
Gökyüzü, ormanın üzerinde gergin bir sessizliği
andıran gri bulutlarla örtülmüştü. Yaprakların hışırtısı bile artık geçmişin
yankısı gibi geliyordu kulaklara. Yüzyıllık ağaçlar, sanki gizli bir sırra
şahit olmuşlar gibi daha da karanlık ve heybetli duruyordu. Elara, Azmar, Talen
ve küçük Lios, bu sessizliğin içinde ilerlerken, adımlarının altında çıtırdayan
dallar, ormanın nabzını duyurur gibiydi.
Elara’nın gözleri, Kehanet Mağarası’nın
derinliklerinden gelen soluk ışığı yakaladığında kalbi aniden hızlandı. Bu
mağara, antik kitaplarda “Varlıkla Hiçliğin Kapısı” olarak geçiyordu. İçinde
geçmişin bilgeleri tarafından mühürlenmiş kehanetler, bilinmeyen dillerde
fısıldanan sırlar ve zamanın ötesinden gelen uyarılar yer alıyordu.
Azmar, içeri girmeden önce durdu. Gözleri
Elara’ya döndü. “Bu kapıdan geçtiğimizde, artık geri dönüş olmayacak,” dedi.
“Kehanet yalnızca doğru kişiye açılır. Yanlış kişinin dokunuşu, ormanı sonsuza
dek uyandırabilir.”
Talen bir adım öne çıktı. “Yolumuz buraya
kadardı,” dedi kararlı bir sesle. “Eğer bu kehanet tüm evrenin dengesini
etkiliyorsa, Elara’nın içindeki güce güvenmeliyiz.”
Mağaranın girişi yosunlarla kaplıydı ama
ortasında spiral şekilde işlenmiş bir sembol, Elara’nın kolundaki doğum
lekesiyle birebir aynıydı. Elara, titreyen parmaklarıyla bu sembole
dokunduğunda mağara derin bir iniltiyle cevap verdi. Yer titredi, taşlar aralandı
ve içeride gizlenmiş bir ışık huzmesi dışarı taştı.
İçeri girdiklerinde, duvarlar antik yazıtlarla
doluydu. Fısıltılar yankılanıyordu. Lios, sanki bu sesleri duyabiliyormuş gibi
başını kaldırdı. “Onlar… konuşuyorlar,” dedi korkuyla. “Bize geçmişi
anlatıyorlar.”
Duvarlarda, Elara’ya benzeyen bir kadının
çizimi vardı. Yanında ise kara gözlü, uzun saçlı bir adam… “Bu senin annen
olabilir,” dedi Azmar. “Ve yanındaki… belki de baban.”
Elara’nın gözleri doldu. Kim olduğunu, nereden
geldiğini, neden seçildiğini artık anlamaya başlamıştı. Bu mağara onun doğduğu
yerin bilgeliğini taşıyordu. Ve burada yazan kehanete göre, “Doğan ışık,
karanlığın içinden geçip, yeni dengeyi kuracak.”
Ancak bir uyarı da vardı: “Işık, gölgeyle
birleşmeden önce sınanacaktır. İhanet, en yakın elden gelecek.”
Bu sözler karşısında herkes suskunlaştı.
Elara'nın aklına, yıllar önce onu terk eden biri geldi: Elvar… Karanlık tarafla
birleştiğini duyduğu kardeşi. Eğer bu ihanet ondan gelecekse, kaderleri
zorluklarla doluydu.
Mağaranın en sonunda, bir taş kürsü üzerine
konmuş parşömen duruyordu. Parşömene dokunduklarında, görüntüler zihne
işlenmeye başladı. Ormanın geçmişi, yıldızlardan gelen ilk varlıklar, evrenin
doğumu ve dengenin kaybı… Hepsi birer sinema sahnesi gibi gözlerinin önünden
geçti.
Elara orada, bir savaş alanında duruyordu.
Karşısında ise Elvar. Gözleri siyahlaşmış, sesi fısıltıdan ibaret. “Sen hâlâ
ışığın peşindesin, Elara. Ama ışık da yakar…”
Bu vizyon sona erdiğinde Elara dizlerinin
üzerine çöktü. Talen onu tuttu, gözleri doluydu. “Bu savaş senin kaderin ama
yalnız değilsin,” dedi.
Azmar, sessizce parşömene baktı. “Bütün
işaretler doğru yolda olduğumuzu söylüyor. Ama zaman daralıyor.”
Mağaradan dışarı çıktıklarında hava değişmişti.
Rüzgar fısıldıyordu. Doğa artık beklemiyordu. Ve Elara'nın içinde ilk defa
karanlıkla barışık bir ışık yanıyordu. Artık sadece kehaneti yerine getirmek
değil, geçmişin hayaletleriyle yüzleşmek zorundaydı.
Bu yolculuk, sıradan bir kurtuluş hikâyesi
değil, evrenin yeniden yazılacak kaderinin başlangıcıydı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 42: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt