Konağın
kapısını arkasından kapatıp kilidin sürgüsünü çektiğinde, Elif dışarıdaki
dünyayla bağını tekrar kopardığını hissetti. Ahmet Bey'in anlattıkları ve
uyarısı zihninde dönüp duruyordu, ama artık korkudan çok, inatçı bir kararlılık
vardı içinde. Bu konak, büyük teyzesinin yarım kalmış hikayesinin, belki de
trajedisinin sessiz tanığıydı. Ve Elif, bu sessizliği bozmaya niyetliydi.
Öğleden
sonranın ışığı holdeki pencerelerden içeri süzülüyor, yerdeki toz zerrelerini
görünür kılıyordu. Düne göre konak daha az yabancı gelse de, tekinsiz atmosferi
dağılmamıştı. Sanki duvarlar, Elif'in Ahmet Bey'den öğrendiklerini biliyor,
onun bir sonraki adımını bekliyordu.
Elif doğrudan
konağın kütüphane ya da çalışma odası olabileceğini düşündüğü yere yöneldi.
Burası zemin katta, holün sonundaki kapılardan biriydi. Dün sadece şöyle bir
göz atmıştı. Kapıyı açtığında, içeri dolan gün ışığına rağmen odanın kasvetli
havası onu karşıladı. Duvarlar tavana kadar koyu renk ahşap raflarla kaplıydı
ve raflar yüzlerce kitapla doluydu; ciltleri eskimiş, sırtları yıpranmış
kitaplar... Ortada büyük, üzeri çiziklerle dolu masif bir çalışma masası ve
deri kaplı, yıpranmış bir koltuk duruyordu. Odanın köşesinde ise camları
buğulu, kilitli gibi görünen bir vitrin vardı. Havada yoğun bir küf ve eski
kağıt kokusu asılıydı.
Burası tam bir
arşivcinin hayallerini (ya da kabuslarını) süsleyebilecek bir yerdi. Elif,
ceketini masanın üzerindeki boş bir alana bırakıp işe koyulmaya karar verdi. Bu
oda, Neriman Teyze'nin kişisel sığınağı olmalıydı; belki de Ali ile ilgili
ipuçları, mektuplar, fotoğraflar buradaydı.
Önce rafları
gözden geçirmeye başladı. Kitapların çoğu edebiyat klasikleri, tarih kitapları
ve birkaç tane de eski ansiklopediydi. Ancak aralarda, daha kişisel görünen,
ciltlenmemiş defterler, dosyalar ve albümler de göze çarpıyordu. Rastgele bir
albümü raftan indirdi. Kapağı kadifeydi ama rengi solmuştu. Sayfalarını
çevirdiğinde, siyah beyaz, kenarları sararmış fotoğraflarla karşılaştı.
Genç, güler
yüzlü insanlar, kasabanın eski halleri, piknikler, kutlamalar... Ve sonra, o
yüzü gördü. Ahmet Bey'in tarifine uyan, Neriman Teyze olabileceğini düşündüğü
genç, güzel bir kadın. Yanında ise yakışıklı, kendinden emin duruşlu bir genç
adam vardı. Bakışlarında mutluluk okunuyordu. Bu, Ali olmalıydı. Fotoğrafın
altına kurşun kalemle silik bir tarih atılmıştı: 1958 Yazı.
Elif fotoğrafa
bakarken tuhaf bir hüzün hissetti. Bu mutlu anın üzerinden ne kadar çok şey
geçmişti... Bu gülümseyen genç adamın başına ne gelmişti? Fotoğrafı dikkatlice
yerine koyup başka bir defteri eline aldı. Bu, Neriman Teyze'nin günlüğünden
daha eski görünüyordu. İçinde tarifler, hesaplar, bazı bitki çizimleri vardı.
Ancak birkaç sayfanın arasına sıkıştırılmış, katlanmış mektuplar buldu.
Mektuplar, Ali
tarafından Neriman'a yazılmıştı. Aşk dolu, gelecek hayalleriyle süslü
satırlar... Elif, başkasının mahremine giriyormuş gibi hissetse de okumadan
edemedi. Ali'nin üslubu tutkulu ve samimiydi. Ancak son mektuplardan birinde,
tarihler Ali'nin kaybolmasından hemen öncesine aitti, üslupta hafif bir
gerginlik seziliyordu. Ali, ailesiyle ilgili bazı "sıkıntılardan",
babasının onaylamadığı bir "yatırımdan" bahsediyor, Neriman'a her
şeyin yakında düzeleceğini söylüyordu.
Elif tam bu
mektupları incelerken, odanın diğer ucundan, kilitli vitrinin olduğu köşeden
hafif bir tıkırtı duydu. Başını hızla kaldırdı. Oda sessizdi. Sadece kendi
nefes alışverişini duyabiliyordu. Belki dışarıdan gelmişti, ya da eski ahşap
raflardan birinin sesiydi. Yine de ürpermekten kendini alamadı. Ayağa kalkıp
sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Kilitli vitrine yaklaştı. Camları o kadar
buğuluydu ki içerisi tam seçilemiyordu. Ancak belli belirsiz, küçük biblolar,
birkaç kupa ve belki de madalyon gibi nesneler seçiliyordu. Vitrinin kilidi
eski tip, küçük bir asma kilitti. Anahtarı muhtemelen bir yerlerde saklıydı.
Tam vitrini
incelerken, ensesinde yine o soğukluğu hissetti. Sanki birisi hemen arkasında
durmuş, nefesini tutmuş onu izliyordu. Yavaşça arkasını döndü. Oda boştu. Ama
bu kez, çalışma masasının üzerindeki kitaplardan birinin hafifçe yana kaymış
olduğunu fark etti. Oraya koyduğundan farklı duruyordu. Belki de kendi eli
çarpmıştı farkında olmadan... Ya da belki de değildi.
Kalbi hızla
çarparken odanın ortasında durakaldı. Bu konak onunla oyun mu oynuyordu? Yoksa
gerçekten de yalnız değil miydi? Ahmet Bey'in lanet söylentileri, Fatma
Hanım'ın imaları, Neriman Teyze'nin "konuşan duvarları"... Hepsi
birleşip zihninde uğuldamaya başladı. Not defterini çıkardı. Titreyen ellerle
yazdı: "Çalışma
odası. Vitrin tıkırtısı. Kitap hareket etti?" Olayları kaydetmek,
belki de akıl sağlığını korumasının tek yoluydu.
Gözü tekrar
çalışma masasına takıldı. Mektupların ve albümlerin yanı sıra, masanın
çekmeceleri de vardı. Belki de aradığı cevaplar, o çekmecelerin birinde
gizliydi.
Elif, masanın
başına geçti. Masanın ahşabı eski ve kaliteliydi ama üzeri yılların izlerini
taşıyordu; mürekkep lekeleri, çizikler, bardak izleri... Sanki Neriman Teyze
saatlerini bu masada geçirmişti. Çekmecelerin kulpları pirinçtendi ve
kararmıştı. İlk çekmeceyi çekmeyi denedi. Kilitliydi. İkinciyi denedi, o da
kilitliydi. Bir an hayal kırıklığına uğradı. Belki de en önemli sırlar bu
kilitli çekmecelerdeydi.
Pes etmeyip en
alttaki geniş çekmeceyi denedi. Bu çekmece, diğerlerinin aksine hafif bir
gıcırtıyla açıldı. İçini merakla inceledi. Üstte, sararmış mektup kağıtları,
kurumuş mürekkep şişeleri, eski kalemler gibi kırtasiye malzemeleri vardı.
Bunları dikkatlice kenara kaldırdı. Altında, daha kişisel eşyalar görünüyordu;
birkaç tane tığ işi örgü örneği, solmuş bir kurdele yumağı, küçük bir ahşap
kutu...
Ahşap kutuyu
eline aldı. Hafifti. Kapağını açtığında, içinde birkaç tane siyah beyaz
fotoğraf daha buldu. Bunlar daha çok Neriman Teyze'nin çocukluk ve ilk gençlik
yıllarına ait gibiydi. Fotoğrafları incelerken parmakları kutunun dibindeki
pürüzlü bir yüzeye değdi. Kutunun dibi sanki tam oturmuyordu. Tırnağıyla
hafifçe kanırtınca, kutunun dibinin aslında gizli bir bölme olduğunu fark etti!
İnce ahşap kapak kalktığında, altındaki kadife yuvada duran iki küçük nesne
ortaya çıktı.
Biri, gümüşten
yapılmış, üzeri kararmış, eski bir pusulaydı. Kenarında zarif harflerle
"A. K." kazınmıştı. Ali... Ali K.? Soyadı neydi acaba? Pusulanın camı
çatlaktı ve ibresi bir yöne doğru takılı kalmıştı. Bu, kesinlikle Ali'ye ait
bir eşya olmalıydı. Neriman Teyze neden bunu saklamıştı, hem de bu kadar gizli
bir yerde?
Diğeri ise
küçük, paslanmış, eski tip bir anahtardı. Görünüşe göre bir dolap ya da çekmece
anahtarı olabilirdi. Belki de masanın kilitli çekmecelerinden birine aitti? Ya
da çalışma odasındaki o kilitli vitrine? Yoksa günlükte bahsedilen o
"açılmaması gereken kapı"ya mı?
Elif, pusulayı
ve anahtarı avucuna aldı. Soğuk metalleri teninde hissetti. İşte somut bir
şeyler bulmuştu. Ali'ye ait bir eşya ve gizemli bir anahtar... Bunlar, sadece
hayalet hikayeleri ve söylentilerden ibaret olmayan, gerçek bir sırrın
kanıtlarıydı. Kalbi heyecanla çarparken, aynı zamanda bir endişe dalgası da
içini kapladı. Bu keşif, onu sırra yaklaştırıyordu ama aynı zamanda tehlikeye
de... Ahmet Bey'in uyarısını hatırladı.
Tam o sırada,
odanın penceresinin önünden hızlı bir karartı geçti. Sadece bir anlıktı, bir
kuş ya da düşen bir yaprak olabilirdi. Ama Elif irkildi. Başını hızla pencereye
çevirdi. Dışarıda sadece bahçenin yabani otları ve ağaçlar görünüyordu. Yine de
izlendiği hissi kuvvetlenmişti. Yoksa bu konak, sırlarının ortaya çıkmasını
istemiyor muydu?
Avucundaki
pusulayı ve anahtarı sıktı. Nereden başlamalıydı? Anahtarı kilitli çekmecelerde
mi denemeliydi? Yoksa vitrinde mi? Ya da belki de pusula bir ipucu veriyordu?
Takılı kaldığı yön ne anlama geliyordu?
Karar vermesi
gerekiyordu. Bu küçük, eski nesneler, onu konağın daha derin sırlarına
götürecek yolun başlangıcı olabilirdi. Ama o yolun sonunda ne bulacağını
bilmiyordu.
Elif'in
mantığı, en olası yerden başlamasını söylüyordu. Avucundaki küçük, paslanmış
anahtarı masanın kilitli görünen üst çekmecesinin anahtar deliğine soktu.
Anahtar deliğe girdi ama dönmedi. Hafif bir hayal kırıklığıyla diğer kilitli
çekmeceye, ortadakine uzandı. Anahtarı yavaşça deliğe yerleştirdi ve dikkatlice
çevirmeyi denedi. Bu kez, küçük bir tık sesiyle birlikte kilit mekanizması
hareket etti! Çekmece artık açıktı.
Kalbi daha
hızlı çarparak çekmeceyi yavaşça kendine doğru çekti. İçinde ne bulmayı
bekliyordu? Belki daha fazla ipucu, belki de korkunç bir sırrın kanıtı...
Çekmecenin içi, alttaki gizli bölmeli kutunun aksine oldukça doluydu. Üstte,
özenle katlanmış, ipek kurdelelerle bağlanmış bir deste mektup duruyordu.
Mektupların üzerindeki zarflar sararmıştı ve bazılarında "Alıcı Adresinde
Bulunamadı" veya "Geri Gönderildi" damgaları vardı.
Elif, mektup
destesinin en üstündeki zarfı eline aldı. Gönderen Neriman Yıldırım'dı. Alıcı
ise Ali K... Soyadı hala bir muammaydı. Bu mektuplar, Neriman Teyze'nin Ali
kaybolduktan sonra ona yazdığı ama yerine hiç ulaşmamış mektuplardı.
İlk mektubun
katlarını açtı. Tarih, Ali'nin kaybolmasından sadece birkaç gün sonrasına
aitti. Neriman'ın el yazısı telaşlı, dağınık ve gözyaşı lekeleriyle dağılmış
gibiydi.
"Ali'm," diye başlıyordu
mektup. "Neredesin?
Ne oldu sana? Kimse bir şey bilmiyor, kimse bir şey söylemiyor. Babamlar
perişan halde. Kasaba fısıltılarla çalkalanıyor. O söylediğin 'sıkıntıların'
bununla bir ilgisi var mı? Bana bahsettiğin o adamlar mı... Hayır, düşünmek
bile istemiyorum. Lütfen ortaya çık. Lütfen bana bir haber ver. Sensiz nefes
alamıyorum..."
Elif, mektubu
okurken boğazının düğümlendiğini hissetti. Bu satırlarda, Ahmet Bey'in
bahsettiği o içine kapanık, yaşlı kadından eser yoktu. Burada, sevdiği adam
için endişelenen, çaresiz genç bir kadının haykırışları vardı. Diğer mektupları
da hızla gözden geçirdi.
İlk başlarda
umutlu bir bekleyiş varken, zamanla yerini çaresizliğe, öfkeye ve kabullenişe
bırakıyordu. Bazı mektuplarda Neriman, Ali'nin ailesini suçluyor, bazı
mektuplarda ise kendine kızıyordu. Bir mektupta şöyle yazmıştı:
"Belki de
haklıydın. O pusulayı sana hiç vermemeliydim. Belki de o işaretli yer, senin
sonun oldu. Keşke seni dinleseydim. Keşke o kapıyı hiç açmasaydık..."
Pusula...
İşaretli yer... Açılmaması gereken kapı... Parçalar yavaş yavaş birleşiyordu
ama resim hala bulanıktı. Bu mektuplar, Ali'nin başına gelenlerin sıradan bir
kaybolma veya kaçma olayı olmadığını gösteriyordu. Ortada bir tehlike, bir sır
ve belki de bir suç vardı. Neriman Teyze, bildiklerini kendine saklamak zorunda
kalmış, bu acıyı yıllarca tek başına bu konakta taşımıştı.
Elif,
mektupları dikkatlice tekrar katlayıp zarflarına koydu. Avucundaki kararmış
pusulaya ve küçük anahtara baktı. Bunlar artık sadece eski nesneler değildi;
bir trajedinin, yarım kalmış bir aşkın ve tehlikeli bir sırrın anahtarlarıydı.
Neriman
Teyze'nin neden bu kadar içine kapandığını, neden duvarların konuştuğunu
söylediğini şimdi daha iyi anlıyordu. Bu konak, onun için sadece bir ev değil,
aynı zamanda bir hapishane, sırlarının ve acılarının koruyucusuydu.
Çalışma
odasının loş ışığında etrafına bakındı. Odanın köşesindeki kilitli vitrin, üst
kattaki odalar, belki de bodrum... O "işaretli yer" neresiydi? Ve o
"açılmaması gereken kapı" hangisiydi? Küçük anahtar belki de o kapıyı
açacaktı.
Elif, yeni
bulduğu bilgilerle ve elindeki somut ipuçlarıyla (pusula, anahtar, mektuplar)
ne yapacağına karar vermeliydi. Araştırması yeni bir boyut kazanmıştı. Artık
sadece merak etmiyordu; Neriman Teyze'ye karşı bir sorumluluk,
Ali'nin başına
ne geldiğini öğrenme isteği ve bu konağın karanlık sırrını çözme konusunda
karşı konulmaz bir dürtü hissediyordu. Hava kararmaya başlarken, çalışma
odasının sessizliği daha da derinleşmişti. Ama Elif biliyordu ki, asıl
fısıltılar belki de daha yeni başlıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı Gölgenin Yaklaşması Bölüm 4. bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder