Bu Blogda Ara

Translate


22 Haziran 2025 Pazar

Kanuni’nin Gözdesi Kitabını Oku

 



Kanuni’nin Gözdesi

 

Bölüm 1 Konstantiniyye, Topkapı Sarayı – 1529 Baharı

Tuzlu suyun ve yanık ahşabın geniz yakan kokusu hala burun deliklerinde, güvertede dalgaların dövdüğü tahtaların gıcırtısı hala kulaklarındaydı sanki.

Ama Elisa gözlerini araladığında ne Adriyatik’in hırçın maviliğini gördü ne de Venedik gemilerinin parçalanmış enkazını. Gördüğü şey, hayatında gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu; baş döndürücü, boğucu ve korkutucu bir karmaşa idi.

Altın yaldızlı tezyinatlarla süslü, loş bir meşalenin titrek ışığıyla aydınlanan yüksek tavanlar kayboluyor gibiydi. Hava, ağır parfümlerin, terin, pişen yemeğin ve rutubetin tuhaf bir karışımıyla doluydu. Etrafında, kendisi gibi şaşkın, korkmuş ya da belki de umursamaz görünen onlarca genç kız vardı.


Kimi fısıldaşıyor, kimi duvar dibine çökmüş ağlıyor, kimi meraklı gözlerle onu süzüyordu. Onları buraya getiren kaderin farklı yolları, şimdi bu kalabalık koğuşun dip dibe sıkışmışlığında birleşmişti.

Burası, dünyanın en güçlü hükümdarının, Sultan Süleyman Han’ın sarayının kalbiydi; Harem-i Hümayun. Ve onlar, padişahın hizmetine sunulmak üzere imparatorluğun dört bir yanından, hatta ötesinden toplanmış cariyelerdi.

Elisa bunu biliyordu, yolculuk boyunca fısıltılardan, muhafızların acımasız şakalarından öğrenmişti. Venedik Dükası’nın saygın bir tüccarı olan babasının evindeki sıcak mermerlerden, annesinin ipek elbiselerinin hışırtısından sonra kendini bulduğu bu yer, bir rüya kadar gerçek dışı, bir kabus kadar keskindi.

Onları koğuşa getiren iri yarı, sert bakışlı Kalfa kadın, gürültülü bir emirle dağılmalarını söylediğinde, Elisa bir an ne yapacağını bilemedi. Herkes bir köşeye çekilmeye, kendine ait küçücük bir alan bulmaya çalışıyordu. Kalabalığın içinde itilip kakılırken dengesini zorlukla korudu.

 Üzerindeki kaba saba, yolculuktan kirlenmiş giysiler içinde kendini daha da küçük ve savunmasız hissetti. Gözleri etrafta gezindi; yerlere serilmiş şilteler, duvarlara yaslanmış birkaç sandık, köşede duran büyük bakır kazanlar… Lüks ve sefalet tuhaf bir şekilde iç içeydi. Tavandaki işlemeler ne kadar göz alıcıysa, yerdeki kalabalığın ve havadaki gerginliğin yarattığı sefalet hissi de o kadar baskındı.

Köşede, diğerlerine göre biraz daha tenha görünen bir noktaya doğru çekildi. Sırtını soğuk taş duvara yasladı ve dizlerini kendine çekti. Gözlerini kapatıp evini, Adriyatik’in tuzlu rüzgarını, babasının güven veren sesini düşünmeye çalıştı. Ama anılar, buranın kesif kokusu ve uğultusu altında silinip gidiyordu.

Gözlerini tekrar açtığında, tam karşısında duran, kendisinden birkaç yaş büyük görünen, keskin bakışlı bir kızla göz göze geldi. Kızıl-kahve saçları özensizce toplanmıştı ama duruşunda bir meydan okuma vardı.

Gözlerinde ne korku ne de şaşkınlık okunuyordu; sadece soğuk bir merak ve belki de alaycılık. Elisa bakışlarını kaçırdı. Burası sadece duvarları yüksek bir yer değildi, aynı zamanda görünmez duvarların, rekabetin ve tehlikenin de merkeziydi. Bunu daha ilk andan hissedebiliyordu.

Hayatta kalmak… Aklına gelen ilk düşünce bu oldu. Babasının ona öğrettiği gibi zeki olmalı, gözlem yapmalı ve sessiz kalmalıydı. Ama ne kadar süre? Bu altın kafesin içinde, kendi kaderini çizebilecek miydi, yoksa kalabalığın içinde yitip gidenlerden mi olacaktı?

Tam o sırada, Kalfalardan bir başkası, daha yaşlı ve yüzünde derin çizgiler taşıyan bir kadın, elindeki asayı yere vurarak gürültülü kalabalığı susturdu. Sesi, koğuşun yüksek tavanlarında yankılandı: "Yeni gelenler! Gözünüzü dört açın, kulağınız bende olsun.

 Burası Bâb-ı Saâdet’e açılan kapıdır ama aynı zamanda cehennem çukurunuz da olabilir. Kurallara uyacak, hizmette kusur etmeyeceksiniz. Adımlarınıza dikkat edin, dilinize sahip olun. Şimdi, herkes sussun ve dinlensin. Yarın sizin için yeni bir hayat başlıyor… ya da bitiyor."

Kadının son sözleri havada asılı kalırken, koğuşa ürkütücü bir sessizlik çöktü. Elisa, sırtını dayadığı soğuk taşın ürpertisini tüm bedeninde hissetti. Yeni hayatı başlıyordu, evet. Ama ne pahasına?

Kadının "…ya da bitiyor," sözleri, taş duvarlarda uğursuz bir fısıltı gibi yankılanıp sönümlendiğinde, koğuşa çöken sessizlik, içerideki yüzlerce nefesin ağırlığıyla daha da yoğunlaştı. Elisa, sırtını dayadığı duvardan aldığı soğukluğun iliklerine işlediğini hissetti. Sanki o taş, kendinden önce oraya sırtını yaslamış nice umudun ve nice hayal kırıklığının buz kesmiş anısını taşıyordu.

Kalfa, asasını bir kez daha yere vurdu. Ses, irkilen bazı kızlardan korku dolu nefes seslerinin yükselmesine neden oldu. "Dağılın! Herkes kendine bir yer bulsun. Yarın sabah gün ışımadan burada hazır olacaksınız.

Hamam sırası, giysiler, ilk dersler… Öğrenecek çok şeyiniz var." Sesi sertti ama bir önceki tehditkar tonlamadan eser yoktu; daha çok yorgun bir bıkkınlık, yıllardır aynı şeyleri tekrar etmenin getirdiği mekanik bir emir vardı sesinde.

Kızlar, bir karınca sürüsü gibi yeniden hareketlendi. Elisa da istemeden kalabalığa karıştı. Ayaklarının altındaki kilimin yer yer yıpranmış olduğunu, bazı desenlerin silikleştiğini fark etti. Tavandaki altın yaldızların parıltısı, yerdeki bu aşınmışlıkla tezat oluşturuyordu. Tıpkı vaat edilen o parlak gelecek ile şu an içinde bulundukları belirsiz ve ürkütücü gerçeklik gibi.

Gözü yine o keskin bakışlı, kızıl-kahve saçlı kıza takıldı. Kız, duvar kenarında, diğerlerinden biraz daha geniş bir yer kapmıştı bile. Yanına yaklaşmaya çalışan daha ürkek bir kızı sert bir omuz darbesiyle ittiğini gördü Elisa. Kız tökezledi ama sesini çıkarmadı, sadece başını eğip başka bir boşluk aradı.

Elisa hızla gözlerini kaçırdı. Bu küçük, sessiz an, Kalfa'nın sözlerinden daha net bir şekilde anlatıyordu buradaki kuralları: Güçlü olan yer kapar, zayıf olan ezilirdi. Peki kendisi hangisi olacaktı? Venedik'te, babasının kanatları altında korunaklı bir hayat süren, Latince metinler okuyan, haritalara meraklı Elisa, burada nasıl hayatta kalacaktı?

Tam o sırada, yanına kendisi gibi yeni geldiği anlaşılan, sarı saçları örgülü, mavi gözleri ağlamaktan kızarmış bir kız sokuldu. Fısıltıyla, kırık bir Yunanca ile sordu: "Nereden… sen?"

Elisa bir an tereddüt etti. Venedik demek, düşman demek miydi? Burada kim dost kim düşmandı, nasıl anlaşılırdı? Kısık bir sesle, "Adriyatik kıyısından," diye mırıldandı, tam yer belirtmekten kaçınarak.

Kız, "Ben Sakız Adası'ndan, Katerina," dedi. Sesi titriyordu. "Annemi, babamı…" Cümlesini tamamlayamadı, yeni bir hıçkırık boğazına düğümlendi. Elisa ne diyeceğini bilemedi. Kendi kaybı henüz o kadar tazeydi ki, başkasının acısına merhem olacak tek bir sözcük bulamıyordu. Sadece başını hafifçe salladı. Belki de bu sessiz anlayış, boş teselli sözcüklerinden daha iyiydi.

Biraz ileride, başka Kalfalar ve Hadım Ağalar belirmişti. Ellerindeki listelere bakarak isim okuyorlar mıydı, yoksa sadece göz mü gezdiriyorlardı, anlaşılmıyordu. Ağaların ipek kaftanları, kavuklarındaki değerli taşlar, Elisa'nın daha önce sadece babasının en zengin müşterilerinde gördüğü türden bir ihtişamı sergiliyordu. Ama yüzleri ifadesizdi, bakışları boşluğa bakar gibiydi. Onlar bu sarayın bir başka tezatıydı; güç sahibiydiler ama kendi hayatları da bir tür esaret değil miydi?

Köşelerden birinden, sıcak ekmek ve baharatlı bir yahninin kokusu gelmeye başladı. Açlığını ancak o an fark etti Elisa. Günlerdir doğru düzgün bir şey yememişti. Muhafızların attığı bayat peksimetler ve içtikleri acı su dışında midesine giren pek bir şey olmamıştı. Kalabalık, yemek kokusunun geldiği yöne doğru dalgalanmaya başladı. Katerina da Elisa'nın koluna hafifçe dokunup o yöne işaret etti.

Yemek dağıtımı, koğuştaki kaosu bir kat daha artırdı. İtiş kakış arasında herkes kendine bir kepçe yahni ve bir parça ekmek kapmaya çalışıyordu. Elisa ve Katerina geride kalmışlardı. Tam onlara sıra gelmişken, kazanın başındaki Kalfa tersledi: "Bitti! Kalanlar yarını beklesin."

Midesindeki açlık hissi, hayal kırıklığıyla birleşince gözlerinin dolmasına neden oldu. Ama ağlamadı. Ağlamak burada bir zayıflık göstergesiydi ve o kızıl saçlı kızın bakışlarını tekrar üzerinde hissetmek istemiyordu. Katerina ise sessizce yeniden ağlamaya başlamıştı.

Elisa, Katerina'yı kolundan tutup geldikleri köşeye geri çekti. "Ağlama," diye fısıldadı, kendi sesindeki şaşırtıcı kararlılığa kendi de şaşırarak. "Ağlamak bir işe yaramaz." Babası hep böyle derdi. Zor bir durumda kaldığında, önce durumu analiz et, sonra çözüm ara. Duygularını kontrol et.

Ama burada durum nasıl analiz edilir, çözüm nasıl bulunurdu? Etrafına tekrar baktı. Kızlar, aldıkları azıcık yemeği köşelerine çekilip hızla yiyorlardı. Bazıları şiltelerin üzerine kıvrılmış, uyumaya çalışıyordu. Meşalelerin ışığı azalmış, gölgeler uzamıştı. Koğuşun uğultusu, yerini fısıltılara ve iç çekişlere bırakmıştı.

Elisa, sırtını yine soğuk duvara yasladı. Midesi açlıktan gurulduyordu ama daha büyük bir boşluk vardı içinde; evinin, ailesinin, bildiği hayatın boşluğu. Gözlerini kapadı. Belki uyursa, sadece birkaç saatliğine bile olsa, bu kabustan uyanabilirdi. Ama uyku gelmedi. Karanlıkta, etrafındaki onlarca yabancı nefesin sesi, bilinmez bir geleceğin fısıltısı gibiydi. Aklında tek bir soru dönüyordu: Yarın ne olacaktı?

Saatler ilerledikçe, koğuştaki meşalelerin çoğu söndürüldü, geriye sadece birkaç tanesi kaldı ve onlar da duvarlarda uzun, titrek gölgeler oynamasına neden oldu. Mekan, daha önce olduğundan daha büyük ve daha boş görünüyordu şimdi, ama aynı zamanda daha da tekinsizdi.

 Uyuyan kızların nefes alışverişleri, ara sıra duyulan bir öksürük, bir inilti ya da anlaşılmaz bir dilde söylenen bir rüya mırıltısı, gecenin sessizliğini yırtan tek tük seslerdi. Elisa, sırtını dayadığı duvardan biraz öne kaymış, dizlerini kendine daha sıkı çekmişti. Uyku, göz kapaklarına kurşun gibi çökse de, zihni bir türlü susmuyordu.

Açlık midesinde kemirirken, zihni daha da keskinleşmiş gibiydi. Gözleri karanlığa alıştıkça, etrafındaki şekilleri daha net seçmeye başladı. Hemen yanında uyuyan Katerina'nın arada bir sıçrayarak uyandığını, korkuyla etrafına bakınıp sonra tekrar uykuya daldığını fark etti. Onun bu savunmasız hali, Elisa'nın kendi korkularını daha da artırıyordu.

Biraz ileride, şiltelerin üzerinde kıpırdanan gölgeler gördü. İki ya da üç kız, başlarını birbirine yaklaştırmış, hararetli bir şekilde fısıldaşıyordu. Elisa kulak kabarttı ama ne dediklerini anlayamadı. Farklı bir dilde konuşuyorlardı; belki Slav dillerinden biriydi, belki Kafkasya'dan gelmişlerdi.

Onları buraya getiren hikayeler neydi acaba?

 Onların da evleri, aileleri, Elisa'nınki gibi bir gecede yok mu olmuştu?

Bu fısıltılar, belki de bir kaçış planının ilk adımlarıydı, belki de sadece birbirlerine tutunarak ayakta kalma çabasıydı. Ya da belki de… yeni gelenler hakkında, kendisi hakkında konuşuyorlardı. Bu düşünce, Elisa'nın tüylerini diken diken etti. Burada her söz, her bakış bir anlam taşıyor olabilirdi ve o henüz bu dilin alfabesini bile bilmiyordu.

Gözleri, daha önce dikkatini çeken o kızıl-kahve saçlı kızı aradı. Kız, diğerleri gibi derin bir uykuda görünmüyordu. Sırtı duvara dönük oturuyor, bacaklarını kendine çekmiş, başı hafifçe öne eğikti. Ama Elisa, onun arada bir başını kaldırıp koğuşu süzdüğünü fark etti.

 Gözleri karanlıkta parlıyor gibiydi; avını kollayan bir gece hayvanının gözleri gibi. Elisa hızla başını çevirdi, onun tarafından fark edildiğini düşünmek istemiyordu. O kızda, bu koğuştaki herkesten farklı, tehlikeli bir enerji vardı. Belki de o, Kalfa'nın bahsettiği gibi, burayı cehennem çukuru değil de fırsatlar diyarı olarak görenlerdendi.

Zaman, akrep ve yelkovanın olmadığı bu yerde, damlayan bir suyun sesi gibi yavaş ve sıkıcı akıyordu. Elisa'nın zihni, Venedik'teki evlerine kaydı. Babasının çalışma odasındaki deri kaplı kitapların kokusu, annesinin arp çalarken parmaklarının teller üzerindeki gezinişi, limandan dönen babasının ona getirdiği egzotik meyvelerin tadı…

Hepsi şimdi o kadar uzak, o kadar imkansız görünüyordu ki. Bu anıların sıcaklığı, Harem'in soğuk taş duvarlarına çarpıp tuzla buz oluyordu sanki. Bir an, tüm bunların korkunç bir rüya olduğuna kendini inandırmaya çalıştı. Gözlerini sıkıca kapattı, açtığında Venedik'teki odasında, ipek çarşaflarının arasında uyanacağını umdu. Ama gözlerini açtığında değişen bir şey olmadı. Aynı loş ışık, aynı rutubet kokusu, aynı çaresizlik hissi…

İçinden bir isyan dalgası yükseldi. Neden o? Neden ailesi? Babasının ne günahı vardı? Onları bu hale getiren korsanlara, onları köle gibi satan tüccarlara, onları buraya kapatan bu dipsiz güce karşı kör bir öfke hissetti. Ama öfkesi, çaresizliğinin duvarlarına çarpıp sönümlendi. Şu anda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Öfke, tıpkı gözyaşları gibi, burada bir lükstü ve hayatta kalmasına yardımcı olmayacaktı.

Tam o sırada, babasının bir sözü aklına geldi. Ticarette zor bir durumla karşılaştığında babası hep derdi ki: "Deniz fırtınalıysa, hemen limana sığınmaya çalışma. Önce rüzgarın yönünü anla, dalgaların ritmini hisset. Ancak o zaman gemini doğru yöne çevirebilirsin."

Harem de bir fırtınaydı. Belki de şu an yapması gereken tek şey buydu: Gözlemlemek. Rüzgarın yönünü anlamak, dalgaların ritmini hissetmek. Kimin güçlü, kimin zayıf olduğunu; kimin dost, kimin düşman olabileceğini; kuralların ne olduğunu ve o kuralların nasıl esnetilebileceğini öğrenmek. Evet, belki de ilk yapması gereken buydu. Bilgi, burada en değerli hazine olabilirdi.

Bu düşünce, içindeki umutsuzluğu tamamen silmese de, ona küçük bir amaç verdi. Gözleri artık sadece korkuyla değil, bilinçli bir dikkatle etrafı süzmeye başladı. Yanında uyuyan Katerina'nın titreyen omuzlarını, ileride fısıldaşan kızların gizemli hallerini, kızıl saçlı kızın tetikte bekleyişini, Kalfaların arada bir koğuşu kontrol eden gölgelerini… Her detay, bu karmaşık denklemin bir parçasıydı. Ve Elisa, bu denklemi çözmeye karar verdi.

Gecenin en karanlık anında, midesindeki açlığa ve kalbindeki sızıya rağmen, Elisa ilk kez kendini tamamen kaybolmuş hissetmedi. Artık sadece bir kurban değildi; gözlemciydi. Ve belki de bu, onun bu altın kafesteki ilk adımı olacaktı. Şafağın ilk ışıkları, demir parmaklıklı pencerelerden sızmaya başladığında, Elisa hala uyanıktı. Gözleri yorgundu ama zihni berraktı. Yeni bir gün başlıyordu ve o, bu yeni güne hazırlıksız yakalanmayacaktı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayın Evleri

ABM Yayınevi (1) Adam Yayıncılık (1) Alfa Yayıncılık (7) Alkım Kitabevi (1) Alter Yayınları (4) Altıkırkbeş Yayınları (5) Altın Kitaplar (13) Ankara Okulu Yayınları (1) Anonim Yayınları (3) Ant Yayınları (1) Arkadya Yayınları (1) Artemis Yayınları (2) Artshop Yayıncılık (1) Arya Yayınları (2) Ataç Yayınları (1) Aykırı Yayınları (2) Ayrıntı Yayınları (7) Aşk Kitapları (53) Babıali Kültür Yayıncılığı (3) Bağlam Yayıncılık (1) Berikan Yayınevi (1) Bilgi Yayınları (2) Bilim ve Gelecek Yayınları (2) Birey Yayıncılık (1) Bordo Siyah Yayınları (1) Butik Yayınları (1) Buzdağı Yayınları (1) Can Yayınları (45) Cinius Yayınları (1) Cumhuriyet Yayınları (1) DBY Yayınları (2) Dergah Yayınları (1) Destek Yayınları (3) Dharma Yayınları (1) Domingo Yayınevi (3) Doğan Kitap (8) Doğu Batı Yayınları (1) Düşünbil Yayınları (1) E Yayınları (1) Eksik Parça Yayınları (1) Elit Kültür Yayınları (1) Elma Yayınevi (3) Epsilon Yayınları (3) Etkileşim Yayınları (1) Everest Yayınları (10) Evrensel Basım Yayın (7) Eğitim Sen Yayınları (1) Genç Destek Yayınları (1) Geyik Yayınları (1) Gün Yayıncılık (3) Hayy Kitap (6) Islık Yayınları (1) Işık Yayınları (2) Kapı Yayınları (1) Kavram Yayınları (1) Kaynak Yayınları (1) Kitap Zamanı Yayınları (1) Kitsan Yayınevi (1) Kodlab Yayınları (1) Kolektif Kitap (4) Koridor Yayıncılık (2) Koç Üniversitesi Yayınları (1) Kuraldışı Yayınları (1) Kurtuba Kitap (2) Kurtuba Yayınları (1) Kuzey Yayınları (2) Köxüz Yayınları (1) Kültür Bakanlığı Yayınları (1) Kültür Kitapları (8) Kırmızı Kedi Yayınevi (9) Litera Yayıncılık (1) Literatür Yayıncılık (5) Martı Yayınları (6) Maya Kitap (2) MediaCat Yayınları (4) Meta Yayınları (1) Metis Yayıncılık (2) Metis Yayınları (6) Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları (2) Milliyet Yayınları (5) Mobidik Yayınları (1) Nemesis Kitap (2) Nesil Yayınları (4) Nesin Yayınevi (1) Nobel Akademik Yayıncılık (1) Nokta Yayıncılık (1) Notos Kitap (3) ODTÜ Yayıncılık (3) Oda Yayınları (1) Okuyan Us Yayınları (2) Okyanus Yayıncılık (1) Olimpos Yayınları (1) Optimist Yayınları (1) Ortaoyuncular Yayınları (1) Overteam Yayınları (1) Oğlak Yayıncılık (1) Pan Yayınları (2) Panama Yayıncılık (1) Paradoks Kitap (1) Parola Yayınları (1) Payel Yayınevi (1) Pegasus Yayınları (4) Phoenix Yayınları (2) Pinhan Yayıncılık (1) Plato Film Yayınları (2) Polat Kitapçılık (1) Portakal Yayınları (1) Pozitif Yayınları (2) Profil Yayıncılık (2) Propaganda Yayınları (8) Purnam Yayınları (1) Remzi Kitabevi (5) Ruh ve Madde Yayınları (2) Sanat A.Ş (1) Say Yayınları (5) Sel Yayıncılık (6) Siren Yayınları (2) Sis Yayınları (2) Sokak Yayınları (1) Sol Yayınları (2) Su Yayınevi (1) Sözcükler Yayınları (1) Sümer Yayınevi (1) Tarih Vakfı Yurt Yayınları (1) Tekhne Yayınları (1) Tercüman Yayınları (2) Timaş Yayınları (10) Toker Yayınları (2) Truva Yayınları (1) Tudem Yayınları (3) Tübitak Yayınları (12) Türk Dil Kurumu Yayınları (1) Uğur Mumcu Vakfı Yayınları (1) Varlık Yayınları (4) Yabancı Yayınevi (2) Yakamoz Yayınları (3) Yapı Kredi Yayınları (38) Yağmur Yayınları (2) Yeditepe Yayınevi (1) Yediveren Yayınları (1) Yeni Akademi Yayınları (2) Yeni Avrasya Yayınları (1) Yitik Hazine Yayınları (2) Yol Yayınları (1) Yurt Kitap Yayın (3) Zafer Yayınları (1) Çitlembik Yayınları (1) Çınar Yayınları (2) Çığır Kitabevi (1) Ötüken Neşriyat (7) Ötüken Neşriyat Yayınları (4) Özgür Yayınları (1) Ütopya Yayınevi (1) İleri Yayınları (1) İletişim Yayınları (23) İmge Kitabevi (1) İnkılap Kitabevi (11) İnsan Yayınları (1) İnter Yayınları (1) İthaki Yayınları (4) İz Yayıncılık (2) İzgören Yayınları (1) İş Bankası Kültür Yayınları (9) İşaret Yayınları (1) Şule Yayınları (1)