Gecenin kalbine saplanan sessizlik, göğün
karanlık perdesini yaran yıldızların titrek ışığıyla bozuluyordu. Derin ormanın
en tenha noktasında, gövdeleri göğe meydan okurcasına yükselen ağaçların
altında, Ayda, Rüzgar, Lora ve Miros, yüzleri solgun ama gözleri kararlı bir
halde ilerliyorlardı. Artık geri dönmek gibi bir seçenek yoktu. Önlerinde,
efsanelerde adı geçen ama bugüne dek kimsenin geri dönemediği "İki Dünya
Geçidi" duruyordu. Burası, zamanı ve mekanı büken, bilinçle hayalin
kesiştiği sınırdı.
Ayda’nın elinde tuttuğu kadim harita artık
ışıldamıyordu. Bu, bir yolculuğun sonu değil, başlangıcının ötesine
geçildiğinin işaretiydi. Harita görevini tamamlamış, onlara doğru yolu gösterip
susmuştu. Fakat o anda, Miros’un gözleri bir gölgenin hareket ettiğini fark
etti. Gölge, sabit duran bir varlık gibi değil, bilinçli bir düşünce gibi
süzülüyordu.
“Bizi izliyorlar,” dedi Miros fısıltıyla.
“Fakat düşman değil… Sanki bizi sınayan bir şey…”
Lora, kalbindeki tedirginlikle başını kaldırdı.
“Bu geçit, sadece adım atanı değil, niyetini de tartar.”
Rüzgar, mızrağını sırtından aldı, ama onun bile
dudaklarında bir tereddüt vardı. “Bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Ama eğer
bu yol annemin ruhunu kurtaracaksa, yürümeye mecburum.”
Dört yolcunun karşısında yavaşça şekillenen bir
kapı belirdi. Gözle görünmeyen ama kalple hissedilebilen, tılsımlı bir ışığın
dokunuşuyla oluşmuş gibiydi. Geçit, bir ağaç kabuğunun aralanması gibi yavaşça
açıldı ve içinden gelen koku, zamanın çok öncesinden, uygarlıkların henüz hayal
bile edilmediği çağlardan fısıldayan bir gizem taşıyordu. Zaman burada sadece
ilerlemiyor, kendi üzerine kıvrılıp yeniden doğuyordu.
Ayda gözlerini kapattı ve içinden gelen sesi
dinledi. Ormanın ruhu onunla konuşuyordu: “Geçide giren, çıktığında aynı
kalamaz. Hafızan, duyguların, hatta gerçekliğin dahi değişebilir. Ama
kararlılıkla yürüyenler, gölgeyi bile aydınlatabilir.”
İlk adımı o attı. Ardından Rüzgar, Lora ve
Miros da geçide girdiler. Zaman büküldü, gerçeklik şeffaflaştı. Bir anda
kendilerini başka bir dünyada buldular. Burası, ne karanlıktı ne aydınlık.
Gökyüzü, renklerin birbirine karıştığı, neyin yukarı neyin aşağı olduğu
anlaşılamayan bir boşlukla çevriliydi. Ağaçlar tersine büyüyor, nehirler göğe
akıyordu. Rüzgarın sesi bir çocuğun gülüşü, taşların çarpışması melodik bir
ezgiydi.
“Burası… rüyaların şekil bulduğu yer mi?” dedi
Lora, şaşkınlıkla.
Miros başını salladı. “Hayır. Bu, iç dünyamızın
yankısı. Her adım, içimizdeki karanlıkla ya da aydınlıkla karşılaşmak demek.”
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 30: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder