Elif, sık böğürtlen çalılarının ve yabani sarmaşıkların
oluşturduğu doğal kamuflajın içinde, nemli toprağın üzerinde adeta bir heykel
gibi hareketsiz duruyordu. Az önce gördüğü manzara – Kenan'ın tam da kaçış
yolunun üzerinde belirmesi – zihninde tekrar tekrar canlanıyor, kalbinin hızla
çarpmasına neden oluyordu. Adamın ona doğru dönmesi... Fark edilmiş miydi?
Yoksa sadece bir ses mi duymuştu? Emin olamamak, belirsizlik, korkusunu daha da
artırıyordu. Saklandığı yerden, dalların ve yaprakların arasından Kenan'ın
olduğu yöne doğru bakmaya çalıştı ama görüş açısı çok kısıtlıydı. Sadece ağaç
gövdelerini ve titreşen yaprakları görebiliyordu. Kenan hala orada mıydı?
Gitmiş miydi? Yoksa şimdi onu mu arıyordu?
Dakikalar geçmek bilmiyordu. Elif, kasları gergin, her an
bir tehlikeyle karşılaşacakmış gibi tetikte bekledi. Kulakları en ufak bir sese
odaklanmıştı. Bahçenin olağan sesleri – kuş cıvıltıları, rüzgarın hışırtısı,
uzaktan gelen bir traktör sesi – şimdi ona bir işkence gibi geliyordu, çünkü
asıl duymak istediği veya duymaktan korktuğu sesi (Kenan'ın adımlarını veya
konağın içinden gelen bir sesi) maskeliyorlardı. Zaman zaman kendi nefes
alışverişini bile tutuyor, mutlak sessizlik anlarını yakalamaya çalışıyordu.
Ama nafile. Bahçe yaşıyordu ve kendi gürültüsü vardı.
Beklemek dayanılmaz hale geliyordu. Burada ne kadar
kalabilirdi? Güneş yükselmiş, sabah serinliği yerini gün ortasının ılıklığına
bırakmaya başlamıştı. Sırtındaki çanta ağırlaşıyor, açlığı ve susuzluğu kendini
hissettiriyordu. En önemlisi de, beklemek onu hedefine yaklaştırmıyordu.
Aksine, zaman kaybediyordu. Ya Kenan gitmiyorsa? Ya saatlerce orada
bekleyecekse? Ya konağın içindeki kişi sonunda dışarı çıkmaya karar verirse?
Hayır, beklemek bir seçenek değildi. Panikle hareket etmek
de öyle. Sakin olmalı, durumu tekrar değerlendirmeli ve yeni bir plan
yapmalıydı.
Plan B: Kenan'ın olduğu ön taraftan
arabasına ulaşması imkansızdı. Konağa geri dönmek delilik olurdu. Geriye tek
bir seçenek kalıyordu: Bahçenin diğer tarafını kullanarak, konağın arkasından
veya yanından dolaşarak, Kenan'ın bulunduğu yerden daha aşağıda bir noktadan
yola çıkmayı denemek. Bu yol kesinlikle daha uzundu, daha sarptı ve bahçenin o
kısmının ne kadar geçilebilir olduğunu bilmiyordu. Ama başka şansı yoktu. Eğer
Kenan hala ön taraftaysa, belki de Elif'in bahçenin diğer tarafından
dolaşacağını tahmin etmezdi. Bu, sürpriz unsuru yaratabilirdi.
Bu yeni plan, umutsuzluğun içinden doğan cılız bir umut
ışığıydı. Ama harekete geçmeden önce, Kenan'ın hala orada olup olmadığını son
bir kez kontrol etmeliydi. Çok yavaş, santim santim hareket ederek, saklandığı
çalılığın kenarına doğru süründü. Yaprakların arasından dikkatlice baktı. Yolun
karşısındaki ağaçlık alan... Boştu! Kenan gitmişti! Ya da en azından Elif'in
görebildiği kadarıyla orada değildi. Belki de sadece yer değiştirmişti? Emin
olamıyordu ama bu bile harekete geçmesi için yeterli bir işaretti. Şimdi Plan
B'yi uygulama zamanıydı.
Hızla ama sessizce geldiği yöne doğru geri çekildi. Amacı,
konağın arka tarafına doğru ilerlemek ve oradan da diğer yan tarafa geçerek
yola ulaşmaktı. Bu kez daha da dikkatliydi. Attığı her adımda durup etrafı
dinliyor, sadece önünü değil, arkasını ve yanlarını da sürekli kontrol
ediyordu. Bahçenin bu kısmı daha da vahşiydi. Ağaçlar daha sık, alt bitki
örtüsü daha yoğundu. Yer yer dikenli sarmaşıklar adeta bir duvar gibi önünü
kesiyor, Elif'in yolunu değiştirmesine veya dalları dikkatlice aralayarak ilerlemesine
neden oluyordu. Güneş ışığı buraya daha zor sızıyor, loş ve nemli bir atmosfer
yaratıyordu.
İlerlerken, sağ tarafında kalan konağın duvarını bir
referans noktası olarak kullanmaya çalışıyordu. Ama bazen bitki örtüsü o kadar
sıklaşıyordu ki, konağı tamamen gözden kaybediyordu. Bu anlarda yönünü kaybetme
korkusu yaşıyor, pusulasını kontrol etmek istiyordu ama çantasını açıp ses
çıkarmaktan çekiniyordu. İçgüdülerine ve hafızasına güvenmek zorundaydı.
Bir süre sonra, ağaçların arasından tanıdık bir yapı
belirdi. Eski, yosun tutmuş taşlar... Kuyuydu bu! Sabah keşfettiği, Ali'nin
haritasında işaretli olan, yanında o pirinç düdüğü bulduğu kuyu... Yolu onu
tekrar buraya getirmişti. İçini bir ürperti kapladı. Kuyunun etrafındaki toprak
hala sabahki gibi dağınıktı. Sanki birileri burada bir şey aramış ve
bulamamıştı. Elif, kuyunun yanından hızla uzaklaştı. Burası ona iyi
hissettirmiyordu. Sanki toprağın altından gelen soğuk bir nefes ensesindeydi.
Kuyuyu geride bırakıp ilerlemeye devam etti. Bahçenin bu
tarafı daha engebeliydi, yer yer küçük dereler veya kurumuş dere yatakları
vardı. Bunları aşmak için dikkatlice taşlara basması veya çamurlu zeminlerde
dengesini sağlaması gerekiyordu. Birkaç kez ayağı kaydı, düşmekten son anda
kurtuldu. Yorgunluğu artıyordu. Sırtındaki çanta giderek ağırlaşıyor,
omuzlarını acıtıyordu. Ama duramazdı.
Nihayet, uzun ve yorucu bir yürüyüşün ardından, ağaçların
tekrar seyrelmeye başladığını fark etti. İleride, bahçenin sınırını oluşturan
eski, yıkık dökük taş duvarı ve onun da ötesinde uzanan yolu görebiliyordu!
Başarmıştı! Konağın diğer tarafına ulaşmıştı. Burası, Kenan'ı gördüğü yerden
oldukça uzaktaydı. Belki de buradan yola çıkıp arabasına ulaşabilirdi.
Taş duvara yaklaştı. Duvarın üzerinden veya yıkık bir
bölümünden geçerek yola çıkabilirdi. Ama önce etrafı kontrol etmeliydi. Duvarın
arkasına saklanıp dikkatlice yolu gözledi. Yol boş görünüyordu. Ne bir araba ne
de bir insan vardı. Arabası... Buradan görünmüyordu ama çok uzakta olmamalıydı,
belki yüz metre kadar aşağıdaydı.
Tam duvarın yıkık bir bölümünden yola doğru adımını
atacaktı ki, aşağıdan, arabasını bıraktığı yönden gelen bir ses duydu. Bir
araba motoru sesi! Ses yaklaşıyordu. Elif hızla tekrar duvarın arkasına sindi,
nefesini tuttu. Kimdi bu gelen? Kenan mıydı? Yoksa başkası mı? Belki de sadece
yoldan geçen sıradan bir arabaydı. Ama Elif bu riski göze alamazdı.
Araba yavaşlayarak tam Elif'in hizasına geldiğinde durdu.
Elif, taşların arasından dikkatlice baktı. Bu, eski, lacivert bir arabaydı.
İçinden uzun boylu, şapkalı bir adam indi. Adam Elif'e arkası dönüktü, konağa
doğru bakıyordu. Yüzünü göremiyordu ama bu Kenan değildi. Daha yapılı, daha iyi
giyimliydi. Adam etrafına bakındı, sonra arabanın bagajını açtı ve içinden bir
şey çıkardı. Elif ne olduğunu tam seçemedi; uzun, metalik bir nesneye
benziyordu. Sonra adam bagajı kapatıp kararlı adımlarla konağın ana girişine
doğru yürümeye başladı!
Elif'in kanı donmuştu. Bu adam kimdi? Neden konağa
gelmişti? Elindeki o metalik şey neydi? "Onlar"dan biri miydi?
Ali'nin bahsettiği tehlike şimdi somutlaşmış mıydı? Adam konağa girerse ne
olacaktı? Ve Elif şimdi ne yapacaktı? Arabasına ulaşması artık daha da
imkansızdı. Konağa geri dönmek ise... intihar demekti. Bahçede, yıkık bir
duvarın arkasında kapana kısılmıştı ve tehlike çemberi giderek daralıyordu.
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 26 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder