Elif, arkasına bakmadan koşuyordu. Konağın içinden gelen o
tiz, cam kırılma sesi kulaklarında çınlıyor, adımlarını daha da hızlandırması
için onu kamçılıyordu. Kalbi göğüs kafesine sığmıyor, aldığı nefesler
ciğerlerini yakıyordu. Bahçenin vahşi bitki örtüsü elbisesine takılıyor,
dikenli dallar kollarını ve yüzünü acımasızca çiziyordu ama Elif acıyı
hissetmiyordu bile. Tek düşündüğü, Kenan'ın tarif ettiği o patikayı bulmak ve
bu lanetli yerden bir an önce uzaklaşmaktı.
Kenan, kuyunun oradan aşağıya, nehir yatağına inen eski bir
patikadan bahsetmişti. Elif, yönünü o tarafa çevirdi. Sabah keşfettiği o
yosunlu, yıkık kuyuya doğru koşarken, etrafına dikkat etmeye çalışıyor ama
panik yüzünden görüşü bulanıklaşıyordu. Kuyunun yanına geldiğinde duraksadı.
Etrafına bakındı. Patika neredeydi? Burası otların ve çalıların en sık olduğu
yerlerden biriydi. Kenan onu kandırmış olabilir miydi? Belki de böyle bir
patika hiç yoktu?
Tam umutsuzluğa kapılmak üzereydi ki, kuyunun biraz
ilerisinde, yaşlı bir meşe ağacının dibinde, diğer yerlere göre otların daha
seyrek olduğu, zeminde belli belirsiz bir çöküntü fark etti. Dikkatlice
yaklaştı. Evet, burası bir patikanın başlangıcı olabilirdi! Yıllardır
kullanılmadığı için üzeri otlarla kaplanmış, kenarları çalılıklarla
daraltılmıştı ama yine de toprağın sıkışıklığından ve taşların dizilişinden
eski bir yol olduğu anlaşılıyordu. Kenan doğruyu söylemişti.
Derin bir nefes alıp patikaya adımını attı. Patika hemen
dik bir şekilde aşağıya doğru inmeye başlıyordu. Zemin gevşek topraktı ve üzeri
kaygan, ıslak yapraklarla kaplıydı. Elif dengesini sağlamak için sık sık
yanlardaki ağaç dallarına veya köklere tutunmak zorunda kalıyordu. İniş hızlı
ve tehlikeliydi. Birkaç kez ayağı kaydı, düşmekten son anda kurtuldu.
Sırtındaki çanta dengesini daha da bozuyordu. Aşağıya doğru indikçe ağaçlar
sıklaşıyor, güneş ışığı neredeyse tamamen kayboluyordu. Hava daha serin ve nemliydi,
yoğun bir toprak ve çürümüş yaprak kokusu hakimdi. Burası konağın bahçesinden
çok, vahşi bir ormanı andırıyordu.
Ne kadar süre indiğini bilmiyordu ama bacakları titremeye
başlamıştı. Sonunda eğim azaldı ve patika daha düz bir zemine ulaştı. Önünde,
taşlık, geniş bir alan uzanıyordu. Burası kurumuş veya suyu çok azalmış bir
nehir yatağı olmalıydı. Kenarları dikti ve üzeri sık ağaçlarla kaplıydı. Nehir
yatağının ortasında, yaz sıcağında kurumuş ince bir su yolu ve bolca yuvarlak,
gri renkli çakıl taşı vardı. Kenan'ın dediği gibi, bu yatak muhtemelen ana yola
doğru gidiyordu.
Elif, nehir yatağına indi. Ayaklarının altındaki çakıl
taşları hışırdadı. Etrafına bakındı. Burası tamamen izole bir yerdi. Konağın
gürültüsü veya herhangi bir insan sesi buraya ulaşmıyordu. Sadece suyun (eğer
varsa) hafif şırıltısı, ağaç yapraklarının hışırtısı ve kendi nefes alışverişi
duyuluyordu. Bu sessizlik, konağın tekinsiz sessizliğinden farklıydı; daha
doğal, daha huzurlu olmalıydı belki ama Elif için hala ürkütücüydü. Burada
başına bir şey gelse, kimsenin ruhu duymazdı.
Kenan, yatağı takip etmesini söylemişti. Akıntı yönü ne
taraftı? Su yolu o kadar inceydi ki anlamak zordu. Ama mantıken, yatak aşağı
doğru eğimli olmalıydı. Sağa doğru ilerlemeye karar verdi. Çakıl taşlarının
üzerinde yürümek, bahçedeki çalılıkların arasında ilerlemekten daha kolaydı ama
yine de dikkatli olması gerekiyordu. Taşlar kaygan olabilirdi ve bazıları
gevşekti.
Bir süre nehir yatağı boyunca yürüdü. Etrafındaki manzara
pek değişmiyordu; taşlık zemin, dik yamaçlar, sık ağaçlar... Zaman zaman
yatağın kenarında devrilmiş ağaçlarla veya büyük kaya parçalarıyla
karşılaşıyor, bunların etrafından dolaşmak zorunda kalıyordu. Sırtındaki çanta
giderek daha da ağırlaşıyordu. İçindeki defterler, sadece fiziksel değil,
taşıdığı sırların ağırlığıyla da onu eziyordu.
Acaba doğru yönde mi gidiyordu? Bu yatak gerçekten de ana
yola çıkacak mıydı? Ya Kenan onu yanlış yönlendirdiyse? Ya bu yatak bir
çıkmazsa? Şüpheler tekrar zihnini kemirmeye başladı. Ama geri dönmeyi de göze
alamazdı. Tek seçeneği ilerlemekti.
Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra, ileride bir
değişiklik fark etti. Nehir yatağı hafifçe sola doğru kıvrılıyordu ve o
kıvrımın ilerisinden, daha önce duymadığı bir ses geliyordu: Uzak ama belirgin
bir motor gürültüsü! Trafik sesi! Umutla adımlarını hızlandırdı. Evet, ses
yaklaşıyordu. Ana yol çok uzakta olamazdı.
Biraz daha ilerleyince, nehir yatağının üzerinden geçen
eski, taş bir köprünün kemerlerini gördü. Köprü oldukça yıpranmış görünüyordu
ama hala ayaktaydı ve üzerinden bir yol geçiyordu. Bu, ana yol olmalıydı!
Neredeyse başarmıştı.
Köprünün altına gelmeden hemen önce, nehir kenarındaki
büyük bir kaya kovuğuna kendini attı. Hem biraz dinlenmek hem de etrafı kolaçan
etmek istiyordu. Çantasını indirip sırtını soğuk taşa dayadı. Matarasından kana
kana su içti. Bacakları titriyor, tüm vücudu ağrıyordu. Kirlenmiş, çizikler
içindeydi ve bitkin düşmüştü. Ama hayattaydı ve en önemlisi, elindeki sırlar
güvendeydi.
Oturduğu yerden köprüyü ve yolu görebiliyordu. Ara sıra
arabalar geçiyordu. Burası gerçekten de ana yoldu. Şimdi tek yapması gereken,
görünmeden yola çıkmak ve bir şekilde kasabaya veya en azından telefonun
çektiği bir yere ulaşmaktı. Arabası hala konağın yakınındaydı ve oraya dönmesi
mümkün değildi. Belki otostop çekebilirdi? Ya da yoldan geçen birinden yardım
isteyebilirdi? Ama kime güvenebilirdi? Ya "onlar" onu burada
bekliyorsa?
Kenan'ın söylediklerini düşündü. Ona neden yardım etmişti?
Ali'ye olan borcu neydi? Ve neden hala ondan şüpheleniyordu? Adamın tavırları
tuhaftı, evet, ama söyledikleri doğru çıkmıştı. Patika oradaydı ve nehir yatağı
onu yola çıkarmıştı. Belki de Kenan gerçekten de sadece yardım etmek istemişti.
Elif, kaya kovuğunda oturmuş, bir sonraki adımını
planlamaya çalışırken, kendini inanılmaz derecede yalnız hissetti.
İstanbul'daki hayatı, işi, arkadaşları... Hepsi çok uzakta, başka bir dünyada
kalmış gibiydi. Şimdi tek gerçekliği bu tehlikeli macera, peşindeki bilinmeyen
düşmanlar ve sırt çantasındaki ağır mirastı. Buradan nasıl kurtulacaktı?
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 29 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder