Gökyüzü, gri tonlarla kaplanmış, ormanın üstüne
ağırlığını koymuştu. Yapraklar rüzgârla titrerken, sanki geçmişin fısıltıları
dallarda asılı kalmıştı. Duru, Kerem ve Efran, taş döşeli eski patikada
ilerlerken, her adım onları hem geçmişe hem de bilinmeyen bir sona doğru
çekiyordu. Yüzyıllardır kimsenin geçmediği bu kadim yol, ayaklarının altında
kendi hikâyesini anlatıyor gibiydi.
Efran, elindeki eski pusulayı dikkatle takip
ediyordu. Ancak bu pusula, kuzeyi değil, onları kalbin derinliğine, ormanın
belleğine götürüyordu. Duru gözlerini kapattığında, taşların altında yankılanan
sesleri duyabiliyordu. Sanki yüzlerce yıl önce bu yoldan geçenlerin hikâyeleri,
adımlarına karışmıştı.
“Bir şey yaklaşıyor,” dedi Kerem, tedirginlikle
etrafına bakarak. “Ama bu bir hayvan değil. Bir düşünce, bir gölge gibi.”
Aniden ormanın ortasında, köklerin ördüğü
devasa bir kapı belirdi. Ağaç dalları ve sarmaşıklar birbirine kenetlenmiş,
adeta yaşayan bir geçit oluşturmuştu. Bu kapı ne doğaldı ne de yapay. Sanki
ormanın iradesiyle örülmüş bir geçiş noktasıydı. Pusula, kapıya yaklaştıkça
çılgınca dönmeye başladı, sonra bir anda durdu. Giriş burada başlıyordu.
Kapıdan içeri girdiklerinde, hava birden
değişti. Isı arttı, renkler koyulaştı ve zaman farklı bir ritimde akmaya
başladı. Burada gökyüzü yoktu. Yukarı baktıklarında yıldızlar yerine gözler
görünüyor gibiydi — binlerce göz, onları izliyor, geçmişlerini tartıyor,
ruhlarının derinliklerine bakıyordu.
Duru’nun zihninde bir patlama oldu. Aniden
çocukluğundaki anılar, annesinin sesi, kayıp hatıralar bir film gibi gözlerinin
önünden geçti. Efran dizlerinin üstüne çöktü, çünkü birden bire babasının
ölümünü tekrar yaşamıştı. Kerem ise, hayatı boyunca bastırdığı korkularla
yüzleşti — başarısızlık, yalnızlık ve terk edilme.
Ancak burası bir ceza yeri değil, bir yüzleşme
noktasıydı. Orman, içlerinde taşıdıkları yükleri biliyordu ve onları
hafifletmeden sırrını açığa çıkarmayacaktı. Karanlık bir ağaç gövdesine dokunan
Duru’nun parmakları, aniden ışıkla doldu. O anda tüm gerçekliği gördü: Orman,
yalnızca doğanın değil, zamanın da belleğiydi. Her yaprak bir anı, her ağaç bir
tanıktı. Ve şimdi o tanıklardan biri, konuşmaya hazırlanıyordu.
Ağaçlardan biri, içinden çıkan ışık huzmesiyle
bir varlık oluşturdu. Ne tam insandı, ne de hayvan. Şeffaf, dalgalanan bir
bedene sahipti. Konuşmadı ama hissettirdi:
“Sizleri uzun zamandır bekliyorduk. Ormanın
kalbi çürümek üzere. Sizin gözlerinizde hakikat var. Ama hakikat, ancak
özünüzle yüzleşince serbest kalır. Seçim yapma zamanı geldi.”
Üçlü, bu mesajın ardından derin bir sessizliğe
gömüldü. Ne soracaklarını biliyorlardı ne de cevaplamaya hazırdılar. Ama artık
geri dönüş yoktu. Bu kapıdan geçtiklerinde, sadece fiziksel değil, ruhsal bir
dönüşüm başlamıştı.
Kapının ötesindeki alan, bir zaman sarmalına
açılıyordu. Yerdeki taşlarda tarih yoktu ama yaşanmışlık yoğundu. Zaman burada
düz bir çizgi değil, bir daireydi. Duru’nun annesiyle ilgili kayıp hatıralar,
Efran’ın babasının ormanla bağlantısı ve Kerem’in ruhundaki boşluk, hepsi
burada bir anlam kazanmak üzereydi.
Orman artık yalnızca bir mekân değildi. Orman,
onların geçmişi, bugünü ve geleceğiydi. Ve kalbinde yatan sır, tüm dünyayı
değiştirecek kadar güçlüydü.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 29: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder