Ormanın güne başlaması gecikmişti bugün.
Güneşin ilk ışıkları, ağaçların yoğunluğunda kaybolmuş, gökyüzü hâlâ griye
yakın bir pusla kaplanmıştı. Sis, toprağın üzerinden usulca yükseliyor,
dalların arasından süzülerek her adımı gizemli kılıyordu. Lena, yorgun
gözlerini ovuşturduğunda kendisini küçük bir dere kenarında buldu. Uyandığında
etrafı hâlâ sessizlik içindeydi, ancak bu sessizlik, huzurdan çok beklenen bir
fırtınanın sessizliği gibiydi.
Yusuf sabah erkenden uyanmış, ellerinde birkaç
taş ve dal parçasıyla küçük bir düzenek kurmuştu. Lena ona yaklaştığında,
Yusuf'un bakışları çok uzaklara dalmıştı. “Sis normal değil,” dedi Yusuf,
“Bunun arkasında biri ya da bir şey var.” Lena, Yusuf’un bu tür uyarılarına
alışmıştı ama bu sefer onun sesindeki tını farklıydı. Ciddiyet, bir tür
tedirginlikle iç içeydi.
Yusuf’un kurduğu düzeneğin bir tuzak mı yoksa
koruma mı olduğu anlaşılamıyordu ama Lena, onun içgüdülerine güvenmeyi
öğrenmişti. Hayatta kalmak, yalnızca silah taşımakla değil, doğru sezgilere
güvenmekle mümkün oluyordu.
Gün ilerledikçe sis dağılsa da Lena ile
Yusuf’un içindeki huzursuzluk geçmedi. Yürüyüşlerine devam ettiklerinde,
ormanın dokusu değişmeye başladı. Ağaçlar daha sık ve kalındı, kökler yerin
üstüne çıkmış, sanki yollarını tıkamak ister gibi kıvrılmıştı. Kuş sesleri
azalmış, yerini derin bir uğultuya bırakmıştı. Lena bu uğultunun kaynağını
çözmeye çalışsa da, ne yukarıda ne aşağıda bir hareket göremedi. Her şey sabit,
ancak canlıydı. Sanki orman, onları gözlüyordu.
Tırmanış zorluydu. Sanki orman, her adımda
onları geri itmek istiyordu. Ancak sonunda, yoğun ağaç örtüsünün ardında
beklenmedik bir açıklık belirdi. Bu açıklık, taş duvarlarla çevrili eski bir
yapıya açılıyordu. Sis burada daha yoğundu ama yapıdan yükselen sıcaklık
Lena’yı içine çekti. Yusuf temkinliydi, elini hançerine götürse de içeri ilk
adımı Lena attı.
Burası, eski bir keşiş sığınağıydı.
Duvarlardaki semboller tanıdık geliyordu. Lena daha önce bu sembolleri Yusuf’un
taşıdığı eski parşömende görmüştü. Üçgenin içine çizilmiş daire ve çevresine
dizili yıldız motifleri… Lena, bu sembollerin yalnızca süs olmadığını, bir
işaret sistemi olduğunu düşündü.
Yapının içi beklenenden büyüktü. Merkezde,
büyükçe bir taş masa ve etrafında yıpranmış minderler vardı. Raflar, üzerleri
tozla kaplı eski kitaplarla doluydu. Lena ellerinden birini bir kitaba
uzattığında, ansızın duvarlardan biri gıcırdayarak açıldı. Yusuf hemen Lena’nın
önüne geçerek hançerini kaldırdı.
Kapının ardında, bembeyaz saçlı yaşlı bir kadın
belirdi. Gözleri Lena’nınkilerle buluştuğunda hafifçe başını eğdi. “Sizi
bekliyorduk,” dedi kadın, sesi sis kadar yumuşak ama bir o kadar da
etkileyiciydi.
Lena bir adım attı, “Biz mi?”
Kadın başını salladı. “Ormanın derinlerinde, gerçeklerle yüzleşmeye niyetlenen herkesin yolu buraya çıkar. Siz, ormanın sırlarını yalnızca aramıyorsunuz… bir parçası olmuşsunuz.”
Yusuf içten içe kuşkuyla kadını incelese de,
Lena’nın bakışları artık bir cevap arıyordu. “Bize ne anlatacaksınız?” dedi.
Kadın içeri yürüdü, taş masanın yanına geldi.
“Zamanın iplikleri burada örülür,” dedi. “Ve siz, bu ipliğin düğüm
noktasındasınız. Lena… Yusuf… Bu orman, sizin kaderinizi yalnızca gizlemiyor;
şekillendiriyor.”
Yusuf’un gözleri büyüdü. Kadının adlarını
bilmesi sıradan bir tesadüf değildi. Lena ise artık bu yolculuğun sıradan bir
keşif olmadığını iyiden iyiye anlamıştı.
Ormanın derinlikleri yalnızca doğa değil, zaman
ve kaderle örülmüş bir sır ağıydı. Ve bu ağın merkezinde, Lena ile Yusuf’un
çözmesi gereken çok daha büyük bir sır vardı.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 14 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder