyze ne yaşamıştı? Ali'ye ne olmuştu? Ve o
fısıltılar... Onların kaynağını öğrenmeden gidemezdi.
Derin bir
nefes alıp anahtarı kilide soktu. Kapı gıcırtıyla açıldı. Konağın serin, sessiz
ve ağır havası tekrar yüzüne vurdu. Çantasındaki günlüğün ağırlığını hissetti.
İçeri adımını attığında, biliyordu ki artık geri dönüş yoktu. Bu konağın
sırrını çözene kadar, ya da o sırlar onu yutana kadar buradaydı.
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı Sessizlikteki Çatlaklar Bölüm 3. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder