Sabahın ilk ışıkları ormanın kalbine zor bela sızarken, gökyüzü hâlâ gri ve donuktu. Geceden kalan yoğun sis, ağaçların arasında bir hayalet gibi dolanıyor, gölgeleri eğip büküyordu. Elen, Kael ve Miro, geceden bu yana yürümeye devam etmişlerdi. Ayak izleri çamura karışıyor, her adımda
derinleşen orman onları daha da içine
çekiyordu. Elen’in aklında ise tek bir düşünce vardı: “Sislerin ardında bizi ne
bekliyor?”
Ormanın bu bölgesi farklıydı. Kuşlar susmuş,
böcekler bile susturulmuş gibiydi. Ağaç gövdelerinde yosunlar bir dantel gibi
uzanıyor, kabukların arasında incecik çatlaklardan buhar tütüyordu. Zamanın
durduğu bir yerdi burası. Kael, eski masallarda anlatılan “Unutulmuş Vadiler”in
bu topraklar olduğunu düşündü. Ama bunu yüksek sesle söylemekten çekindi, çünkü
o bile bu düşüncenin ağırlığını taşımakta zorlanıyordu.
Elen, önündeki dar patikada yürürken birden
durdu. Kalbi göğsünde atmaya başladı. Ağaçların arasında, sislerin ardında
belirsiz bir figür belirdi. Yüzü görünmüyordu ama sanki ormanın kendisi ona
şekil vermiş gibiydi. Figür hareket etmeden sadece orada duruyor, gözleriyle
onları izliyor gibiydi. Miro, Elen’in kolunu tuttu.
“Görüyor musun?” diye fısıldadı.
Elen yutkundu. “Evet... ama o mu? Yoksa orman
mı?”
Kael bir adım öne çıktı. Elini kılıcına götürdü
ama figür hiçbir tehdit belirtisi göstermedi. Aksine, sisin içinde çözülmeye
başladı; duman gibi dağıldı ve ardında boşluk kaldı. O an, Elen’in zihninde bir
ses yankılandı. Kadim, yumuşak ama buyurgan bir ses: “Gerçekler, gözlerinle
değil kalbinle görülür.”
Elen’in dizlerinin bağı çözüldü. Yere çöktü ve
gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Ormanın nabzını duymaya başladı.
Ağaçların içindeki titreşim, toprağın ritmi, yaprakların fısıltısı bir bütündü.
“Burası, sırlarla konuşanların mekânı,” diye mırıldandı kendi kendine.
Miro, bir ağacın gövdesine yaslandı. Nefes alışları hızlanmıştı. “Bu orman sadece yolculuk ettiklerimizle ilgili değil... Kendimizle yüzleşmemizle ilgili.”
Kael başını eğdi. “Eğer öyleyse, benim
karanlığım burada açığa çıkacak.”
Tam o sırada, toprağın altından bir titreşim
yükseldi. Ağaç kökleri sanki canlanmış gibi kıpırdanmaya başladı. Sis, zemine
doğru çekilirken ormanın ortasında taşlarla çevrili antik bir sunak ortaya
çıktı. Taşların üzerine oyulmuş semboller, henüz tanımadıkları bir dildeydi.
Ama Elen onlara baktığında anlamaya başladı. Kalbine konuşuyorlardı.
“Bu sunak... geçmişle bağlantılı,” dedi. “Belki
de kayıp orman halkının izleri burada.”
Kael, sunağın ortasına doğru yürüdü. Tam
ortasında bir taş küre vardı; ellerini üzerine koyduğunda birdenbire güneş
ışığı bulutları delip ormanın üzerine aktı. Sisler geri çekildi, kuş sesleri
yeniden duyulmaya başladı.
Ama tam rahatladıkları anda, sunağın
çevresindeki taşlar yavaşça dönmeye başladı. Her biri bir yönü işaret ediyor,
her biri farklı bir geçide açılıyordu. Orman, onları bir karar vermeye
zorluyordu. Hangi yol gerçekti? Hangi yol aldatıcıydı?
Elen, Kael ve Miro göz göze geldiler. Bu sadece
fiziksel bir yolculuk değildi. Ruhlarının da sınandığı, geçmişlerinin onları
yakaladığı bir serüvendi bu. Ve artık geri dönüş yoktu. Çünkü orman onları
seçmişti.
“Her bir yol, başka bir sırra açılıyor,” dedi
Kael.
“Ve her sır, bir bedel ister,” diye ekledi
Miro.
Elen, sunağın ışıkla yıkanan taşlarına baktı. “O zaman birlikte karar verelim. Bu orman bizi ayırmak istiyor olabilir. Ama biz bir arada kalırsak, sırlar bizimle konuşmayı sürdürecek.”
Sis geri dönerken, üç yol belirdi. Bir tanesi
yosunla kaplıydı, biri kırmızı yapraklarla, diğeri ise tamamen kuru, solgun bir
patikaydı. Her biri bir sırrı saklıyordu.
Ve onlar, seçmek üzereydiler.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 10 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.
Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder