Ormanın kalbine yaklaştıkça, hava neredeyse değişken bir bilinç kazanmış gibiydi. Ağaçlar daha sık, daha yüksek, dalları ise yukarıdan aşağıya doğru örümcek ağları gibi sarkıyor; rüzgârın bile fısıldarken duraksadığı bir sessizlik hüküm sürüyordu. Elara, Ayto ve Tulan, artık geri dönmenin mümkün olmadığını biliyorlardı. Zira arkalarındaki yol, ormanın kendisi tarafından silinmişti. Önlerinde ise bir zamanlar hiçbir haritada bulunmayan, yaşayan bir labirent vardı.
Yosunlarla kaplı taş bir patika, onları kadim
bir yapıya götürüyordu. Bu, bir zamanlar insanların değil, doğanın
koruyucularının inşa ettiği bir yerdi: Zaman Kapısı. Rivayetlere göre, bu
kapıdan geçenler sadece başka diyarlara değil, başka zamanlara da geçebilirdi.
Fakat bu geçişin bir bedeli vardı: Geçmişlerinden bir parça bırakmak.
Elara bu bilgiyi hatırladığında bir adım geri
attı. "Geçmişimi bırakmadan ilerleyemem," dedi fısıltıyla.
Tulan omzuna dokundu. “Bazen geçmişi bırakmak,
geleceği inşa etmenin ilk adımıdır. Ama hangisini bırakacağına sen karar
vereceksin.”
Kapının üzerindeki semboller soluk bir maviyle
parladı. Ayto öne çıkıp cebinden eski bir kolye çıkardı. "Bu, annemin bana
bıraktığı tek şeydi. Ama artık bu görev onun mirasından daha büyük."
Kolyeyi kapının ortasındaki daireye
yerleştirdiğinde, gökyüzü bir anda karardı. Gök gürültüsü duyulmadı ama sanki
zamanın kendisi ürpermişti. Elara ve Tulan da sembollere dokundular. Kendi
anılarını, korkularını ve inançlarını bu kapıya sundular.
Ve aniden... Kapı açıldı.
İçeriye girdiklerinde ne gördüklerine anlam
vermeleri zordu. Burası ne tamamen geçmişe aitti ne de geleceğe. Zamanın tüm
kırıntılarının bir arada aktığı bir boyuttaydılar. Kimi yerde çocukluklarından
sahneler titrek hologramlar gibi geçip gidiyor, kimi yerde yaşamadıkları ama
yaşayabilecekleri hayatlar önlerinde birer ayna gibi beliriyordu.
Elara, ölmüş annesinin siluetini gördü. Kadın,
gözlerinde sevgi ve hüzünle ona bakıyordu. “Kendini affetmeden ilerleyemezsin,”
dedi.
Ayto, gelecekte yaşlı bir adam olarak yalnız bir dağın eteğinde oturuyordu. Fakat yüzündeki ifade huzurluydu. Bu huzura ulaşmak için hangi savaşları vereceğini bilmiyordu henüz ama artık hazırlanıyordu.
Tulan ise bambaşka bir gerçekle yüzleşti: O, bu
zaman boyutunda yoktu. Onun izi bile bulunmuyordu. Bu, onun hâlâ kendi kaderini
yazmakta olduğunu gösteriyordu.
“Zaman, size seçenekler sunmaz,” dedi gizemli
bir ses. Üçlü irkildi. Ses, ne erkek ne kadına aitti. Ne genç ne yaşlı. Zamanın
ta kendisi konuşuyordu belki de.
“Elinizde olan tek şey, yaptığınız seçimlerin
yankısıdır.”
Zaman Kapısı’nın öteki tarafında, gökyüzü morla
sarı arasında titreyen bir ışıltıya bürünmüştü. Bu dünyada doğa yasaları
farklıydı. Ormanların renkleri değişiyor, kuşlar şarkı söylemek yerine eski
dilde kehanetler fısıldıyordu. Gölgelerin bile birer hafızası vardı burada.
Ve belki de en şaşırtıcı olanı, bu dünyada bir
zamanlar kaybolmuş olan biri onları bekliyordu.
“Loryan!” diye haykırdı Elara.
Küçük kardeşi, yıllar önce ormanda kaybolmuştu.
Fakat artık daha farklı görünüyordu. Gözleri bilgeliğin ışıltısıyla parlıyordu.
“Zaman beni burada tuttu,” dedi. “Sizi bekliyordum. Çünkü bu yolculuk sadece
sizin değil, bizim kaderimiz.”
O anda Elara, bu yolculuğun artık bireysel bir
arayış olmadığını, tüm evrenin dengesini etkileyecek bir maceranın kıyısında
olduklarını fark etti.
Zamanın yankıları hâlâ kulaklarında çınlıyordu.
Bir adım daha atmadan önce, geçmişin kırıklarını geleceğin yoluna serip
serpmeyeceklerine karar vermeleri gerekiyordu.
Ama artık dönüş yoktu.
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 15 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder