Sabahın serinliği, ormanın yapraklarında bir
melodi gibi dolaşırken, grup sessizce ilerliyordu. Zeynep, Murat, Ada ve
Serhat’ın ayak sesleri, nemli toprağın üzerinde belli belirsiz yankılanıyordu.
Geceyi geçirdikleri mağaranın ardından ormanın daha önce hiç adım atmadıkları,
yoğun ve neredeyse hiç güneş almayan bir bölgesine ulaşmışlardı. Buradaki
ağaçlar daha uzun, gövdeleri daha kalındı; yaprakları karanlığı örtercesine
birbirine geçmişti. Sanki orman bu bölgeyi diğerlerinden kıskanmış ve korumaya
almıştı.
Zeynep’in gözleri sürekli çevredeydi. Gittikçe
daha fazla simge, daha fazla eski çizim ve kabartmayla karşılaşıyorlardı. Bir
ağacın köküne oyulmuş spiral şekiller, kayanın üzerinde karşılıklı duran iki
hayvan figürü… Bütün bunlar, kadim bir kültürün burada iz bıraktığını
fısıldıyordu adeta. Ama henüz hiçbir şey net değildi. Bir sır vardı ve bu sır
her adımda daha da karmaşık hâle geliyordu.
Murat, yürürken birdenbire durdu. Bir ağacın
gövdesine oyulmuş, neredeyse fark edilmeyen bir üçgen şekli dikkatini çekmişti.
Üçgenin içinde bir göz figürü vardı ve gözün içinde çok küçük harflerle
yazılmış bir sembol dizisi... Zeynep yanına yaklaşıp dikkatle inceledi.
“Bu... eski Göktürk alfabesine benziyor,” dedi
fısıltıyla. “Ama bazı karakterler farklı. Belki daha eski bir versiyon. Belki
de bu ormana özgü…”
Ada, dikkatle çevreyi inceledi. “Yani bu
semboller bizi bir yere mi götürüyor?”
Serhat başını salladı. “Ya da bir yerden
uyarıyor...”
O anda yerin altından gelen derin bir uğultu
herkesi susturdu. Uğultu, toprağın altındaki binlerce kökün aynı anda
fısıldaması gibiydi. Zeynep diz çöktü, elini toprağa bastırdı. “Bu bir sarsıntı
değil,” dedi. “Bu bir titreşim. Orman bizim burada olduğumuzu biliyor.”
Grup daha dikkatli ilerlemeye başladı. Yokuş
aşağı inen dar bir patika, onları büyük ve yaşlı bir ağacın önüne götürdü. Ağaç
o kadar büyüktü ki gövdesi en az dört kişinin kollarıyla ancak sarılabilirdi.
Fakat asıl dikkat çekici olan şey, ağacın köklerinin ortasında, adeta bir geçit
gibi açılmış olan yuvarlak kapıydı. Toprak ve köklerin birleşiminden oluşan bu
doğal kapı, içeriye doğru inen taş basamaklara açılıyordu.
“Bu... bir giriş,” dedi Murat hayretle. “Ağacın
içi boş değilmiş. Altında bir yapı var.”
Zeynep çevresine bakındı. “Burası… kadim
bilgiye açılan kapı olabilir. Belki de halkın yüzyıllarca koruduğu sır burada
saklı.”
Serhat cebinden feneri çıkarıp kapının içine
doğru tuttu. Basamaklar yosun tutmuştu ama sağlam görünüyordu. Ada hafifçe
başını eğdi. “İniyor muyuz?”
Zeynep gözlerini kısıp ormanın derin
sessizliğini dinledi. Ardından başını salladı. “Evet. Geri dönüş yok artık. Bu
sır sadece ormana değil, insanlığa da ait olabilir.”
Grup tek tek aşağı inmeye başladı. Her adımda
serinlik artıyor, toprak kokusu yoğunlaşıyordu. Basamaklar daralıyor, taş
duvarlar belirginleşiyordu. Aşağı indiklerinde kendilerini geniş bir taş odada
buldular. Duvarlarda meşale yerleri vardı ve birkaçı hâlâ yanıyordu. Bu durum,
burada hâlâ yaşayan veya yakın zamanda buraya gelen birilerinin olduğunu
gösteriyordu.
Tam ortada, dairesel bir taş masa ve etrafında
taş oturaklar vardı. Masanın üzerinde bir harita… Ya da bir düzenek. Üzerinde
ışık yayan taşlar vardı. Zeynep dikkatle incelediğinde bu taşların ormanın
belli bölgelerini gösterdiğini fark etti.
“Bu... enerji hatları gibi,” dedi. “Bunlar,
ormanın altında birbirine bağlı noktalara işaret ediyor. Ve bu merkez...”
Eliyle ortadaki büyük ışıklı taşı işaret etti, “...bizim şu an bulunduğumuz
yer. Burası ormanın kalbi.”
O anda, odanın diğer ucundaki taş kapı yavaşça
açıldı. İçeriden uzun giysili, yaşlı bir kadın çıktı. Yüzü kırış kırıştı ama
gözleri ışıl ışıldı. “Yabancılar... sonunda geldiniz,” dedi hafifçe eğilerek.
“Ormanın sizi beklediğini biliyorduk. Sırlar, zamanı geldiğinde ortaya çıkar.”
Grup şaşkınlıkla birbirine baktı. Zeynep,
hafifçe öne çıkarak konuştu: “Biz sadece anlamaya geldik. Bu orman ne saklıyor,
insanlıktan neyi koruyor?”
Kadın başını salladı. “Sadece orman değil, siz
de bir şeyler saklıyorsunuz. Orman sizi değiştirdi. Şimdi değişimin karşılığını
göreceksiniz.”
Zemin titredi. Masanın ortasındaki taş hızla
dönmeye başladı. Duvarlardaki simgeler birer birer parladı. O an, odanın
içindeki hava değişti. Zaman, mekân ve gerçeklik algısı sanki bükülmeye
başlamıştı.
Bölüm, bu gizemli dönüşüm anında sona ererken,
okurun zihninde tek bir soru yankılanıyordu: “Orman sadece geçmişi mi saklıyor,
yoksa geleceği mi fısıldıyor?”
📖 Hikayeye Devam Et
Ormanın Sırlarına Yolculuk 35: Yansıyan Gerçeklik 28 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun. Ormanın Sırlarına Yolculuk,Türk Fantastik Roman,Macera Romanı,Gölge Yaratık, Online Roman,Büyü Ve Macera,Yeni Yazdığım Romanlar Macera roman severler için sürükleyici, duygusal ve unutulmaz bir başyapıt


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder