Elif, konağın ağır, ahşap arka kapısını yavaşça arkasından
çektiğinde, kapının kapanma sesi bahçenin sabah sessizliğinde boğuk bir yankı
yaptı. Bir anlığına arkasına baktı, sanki kapı tekrar açılacak ve karanlıktan
bir el uzanacakmış gibi hissetti. Ama kapı kapalı kaldı. Şimdi dışarıdaydı.
Konağın içindeki o klostrofobik, tozlu ve sırlarla dolu atmosferden sonra,
bahçenin açık havası –nemli toprak, ıslak çimen ve yabani çiçek kokularıyla
dolu– ferahlatıcı gelmeliydi belki ama öyle olmadı. Aksine, kendini daha da
çıplak, daha savunmasız hissetti. Konağın taş duvarları en azından bir koruma
sağlıyordu; buradaysa tamamen açıktaydı. Sabah güneşi bulutların arasından
süzülüyor, bahçedeki çiğ damlalarını parıldatıyordu ama bu aydınlık, Elif'e
güven vermiyordu. Tehlike, sadece karanlıkta saklanmazdı.
Sırtındaki çantanın ağırlığını tekrar hissetti. Ali'nin
günlükleri, sırları, tehlikeli mirası... Bunları buradan çıkarmalıydı. Arabası,
konağa gelen yolun aşağısında, ağaçların arasında onu bekliyordu. Ama oraya
ulaşmak için bu vahşi bahçeyi geçmek zorundaydı. Bahçenin arka kısmı geniş ve
nispeten açıktı; burayı hızla geçebilirdi ama bu aynı zamanda konağın üst kat
pencerelerinden veya bahçenin kenarlarından kolayca görülebileceği anlamına
geliyordu. Hayır, daha güvenli bir yol bulmalıydı. Bahçenin kenarları boyunca
ilerlemek, ağaçların ve sık çalılıkların siperini kullanmak daha mantıklıydı.
Bu yol daha uzun ve daha zorlu olacaktı ama görünme riskini azaltırdı.
Sağ taraftaki, konağın yan duvarına paralel uzanan sık
çalılıklara doğru yöneldi. İlk adımlarını atar atmaz, ne kadar zorlu bir yola
girdiğini anladı. Yabani otlar ve ısırganlar pantolonuna yapışıyor, dizlerine
kadar yükseliyordu. Böğürtlen çalılarının dikenli dalları kollarını ve ceketini
çiziyor, ilerlemesini engelliyordu. Zemindeki uzun otların altında ne olduğunu
göremiyordu; ayağı kaygan taşlara, gizli köklere veya küçük çukurlara takılıp
tökezliyordu. Her adımında hışırtılar çıkarıyor, kuru dallar çıtırdıyordu. Hem
hızlı hem de sessiz olmaya çalışmak imkansız gibiydi. Attığı her gürültülü
adımda duraksıyor, nefesini tutup etrafı dinliyordu. Yukarıdan, konağın içinden
gelen o adım sesleri kesilmişti ama ya o kişi şimdi pencerelerden birinden onu
izliyorsa? Ya da çoktan bahçeye çıkmış, onun peşindeyse?
Ter içinde kalmıştı. Hem fiziksel çabadan hem de korkudan.
İlerledikçe ağaçlar sıklaşıyor, ortam biraz daha loşlaşıyordu. Ağaçların
gövdeleri yosunlarla kaplıydı, dallarından örümcek ağları sarkıyordu. Hava daha
nemli ve ağırdı. Yer yer devrilmiş ağaç gövdeleri veya çürümüş kütükler yolunu
kesiyordu. Bunların üzerinden atlamak veya etrafından dolaşmak zorunda
kalıyordu. Her hareketinde arkasını, yanlarını kontrol ediyor, ağaçların
arasındaki gölgelerde bir hareket, bir siluet arıyordu. Paranoyası o kadar artmıştı
ki, rüzgarda sallanan bir dal veya hızla kaçan bir kertenkele bile onu yerinden
sıçratıyordu.
Konağın yan tarafına doğru ilerlerken, yaprakların
arasından binanın taş duvarlarını, panjurları kapalı pencerelerini görüyordu.
Pencereler boş ve ifadesizdi. Ama Elif, o camların arkasından bakan gözler
olabileceği hissinden kurtulamıyordu. Bir anlığına, üst kattaki pencerelerden
birinde bir hareket görür gibi oldu. Bir perde mi kıpırdamıştı? Yoksa sadece
ışığın bir oyunu muydu? Emin olamadı ama bu ihtimal bile adımlarını
hızlandırmasına yetti. Kalbi daha hızlı çarparken, çalılıkların arasına daha da
sokuldu, neredeyse sürünerek ilerliyordu.
Yaklaşık on beş-yirmi dakika süren bu zorlu ilerleyişin
ardından, nihayet bahçenin ön tarafına yaklaştığını fark etti. Ağaçlar biraz
seyreldi, ileride konağın ana girişine giden taş döşeli yolu ve onun da
ötesinde, aşağıya doğru inen patikayı görebiliyordu. Arabası o patikanın
sonunda, yolun kenarındaki ağaçların arasındaydı. Neredeyse başarmıştı. Sadece
bahçenin bu son kısmını geçip patikaya ulaşması gerekiyordu. Burası daha açıktı
ama aynı zamanda yola daha yakındı.
Son bir çalılığın arkasına saklanıp etrafı dikkatlice
kolaçan etti. Yol boş görünüyordu. Konağın ön cephesinde bir hareketlilik
yoktu. Yukarıdaki pencereler hala sessizdi. Tam çalılıktan çıkıp hızla patikaya
doğru koşmaya hazırlanıyordu ki, gözü yolun karşısındaki ağaçların arasına
takıldı.
Orada, yarı gizlenmiş bir şekilde duran bir siluet vardı.
Koyu renk giysili, uzun boylu bir erkek... Yüzünü tam seçemese de, bu kişinin
dün gece çalışma odasının penceresinden gördüğü, sabah kuyunun başında
hissettiği kişi olduğundan emindi. Kenan! O gölge... Buradaydı. Ve tam da
Elif'in gitmesi gereken yönde, arabasının olduğu yerde bekliyordu. Sanki
Elif'in kaçmaya çalışacağını biliyor gibiydi. Ya da belki de sadece konağı veya
yolu gözlüyordu. Ama Elif'e doğru bakmıyor gibiydi, daha çok konağın kendisine
odaklanmıştı.
Elif'in kanı çekildi. Olduğu yere çömeldi, çalıların
arasına daha da sindi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Yakalanmıştı. Ya da en
azından kaçış yolu kapanmıştı. Kenan oradayken arabasına ulaşması mümkün
değildi. Onu fark ederdi. Ne yapacaktı şimdi?
Çaresizce etrafına bakındı. Geri dönüp konağa mı
girmeliydi? Ama konağın içinde de tehlike vardı. Başka bir çıkış yolu var
mıydı? Bahçenin diğer tarafı? Orası daha mı güvenliydi? Ama oradan yola ulaşmak
daha uzun sürerdi ve Kenan'ın onu görme ihtimali yine vardı.
Olduğu yerde, çalıların arasında sıkışıp kalmıştı. Önünde
yolu kesen bir gölge, arkasında ise sırlarla ve belki de başka bir tehditle
dolu bir konak... Zaman daralıyordu. Kenan her an onu fark edebilirdi. Ya da
yukarıdaki kişi aşağı inip onu aramaya başlayabilirdi. Bir karar vermeliydi,
hem de hemen. Ama hangi karar onu hayatta tutardı? Bu bahçe, bir anda bir
labirente dönüşmüştü ve çıkış yolu görünmüyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 24 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder