Elif, bodrum kapısının hemen önünde, holün loşluğunda
çivilenmiş gibi duruyordu. Sırtındaki çantanın ağırlığı, sadece defterlerin
fiziksel yükü değil, aynı zamanda taşıdığı sırların ve tehlikenin de
ağırlığıydı. Bodrumdan üzerine sinen soğukluk hala tenindeydi ama şimdi buna
bir de damarlarında dolaşan buz gibi bir korku eklenmişti. Ali'nin son
günlüğü... O kelimeler zihninde tekrar tekrar dönüyordu: "Onlar
öğrendi. Peşimdeler. Bu gece gelecekler..." Üzerinden yıllar geçmişti
ama ya "onlar" hala buradaysa? Ya da onların mirasını devralan
başkaları varsa? Bahçedeki o gölge, elektrik kesintisi, holdaki ipek eşarp...
Bunlar artık birer uyarı işareti gibiydi. Konak güvenli değildi.
Ne yapmalıydı? İçgüdüleri ona "Kaç!" diye
bağırıyordu. Bu konaktan, bu kasabadan, bu tehlikeli mirastan olabildiğince
uzağa kaçmalıydı. Ama mantığı hemen devreye girdi. Nereye kaçacaktı? İstanbul'a
mı? Ailesinin yanına mı? "Onlar" eğer Ali'yi bulabildiyse, Elif'i de
bulabilirdi. Üstelik elindeki bu defterler... Onları ne yapacaktı? Polise mi
gitmeliydi? Hangi polis ona inanırdı? Boyutsal enerji, gizli sığınaklar,
peşindeki meçhul düşmanlar... Deli damgası yemek işten bile değildi. Belki de
tek güvencesi, bu bilgileri kimseyle paylaşmamak, sessizce ortadan kaybolmaktı.
Peki ya konakta kalmak? Çalışma odası kilitlenebiliyordu,
kapısını da tekrar barikatlayabilirdi. Orada defterleri daha detaylı
inceleyebilir, belki Ali'nin kaçış planına veya "onlar" hakkında daha
fazla bilgiye ulaşabilirdi. Belki de en güvenli yer, en tehlikeli yerin tam
ortasıydı? Kimse onun sırrı çözdüğünü, defterleri bulduğunu bilmiyor
olabilirdi. Sessiz kalırsa, belki de fark edilmezdi.
Bu düşüncelerle boğuşurken, zihni bir karara varamıyordu.
Her seçenek kendi içinde ölümcül riskler taşıyordu. Konağın sessizliği
kulaklarında çınlıyordu. Mutfaktan gelen zayıf ışık bile şimdi rahatlatıcı
değil, aksine tedirgin ediciydi; sanki bir sahne ışığı gibi onu karanlığın
içinden seçiyordu.
Tam o anda, yukarı kattan gelen sesle irkildi. Bu kez dün
geceki gibi ani bir gürültü değildi. Çok daha sinsice, çok daha belirgin bir
sesti: Yavaş, ölçülü adımlarla hareket eden birinin zeminde çıkardığı hafif
gıcırtılar... Ses, merdiven boşluğuna doğru yaklaşıyor gibiydi.
Elif'in kanı çekildi. Biri vardı. Yukarıdaydı. Ve hareket
halindeydi. Belki de onu duymuştu. Belki de bodrumdan çıktığını görmüştü. Artık
düşünme zamanı değildi. İçgüdüleri tamamen kontrolü ele almıştı: Kaçmalıydı.
Hem de hemen.
Ama nereye? Ön kapı çok açıktaydı. Oraya ulaşana kadar
yukarıdaki kişi aşağı inebilirdi. Arka kapı... Evet, arka kapı mutfağın
ilerisindeydi ve doğrudan bahçeye açılıyordu. Bahçe tehlikeliydi, evet, ama en
azından saklanacak ağaçlar, çalılıklar vardı. Oradan bir şekilde konağın dışına
çıkıp arabasına ulaşabilirdi. Arabası... Nereye park etmişti? Kasabadan konağa
gelen yolun biraz aşağısına, ağaçların arasına bırakmıştı. Görünmemesi için. Bu
şimdi işine yarayabilirdi.
Plan zihninde hızla şekillendi: Önce çalışma odasına
uğrayıp çantasını, telefonunu, cüzdanını ve en önemlisi arabasının
anahtarlarını almalıydı. Sonra hızla arka kapıya yönelip bahçeye çıkmalı ve
oradan da arabasına ulaşmalıydı. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmeliydi.
Yukarıdaki kişinin ne kadar hızlı hareket ettiğini bilmiyordu.
Derin bir nefes aldı, tüm kasları gerilmişti. Yukarıdan
gelen gıcırtılar durmuştu. Belki de o kişi de durmuş, dinliyordu? Daha fazla
bekleyemezdi. Sessiz adımlarla, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde hole doğru
geri döndü. Mutfaktan sızan ışığın aydınlattığı alanı hızla geçti ve tekrar
karanlığa daldı. Çalışma odasının kapısını buldu. Kilitli değildi. Yavaşça açıp
içeri süzüldü.
Oda hala mumların titrek ışığıyla aydınlanıyordu. Mumlar
iyice kısalmıştı. Masanın üzerindeki dağınıklık bıraktığı gibiydi. Hızla dün
gece kullandığı küçük sırt çantasını buldu. İçini kontrol etti; cüzdanı,
kimliği, telefonu (hala çekmiyordu ama olsun) oradaydı. Peki ya araba
anahtarları? Telaşla çantanın ceplerini karıştırdı. Yoktu! Nereye koymuştu?
Odaya ilk geldiğinde masanın üzerine mi bırakmıştı? Yoksa ceketinin cebinde
miydi? Ceketi sandalyenin üzerinde duruyordu. Ceplerini yokladı. İşte oradaydı!
Anahtarların soğuk metali parmaklarına değince büyük bir rahatlama hissetti.
Çantasını sırtına taktı, ceketini hızla üzerine geçirdi.
Masanın üzerindeki notlarına, Ali'nin defterlerine son bir kez baktı. Yanına
aldıkları en önemlileriydi ama geride bıraktıkları da değerliydi. Belki bir gün
geri dönebilirse... Ama şimdi bunu düşünemezdi. Odadan çıkmadan önce mumları
üfleyip söndürdü. Arkasında hiçbir ışık bırakmak istemiyordu.
Tekrar karanlık hole çıktı. Bu kez yönünü biliyordu: Arka
kapı. Mutfağın yanından geçen o dar koridora doğru ilerledi. Kalbi göğsünü
dövüyordu. Yukarıdan hala ses yoktu. Bu daha mı iyiydi, yoksa daha mı kötüydü?
O kişi pusuya mı yatmıştı?
Koridor zifiri karanlıktı. El yordamıyla ilerledi. Nihayet
koridorun sonundaki o alçak kapıyı, bodrum kapısının yanındaki diğer kapıyı
buldu. Bu, arka bahçeye açılan kapı olmalıydı. Kilidi var mıydı? El yordamıyla
bir sürgü buldu, çekti. Sonra kapı kolunu çevirdi. Kapı hafif bir gıcırtıyla
aralandı.
Dışarıdan içeriye serin sabah havası ve gün ışığı doldu.
Elif gözlerini kırpıştırdı. Kapı aralığından dışarı baktı. Yabani otlarla
kaplı, ağaçlarla çevrili arka bahçe... Dün sabah buradan çıkmıştı, şimdi ise
bir kaçak gibi geri dönüyordu. Dışarıda kimse görünmüyordu. Ama bu bir şey
ifade etmiyordu. O gölge ağaçların arasında, çalılıkların arkasında saklanıyor
olabilirdi.
Yapacak başka bir şey yoktu. Derin bir nefes daha aldı ve
kapıdan dışarı, belirsizliğe doğru adımını attı. Sırtındaki çantanın ve
içindeki sırların ağırlığıyla, şimdi tek amacı hayatta kalmak ve bu konaktan
olabildiğince uzaklaşmaktı. Kaçış başlamıştı.
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 23 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder