Ormanın kalbine doğru ilerledikçe, ağaçların
gövdeleri daha kalın, dallar daha karmaşık, kuş sesleri ise giderek daha az
duyulur hale gelmişti. Kimi zaman güneş ışığı yapraklar arasından sızarak yolda
altın parıltılar yaratıyor, kimi zaman ise tamamen kaybolarak yolcuları
karanlığa terk ediyordu. Alara’nın ayakları, yosunla kaplı taşların üzerinde
neredeyse sessizce süzülüyor, Kerem ise dikkatlice öncülük ediyordu. Her adım,
bilinmezliğe atılmış bir niyet gibiydi.
Ayaz, yolculuk boyunca sessizliğini korumuştu. Ancak bu sessizlik korkudan değil, derin bir iç gözlemden kaynaklanıyordu. Çocukluğundan bu yana hikâyelerde duyduğu, büyüklerinin fısıltılarla andığı o efsanevi varlıkların izine şimdi gerçekten yaklaşıyor olmak, ona zamanın dışına çıkmış gibi hissettiriyordu. Elinde tuttuğu ahşap asa, adeta onunla birlikte nefes alıyor gibiydi. Bastığı her yerde bir titreşim hissediyor, toprağın altında bir şeylerin uyanmakta olduğunu sezebiliyordu.
Birden, Alara durdu. Önlerindeki patika aniden
sona ermiş, yerini yosunlarla kaplı taş merdivenlere bırakmıştı. Bu taş
merdivenler ormanın en eski bölgelerinden birine, halk arasında "Fısıltılı
Geçit" olarak bilinen yere çıkıyordu. Rivayetlere göre bu geçit, geçmişin
seslerini fısıldayan, zamansız anıların yankılandığı bir yerdi. Cesareti
olmayanların yönünü değiştirdiği, ama arayanların daima bir cevap bulduğu
bölgeydi burası.
Merdivenlerden çıkarken etraflarını saran
ağaçların gövdeleri adeta şekil değiştirmiş gibiydi. Bazı gövdeler, insana
benzeyen kabartılarla doluydu; yüz hatları belli belirsiz ortaya çıkıyor,
bazıları gözlerini kapamış bir şekilde uyuyormuş gibi görünüyordu. Alara, bir
an için bir ağacın içinden gelen ince bir mırıltı duydu. Kulaklarını kabarttı.
Sanki çok eski bir dilde fısıldayan bir kadın sesi vardı; melodik, anlaşılmaz
ama tuhaf bir şekilde huzur verici.
“Duydun mu?” diye sordu fısıltıyla Kerem’e.
Kerem başını iki yana salladı. “Sadece rüzgâr,”
dedi ama sesi pek de emin değildi.
Ayaz, gözlerini kapatmıştı. “Bu orman
konuşuyor,” dedi. “Ama yalnızca kalbini açanlara.”
Merdivenler, yükseldikçe yerini düz bir zemine
bıraktı. Artık karşılarında devasa bir taş yapı belirmişti. Zamanla yosun
kaplamış, çatlaklarla örülmüş bu yapı, belli ki çok eskiydi. Giriş kapısı
yerinde değildi, yerine sarkan sarmaşıklar vardı. Taş duvarlara işlenmiş
semboller, Ayaz’ın dikkatini çekti. Asa’sıyla birini işaret etti.
“Bu, Elementlerin Mührü,” dedi. “Ateş, su, hava ve toprak burada bir arada mühürlenmiş.”
“Yani burası bir tür kutsal alan mı?” diye
sordu Alara, gözlerini duvarlara dikerek.
“Daha fazlası,” dedi Ayaz. “Burası, kadim
bilgelerin konuştuğu, doğayla insan arasındaki bağı koruyanların sığınağıydı.”
İçeri adım attıklarında hava değişti. Dışarıda
serin ve rüzgârlı olan hava, içeride ağır ve yoğun bir sessizliğe dönüşmüştü.
Tozlar havada dans ediyor, taşlardan yansıyan ışıklar farklı renklere
bürünüyordu. Ortada yuvarlak bir platform vardı. Platformun ortasında ise küçük
bir taş sütun yükseliyor, üzerinde bir kristal parlıyordu. Kristal, dışarıdan
gelen ışığı içine çekiyor, sonra da duvarlardaki sembollere yansıtıyordu.
“Burası bir anahtar noktası,” dedi Ayaz
heyecanla. “Doğanın hafızasını barındıran bir yer.”
Alara, kristale doğru bir adım attı. Elini
uzattığında kristal birden parlamaya başladı. Aynı anda duvarlardan yankılar
yükseldi. Fısıltılar… yüzlerce, belki binlerce ses… Kadim sözler yankılandı
taşlar arasında. Alara bir adım geri çekildi ama Ayaz onu durdurdu.
“Korkma. Onlar bizi sınamıyor, bizi
tanıyorlar.”
Bir anda platformun etrafında şekiller
belirmeye başladı. Duman gibi, ama daha yoğun… İnsan formuna bürünmüş
silüetlerdi bunlar. Biri konuştu:
“Gölgelerin gücü yaklaşmakta. Işık, sadece içte
yanarsa yolun açılır.”
Ayaz diz çöktü. “Onları uzun zamandır
bekliyorduk,” dedi.
Silüetlerden biri Alara’ya döndü. “Sen, rüya gören kız… Kalbindeki korkuyu kabul etmeden yola devam edemezsin.”
Alara, bu sözlerle sarsıldı. İçinde bastırdığı
tüm korkular birden su yüzüne çıktı. Annesinin kaybı, yalnızlık, seçilmiş
olmanın yükü… Hepsi birer birer zihninde yankılandı. Ama ardından, içinden
gelen bir ses yükseldi. Güçlü, net bir ses: “Korkularım benim zayıflığım değil,
insanlığımın sesi.”
Kristal parladı, silüetler saygıyla başlarını
eğdi. Ayaz, gözlerini açtı. “Bölüm sona erdi. Geçit artık açıldı.”
Kerem sessizce başını salladı. “Ama şimdi ne
yapacağız?”
Alara, kristale son kez baktı. “Ormanın sırları
bizi çağırıyor. Artık geri dönüş yok.”
Ve üçü, geçidin açılan yeni yolundan ilerleyerek, bilinmeyenin derinliklerine doğru adım attı…
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 11 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder