Sis, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ormanın derinliklerinde usulca yükseliyordu. Ağaçların gövdeleri arasından süzülen ışık demetleri, toprağın nemli yüzeyinde parıldıyor; ormanın kadim kalbinde saklanan sırların varlığını fısıldar gibiydi. Elara, elinde büyücü Vildan’ın verdiği eski pusulayla ilerlerken, içgüdülerine güvenmekten başka bir çaresi olmadığını hissediyordu. Ardında Orin, sessizce adımlarını onunla eş zamanlı atıyor, gözleri çevredeki en ufak harekete karşı tetikte bekliyordu.
Gece boyunca ormanda duydukları uğultuların
ardında bir varlık olduğu kesindi. Ancak bu, bir yaratık mıydı, yoksa ormanın
bilinci mi onlara kendisini hissettiriyordu; bu hâlâ bilinmezliğini koruyordu.
Vildan’ın haritasındaki semboller, sanki canlıymış gibi zaman zaman hafifçe
parıldıyor, yürüdükleri yolu onaylıyor ya da uyarıda bulunuyordu. Harita artık
sadece bir kâğıt parçası değil, yaşayan bir rehbere dönüşmüştü.
İkili, yoğun ağaçların arasından geçerek,
yıllardır kimsenin ayak basmadığı bir açıklığa vardılar. Burası, Elara’nın
rüyalarında gördüğü yerdi: devasa taş sütunlar, üzerleri eski alfabelerle
işlenmiş yazıtlarla kaplıydı. Ortadaki taş zeminin merkezinde, yıldız biçiminde
oyulmuş bir alan vardı. Elara gözlerini kısmış, içgüdüsel bir biçimde o merkeze
yürüdü.
Taşa adımını attığı anda, çevredeki tüm kuş
sesleri kesildi. Ağaçların yaprakları bile kıpırdamaz olmuştu. Orin, kılıcını
yavaşça çekti, bir tehdit sezmişti. Ancak Elara, birden yere çömeldi ve elini
taş zemine koydu. Taşın içinden sıcaklık yükseliyor, titreşimler ellerinden
kalbine doğru yayılıyordu. Gözlerini kapadı. Artık sadece duyularıyla değil,
ruhuyla da bu yerle bağ kuruyordu.
Görsel bir vizyon belirdi gözlerinde: Kadim
zamanlarda bu ormanda yaşayan, yarı insan yarı ışık varlıklar. Onlar doğanın
sırlarını korumakla görevliydiler. Ancak insanlar, ormana zarar verip dengeyi
bozduklarında, bu varlıklar birer birer kaybolmuştu. Elara’nın görevi yalnızca
Yitik Kitap’ı bulmak değil, aynı zamanda bu kadim varlıkların izini sürmek,
onları uyandırmak ve ormanın kaybolan dengesini geri getirmekti.
Tam bu sırada, gölgelerin arasından bir ses duyuldu. Hışırtılar... Ardından, ince uzun bir figür yavaşça ortaya çıktı. Üzerinde yosunla kaplı uzun bir pelerin, gözleri ise donuk yeşildi. "Beni buldun, Elara," dedi yavaş ve yankılı bir sesle. "Ben Velmara. Ormanın Unutulmuş Koruyucularından biriyim."
Orin hemen öne atıldı ancak Elara eliyle onu
durdurdu. Bu bir tehdit değil, bir cevaptı. Velmara yaklaşarak Elara'nın alnına
parmaklarını dokundurdu. Aniden, Elara'nın zihninde bilgiler belirdi: haritanın
nasıl okunacağı, hangi sembollerin ne anlama geldiği ve Yitik Kitap’ın sadece
bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda yaşayan bir irade taşıdığı…
Velmara'nın sesi yeniden yükseldi:
"Yolculuğun şimdi başlıyor. İlk anahtarı buldun. Dört tanesi daha seni
bekliyor. Her biri, bir orman sırrını ortaya çıkaracak. Ama unutma, her sır bir
bedelle açılır."
Elara başını salladı. Artık kaderinden kaçmak
mümkün değildi. Ormanın kalbi onu çağırıyordu. Orin, Velmara’ya saygıyla başını
eğdi, ardından Elara’nın yanına gelip sessizce bekledi. İkisinin de gözlerinde
kararlılıkla karışık bir merak parlıyordu.
Ormanın içinde yeni bir gün başlıyor, yeni
tehlikeler ve kadim sırlar bir bir uyanıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 12 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder