Elif, nehir kenarındaki kaya kovuğunun gölgesinde, taş
köprünün altından geçen ana yolu izliyordu. Buraya ulaşmayı başarmıştı.
Kenan'ın tarif ettiği patika gerçekti ve onu en azından şimdilik konağın ve
onun tekinsiz sakinlerinin (ya da misafirlerinin) doğrudan tehdidinden
uzaklaştırmıştı. Ama bu sadece küçük bir zaferdi. Bitkin düşmüştü, üzerindeki
giysiler yırtılmış, her yeri çizik içindeydi ve en önemlisi, hala yapayalnızdı
ve nereye gideceğini bilmiyordu. Sırt çantasındaki defterlerin ağırlığı hem fiziksel
hem de zihinsel olarak omuzlarına çöküyordu.
Oturduğu yerden geçen arabaları saydı. Çoğu eski model
kamyonet veya yerel halka ait binek arabalarıydı. Lacivert arabadan veya
Kenan'dan bir iz yoktu. Bu biraz rahatlatıcıydı ama tehlikenin tamamen geçtiği
anlamına gelmiyordu. "Onlar" eğer Ali'nin dediği kadar organizeyse,
yolları kontrol ediyor olabilirlerdi.
Seçeneklerini tekrar gözden geçirdi.
- Otostop
çekmek? En hızlı yol bu olabilirdi ama aynı
zamanda en risklisiydi. Duracak arabanın içinde kimin olacağını bilemezdi.
Yardımsever bir köylü mü, yoksa "onlar"dan biri mi? Bu riski
göze alamazdı.
- Telefon
sinyali aramak? Telefonunu çıkarıp tekrar kontrol etti.
Hala servis yoktu. Bu kadar kırsal bir alanda sinyal bulmak zor
görünüyordu.
- Yürümek?
Geriye tek seçenek kalıyordu: Yürümek. Bu yol muhtemelen en yakın kasabaya
veya İnegöl'ün dış mahallelerine gidiyordu. Uzun ve yorucu olacaktı,
ayrıca yol kenarında yürürken oldukça savunmasız kalacaktı. Ama en azından
kontrol kendisinde olacaktı. Kendi hızında ilerleyebilir, şüpheli bir
durumda saklanabilirdi. Belki yol üzerinde daha güvenli bir yerden yardım
isteyebilir veya telefon sinyali bulabilirdi.
Kararını verdi. Yürüyecekti.
Matarasındaki son suyu da içti. Çantasını tekrar sırtına
taktı. Kaya kovuğundan çıkmadan önce yolu son bir kez dikkatlice kontrol etti.
Sakin görünüyordu. Derin bir nefes aldı ve taşların arasından çıkarak yolun
kenarına indi. Kendini birdenbire çok açıkta, çok savunmasız hissetti. Hızla
yolun kenarındaki toprak bankete çıktı ve kasabaya doğru olduğunu tahmin ettiği
yöne doğru yürümeye başladı.
Güneş şimdi oldukça yükselmişti ve ısıtmaya başlamıştı.
Elif'in ceketi üzerine fazla geliyor ama çıkarmaya cesaret edemiyordu, belki de
bir tür koruma sağlıyordu. Adımları başlangıçta hızlı ve kararlıydı ama
yorgunluğu kısa sürede kendini hissettirdi. Bacakları ağrıyor, nefesi
sıklaşıyordu. Sırtındaki çanta omuzlarını kesiyordu. Ama duramazdı. Arkasına
bakmaktan kendini alamıyordu; her an o lacivert arabanın veya başka şüpheli bir
aracın belireceği korkusu içindeydi.
Yol, yemyeşil tarlaların, meyve bahçelerinin ve uzaktaki
tepelerin arasından kıvrılarak ilerliyordu. Manzara huzurlu ve güzeldi ama
Elif'in içindeki fırtınayla tam bir tezat oluşturuyordu. Kuş sesleri, traktör
gürültüleri, doğanın sesleri... Bunlar normal bir günde insana huzur
verebilirdi ama şimdi sadece Elif'in gerginliğini artırıyordu. Her ses,
potansiyel bir tehdidin habercisi gibiydi.
Yol boyunca ara sıra eski, tek katlı köy evleri veya küçük
çiftlikler görüyordu. Bahçelerde çalışan insanlar, oyun oynayan çocuklar...
Normal hayatın akışı devam ediyordu. Elif onlara görünmemeye çalışarak yolun
kenarından ilerliyordu. Kimsenin dikkatini çekmek istemiyordu. Perişan hali,
telaşlı tavırları şüphe uyandırabilirdi.
Birkaç araba yanından hızla geçip gitti. Her seferinde Elif
içgüdüsel olarak başını çeviriyor veya yol kenarındaki çalılıklara doğru
eğiliyordu. Arabaların içindekilere bakmamaya çalışıyordu. Ya onlardan biri
Elif'i tanırsa? Ya da sadece meraklı gözlerle onu süzerlerse? Paranoyakça
davrandığını biliyordu ama elinde değildi. Yaşadıkları onu değiştirmişti. Artık
kimseye kolay kolay güvenemezdi.
Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra, uzakta daha fazla
evin ve yapının belirdiğini fark etti. Trafik biraz artmıştı. Bir kasabanın
veya İnegöl'ün kenar mahallelerinin yaklaştığının işaretiydi bu. İçini hem bir
rahatlama hem de yeni bir endişe kapladı. Kalabalık, saklanmayı
kolaylaştırabilirdi ama aynı zamanda tehlikeyi de artırabilirdi. Eğer
"onlar" onu arıyorsa, şehir içinde onu bulmaları daha kolay
olabilirdi.
Biraz daha ilerleyince yol kenarında küçük, mütevazı bir
yapı gördü: Eski bir çay bahçesi. Önünde birkaç tane plastik masa ve sandalye
vardı, içeriden hafif bir çay ve sigara kokusu geliyordu. İçeride birkaç yaşlı
adam oturmuş, sohbet ediyor gibiydi. Burası sakin ve göze batmayan bir yer gibi
duruyordu. Elif'in acilen dinlenmeye, bir şeyler içmeye ve en önemlisi de
telefonunu tekrar kontrol etmeye ihtiyacı vardı.
Kısa bir tereddütten sonra çay bahçesine girmeye karar
verdi. Kapıdan içeri girdiğinde, içerideki birkaç çift göz merakla ona döndü.
Elif başını hafifçe öne eğerek selam verdi ve boş bir masaya yöneldi. Çantasını
yanına koydu. Üzerindeki toz, kir ve çizikler, buranın sakin atmosferiyle tezat
oluşturuyordu. Çaycının yanına gidip bir bardak çay ve bir şişe su istedi.
Parasını öderken elleri hala titriyordu.
Masasına dönüp oturdu. Sıcak çay bardağını ellerinin
arasına aldı. Bu basit sıcaklık bile ona iyi geldi. Etrafına belli etmemeye
çalışarak diğer müşterilere baktı. Kendi halinde, emekli köylülere
benziyorlardı. Kimse onunla özellikle ilgilenmiyordu. Bu biraz olsun onu
rahatlattı.
Telefonunu çantasından çıkardı. Ekrana baktı. Evet! Bir
veya iki çubuk sinyal vardı! Çok güçlü değildi ama belki bir mesaj göndermeye
yeterdi. Kimi aramalıydı? Ailesini arayamazdı, onları telaşlandırmak ve
tehlikeye atmak istemiyordu. Polisi aramak için henüz yeterli kanıtı veya
anlatabileceği mantıklı bir hikayesi yoktu. Ahmet Bey... Ona güvenip
güvenemeyeceğini hala bilmiyordu. Aklına İstanbul'daki en yakın arkadaşlarından
biri geldi: Ayşe. Ayşe hem pratik zekalıydı hem de sır tutabilirdi. Ona her şeyi
anlatamazdı ama en azından yardıma ihtiyacı olduğunu bildirebilirdi.
Hızla yeni bir mesaj oluşturdu: "Ayşe, benim Elif.
Başım dertte, İnegöl yakınlarındayım. Acil yardıma ihtiyacım olacak ama şimdi
arama. Açıklayacağım. Güvende olmaya çalışacağım. Kendine dikkat et."
Mesajı göndermeden önce bir an tereddüt etti. Bu Ayşe'yi korkutacaktı. Ama
başka çaresi yoktu. Gönder tuşuna bastı. Mesajın gidip gitmediğinden emin
olamadan telefonu hızla çantasına geri koydu. Kimsenin telefonla uğraştığını
görmesini istemiyordu.
Çayından bir yudum aldı. Geçici de olsa bir güvenli liman
bulmuştu. Ama burada kalamazdı. Hava kararmadan buradan ayrılmalı, daha güvenli
bir yere ulaşmalıydı. Ama nereye? Ve sırtındaki bu tehlikeli sırlarla ne
yapacaktı? Sorular zihninde dönüp duruyordu. Çay bahçesinin dışındaki yol ve
bilinmezlik onu bekliyordu.
''En çok okunan romanlar,yeni çıkan kitaplar 2025,pdf kitap siteleri,kitap tavsiyeleri,2025 roman önerileri,kitap blogları,kitap önerileri,kitap özetleri,roman incelemeleri,yazar biyografileri,kitap yorumları,pdf kitap indir,epub kitap indir,kitap serileri,yerli romanlar,yabancı romanlar,aşk romanları,tarihi romanlar,polisiye romanlar,bilim kurgu romanlar,dram romanları,fantastik kitaplar,e-kitap romanlar,ücretsiz roman oku''
📖 Hikayeye Devam Et
📖 Hikayeye Devam Et
Gölgelerin Fısıltısı 30 bölümüne geçmeden önce kısa bir reklam ile destek olun.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder